1950'lerin başlarında İsrail hâlâ genç bir ülkeyken, Batı, Ortadoğu'da komünist tehdidin darbesini hissediyordu.
2. Dünya Savaşı arkasında, Stalin'in Yunanistan ve İran'a yönelik ihlallerinin yanı sıra kuzeydoğu Türkiye'yi sahiplenme girişiminden kaynaklanan açık yaralar bırakmıştı. Batı, doğu Akdeniz'deki artan ve Ortadoğu'daki petrol bölgelerine yaklaşan Sovyet varlığından endişe duyuyordu.
ABD ve Britanya Sovyet Rusya'ya karşı bir savunma kuruluşu oluşturmayı çalışıyordu. Yüzlerini Mısır'a döndüler, fakat Cemal Abdül Nasır onları reddetti. Sonrasında, Türkiye'nin hırslı ve dalavereci başbakanı Adnan Menderes bu savunma kuruluşunun geliştirilmesinde önde gelen yerel güç haline geldi. Irak'ın o dönemki başbakanı Nuri Said'in yanı sıra, başta tereddüt eden İran Şahı ve Pakistan da pakta katıldı.
Türkiye 1948'deki kuruluşundan sonra İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştu. Fakat Müslüman ortaklarıyla girdiği bu savunma oluşumunun geliştirilmesinde kendisine verilen faal rol nedeniyle, Türkiye'nin İsrail'e yönelik bu ilk samimiyet gösterisi hızla söndü. Jerusalem Post için çalışan Türk-Yahudi gazeteci Adnan Menderes'e bunun sebebini sorduğunda, Türkiye başbakanı şu yanıtı vermişti: "Yumurta kırmadan omlet yapılamaz."
Batı'yla güçlü bağlar sürüyor
Türkiye'nin Batı'yla uzun yıllardır devam eden işbirliğine rağmen, AB üyeliği ihtimali azalıyor. Türkiye ABD, Avrupa ve İsrail'le güçlü siyasi, ekonomik ve savunma bağlarını sürdürüyor, ancak kendi başına yola çıkmaya karar verdi. Mevcut hükümet güçlü ve kendine güveniyor. Bu hükümetin laik geleneklerin korunması yönündeki son girişimleri konusunda ordu üzerinde kurduğu hâkimiyet de artık dönüşü olmayan noktayı geçmiş gibi görünüyor.
Türkiye'nin Ortadoğu'ya yeniden dahil olmaya başlamasına tanıklık ediyoruz. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan daha fazla uluslararası meşruiyet kazanmak amacıyla, ülkesinin geçmişindeki acı veren bir yarayı bir miktar iyileştirecek şekilde Ermenistan'la bir anlaşma imzaladı.
Türkiye'nin planlarını engelleme ihtimaline rağmen, İran da 'İslami nosyon'a yeni ve kendini adamış bir ortağın katılımını memnuniyetle karşılıyor.
Bununla birlikte, tarihsel ihtilafların acısı hâlâ hatırlanıyor ve karşılıklı şüpheler devam ediyor: İran Şii, Türkiye'yse Sünni. Gülümsemelerin ve basmakalıp sözlerin arkasında, iki ülke de bölgedeki geniş alanları paylaşmak konusunda fazlasıyla atılgan.
Nihai şekli hâlâ belirsiz olsa da, Irak siyasi varlığını yavaş yavaş yeniden kazanıyor. Susuz Suriye Türkiye'nin Golan Tepeleri konusunda arabulucuk yapmasını ve belki Atatürk Barajı'ndan daha fazla bu vermesini iple çekiyor.
Bağdat Paktı üyeleri 1950'lerde Batı tarafından destekleniyordu ve bu ülkelerdeki iç çekişmeler kontrol ediliyordu. Bugün ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumaya çalışırken yükselen İslami dalgayı önlemek için gayret sarf eden Batı eski halinden farklı. Irak ve Afganistan'daki savaşlar fazlasıyla genişlemeyi engelliyor.
Türkiye güçlü, dinamik, siyasi olarak istikrarlı ve uluslararası sahnede girişken; doğal ve insani kaynaklar açısından da zengin bir ülke. Bölgenin ana nehirleri olan Fırat ve Dicle'nin kaynakları da Türkiye'nin sınırları dahilinde.
Gelecekte petrol ve doğalgazı Türkiye toprakları üzerinden Avrupa'ya taşıyacak boru hatları, Türkiye'ye AB içinde bu hatların yokluğunda sahip olamayacağı türden etkileyici bir siyasi yenilik kazandıracak. Erdoğan hükümetinin, Türkiye için Ortadoğu'da bir jeostratejik varlık oluşturmak yönünde faal olarak çalışmasına şaşmamak gerek.
Batı dikkatle izlemeli
Erdoğan, Menderes'in İsrail'le ilişkilere yönelik anlayışını tekrarlıyor. Ona göre, İsrail Türkiye'nin ihtiraslarına uyum sağlamalı. Erdoğan ülkesi için nüfuz arayışı bağlamında İsrail'i eleştiriyor ve hem Filistin Yönetimi'ne, hem de Hamas'a desteğini ortaya koyuyor. İran'ı desteklemek ve İsrail'e işaret etmek adına nükleer silahsızlanmayı tavsiye ediyor.
Böylece, Türkiye ve İran Ortadoğu'da yabancıların kaygılarına göre hareket etmek yerine kendi çıkarlarını ilerleten ve yükselen iki güç olarak ortaya çıkıyor. Ufukta bir Sovyet tehdidi yok ve Batı da Müslüman ülkeler arasında yeni bir paktı desteklemekle ilgilenmiyor. Ancak jeostratejik kaygılar, bu ülkelere mümkün olduğunca ve yeni bir 'duyuru'ya kadar kulak asmayı ve ayak uydurmayı gerektiriyor.
ARYEH LEVIN: İsrail gazetesi, İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın siyasi araştırmalar bölümünün eski başkanı, 1 Kasım 2009
Kaynak: Radikal