Cumhurbaşkanlığı ile yatıp, Cumhurbaşkanlığı ile kalkıyoruz.
Anlaşılıyor ki devletin bu zirve makamı büyük bir mücadeleye sebep oluyor.
Anlaşılıyor ki, Başbakan Erdoğan üzerinde ikili bir baskı var:
Birisi, halkın baskısı...
Diğeri de herkesin bildiği ama açıkça ifade etmekten kaçındığı örtülü bir baskı...
Gelin her şeyi yeniden düşünelim:
Seçimlerde Ak Parti'ye yüzde 46.6 oy veren halk, Cumhurbaşkanlığı meselesinin de “sağlıklı” biçimde çözülmesini istedi.
“Sağlıklı” sözü şunun için.
Seçimler öncesinde Cumhurbaşkanlığı seçiminde elektronik muhtıra, yargının siyasallaşması gibi kural dışı hadiseler devreye girdi. 367 engeli çıkarıldı, Meclis tıkandı.
Seçime gidildi. Seçim ortamında bu kural dışı hadiseler dahil her şey tartışıldı. Millet oyunu verdi.
Şu anda Meclis'te sorun yok. 367 sorun değil. Çünkü MHP Meclis'e gireceğini açıkladı.
Tüm bunlar, halk iradesi açısından sorunun çözüm yoluna girdirildiğinin ifadesi...
Ama burada ikinci baskı devreye giriyor ve Başbakan'ın “Halkın gösterdiği istikamet” konusunda tereddüt geçirdiği izlenimi doğuyor.
Başbakan, Abdullah Gül'ün adaylığı noktasında nerede duruyor?
Sanki bu sorunun net cevabı yokmuş gibi bir izlenim şu anda kamuoyuna hakim.
Hatta sayın Başbakan'dan “Abdullah Gül adaylıktan çekilirse ben daha rahat hareket ederim” gibi bir izlenimi algılıyor kamuoyu.
Hemen soru geliyor:
-Başbakan, 30 – 40 yıl aynı yolda yürüyen en yakın yol arkadaşı konusunda ne yapacak? Karşı karşıya bulunduğu baskı, bu konuda tereddüt geçirecek, hatta “Gül'ü feda” duygularına sürükleyecek kadar ağır mı?
Türkiye ne yazık ki böyle bir ülke...
Kurumlar, kurallar bir anda anlamını yitirebiliyor.
Seçim ne, millet ne, demokrasi ne, hükümet ne, hukuk ne, anayasa ne?
“Çatışma çıkar” söylemi herkesin kimyasını bozmaya yetiyor.
Böyle bir durumda ne yapmalı?
Kimi Başbakan şapkasını aldı gitti.
Kimi diklenmedi, dik durdu.
Şimdi farklı bir duruş gözleniyor.
Ve millet seçimlerin anlamsız hale gelmesinden endişe ediyor.
Bence iş, biraz, her şeyin Başbakan Erdoğan üzerinde odaklanmasından kaynaklanıyor.
Başbakan Erdoğan her şeyi belirleyen irade ise, ona baskı yapanlar da orada sonuç almaya çalışıyorlar.
Oysa bakın, Türkiye'de kuvvetler ayrılığı ilkesi var.
Yani yasama ile yürütme birbirinden ayrı. Yargı da öyle.
Biz zaman zaman yürütmenin yasamayı da etkilediği ve bu noktada kuvvetler ayrılığı ilkesinin yeterince işlemediği eleştirisini yaparız. Mesela çoğunluk partisinin iktidar olması yüzünden Meclis'in hükümeti yeterince denetleyemediğini ifade ederiz. Sanki Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Millet Meclisi, ikincil bir role sürükleniyor.
Hadi şimdi soralım:
Anayasaya göre Cumhurbaşkanını seçme yetkisi kimde?
El cevap: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde...
Bu noktada partiler grup kararı alamaz, adaylık başvurusunda bulunulur, oylama gizli oyla yapılır ve Millet Meclisi kararı ortaya çıkar. Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Hepsi bu...
Oysa şu anda Başbakana Meclis'ten önce Cumhurbaşkanını seçme rolü yüklenmiş gibi. Dolayısıyla her odağın baskısı da ona yöneliyor.
Kanaatimce Başbakan'ın söylemi Anayasal çerçeveyi hatırlatmak olmalı:
-Cumhurbaşkanını seçmek Meclis'in işidir. biz de parti olarak Meclis'in özgür iradesi ile bu seçimi yapacağız.
Bence bu kadar.
Ondan sonra Abdullah Gül de aday olur, Ak Parti'den eşi başörtülü - başörtüsüz, liberal, solcu, muhafazakar eğilimde başkaları da aday olabilir, başka partiler de aday gösterebilirler. Meclis en fazla dört turda Cumhurbaşkanını seçer. Seçilen Cumhurbaşkanı'na da herkes saygı duyar.
“Katılımcı demokrasi”de baskı grupları olacaksa, onlar da baskılarını Millet Meclisi'ne yöneltirler. Meclis baskıları görür, kabul eder etmez, ama her halükarda kendi özgür iradesini kullanır ve ortaya çıkan sonuç, bu özgür iradenin eseri olur.
Türkiye, bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde bunu başarması gerekir.
Millet meclisi demokrasinin kalbidir. Millet iradesinin temsil makamıdır.
Millet Meclisi'ne “Henüz rüşdüne ermemiş, iradesi yönlendirilmeye muhtaç bir kurum” muamelesi yapmak Türkiye demokrasisi için en büyük gölgedir.
Cumhurbaşkanlığı sınavı, Abdullah Gül meselesi falan değil, doğrudan doğruya demokrasinin sınavı haline gelmiştir.
Gözler, bu seçimde milletin baş aktörlük verdiği Ak Parti'nin üzerindedir.
Bakalım Ak Parti bu sınavı nasıl verecek?