Erdoğan İslamcı bir öcü değil

 

İsrail’in Gazze ablukasını delmek için yola çıkan sivil Türk gemisine düzenlediği saldırıdan beri efsane üreticileri pek meşgul. Olayların Türkiye versiyonunda elbette ki inanılmaz unsurlar var. Türkiye’de pek az insan siyasi eylemcilerle güvenlik takıntılı İsraillileri karşı karşıya getirmenin riskinin farkına varmış görünüyor. Bazı Türkler ‘sıfır sorun’ politikasının İsrail’le ilişkilerin yıkıntılarından sağ çıkabileceğine inanıyor, halbuki Türkiye’nin bölgedeki herkesle iyi ilişki içindeki yegâne Ortadoğu ülkesi olduğunu iddia etmesi artık mümkün değil.

Pasif direniş akıllıca olurdu
Ne var ki bu yanlış algılar, bazı İsrailli yorumcuların, Mavi Marmara’nın ‘İslamcı’ Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin İsrail’le doğal ittifakını yıkma, İslam dünyasının liderliğini ele geçirme ve bölgedeki eski Osmanlı topraklarında hâkimiyet kurmaya dönük gizli planları çerçevesinde hazırlanmış bir gösteri olduğuna ve bu gösterinin taşeronluğunu da Kaide bağlantılı teröristlerin mensubu olduğu yardım örgütü İHH’nin yaptığına dair görüşünün yanında epey silik kalıyor.

Birincisi, açık denizde Türklere ateş açan ve dokuz kişiyi öldüren İsrail’di. Türklerin sadece pasif direniş göstermesi daha akıllıca bir hareket olabilirdi, ancak Türk tarafında kimsenin kan dökülmesini planlamadığı da açık. Mavi Marmara’yı organize edenler, can kayıpları için hazırlık yapılmadığına dikkat çekiyor.

İHH’nin merkezi İstanbul’un yeşillikler içindeki bir semtinde. Üst kattaki ofisinde Ortadoğu koordinatörü Ahmet Emin Dağ, örgütün ablukayı delme girişimini bir bağlama oturtmaya çalışıyor. Kurumun yıllık 50 milyon dolarlık bütçesi olduğunu söyleyen Dağ, 20 milyon doların Filistinlilere gönderildiğine dikkat çekiyor. Ve bu 20 milyonun yarısı Gazze’ye, diğer yarısıysa Batı Şeria ve Kudüs’e gidiyor. Evet, İHH Hamas’ı destekliyor, Siyonizm karşıtı bildiriler çıkarıyor, kamuoyunun Filistinlilere duyduğu sempatiyi artırmaya çalışıyor. Ancak Dağ’ın deyişiyle “Hayır, İHH sadece İsrail-Filistin ya da sadece Hamas demek değil.”

Peki ya AKP’yle ilişkileri? Aslında İHH AKP’yle aynı muhafazakâr ve dini temeli paylaşıyor. Fakat Erdoğan’ın rakibi Saadet Partisi’ne daha yakın olduğu ve milliyetçi sağla bağlantıları bulunduğu söylenebilir. Türkiye’deki gayrıresmi ve kuvvetli bir dini hareketin nispeten ilerici lideri Fethullah Gülen, İHH’nin Gazze ablukasını delme yöntemini eleştirdi. Üst düzey bir AKP yetkilisi Gülen’in yaklaşımına katıldığını açıkça dile getirdi ve parti taraftarlarından büyük alkış aldı. Erdoğan hükümeti ablukanın delinmesi çabalarına sempatiyle yaklaştı ve geminin yola çıkmasına izin verdi, fakat konvoyun organize edilmesinde hiçbir aleni rol oynamadı, kargoyu ve gemilere binen herkesi silahlı olup olmadığı konusunda denetledi ve bir parti mensubunun veya yetkilinin konvoya katılmamasını sağladı.

Kısacası, Türk liderlerin büyük bir kısmının yurtdışında olduğu ve dışişleri bakanının İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yla buluşmayı planladığı bir dönemde kimse böyle bir şiddet olayını istemiyordu ya da beklemiyordu.

Ancak Erdoğan’ın kavgaya hazırlandığı ve İsrail karşıtı ideolojilere bağlı olduğu yönündeki eleştiriler ısrarla sürüyor. Bu fazlasıyla yanlış. Başbakanın söylemi çoğu zaman hırçın ve modası geçmiş olabilir ama ideolojisi İsrail’in yıkılmasını hedeflemiyor. Erdoğan sadece iki yıl önce İsrail başbakanı Ehud Olmert’i resmi ofisinde ağırlamıştı. Belki safça ama İsrail ve Suriye’yi doğrudan görüşmelerin, hatta barışın eşiğine getirdiğine kesinlikle inanmıştı. Ama sadece birkaç gün sonra Olmert Gazze’ye saldırdı.  İlişkilerdeki dönüm noktası, birkaç hafta sonra Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e çıkışması değil, bu saldırıydı.

Erdoğan’ın Ortadoğu politikasına ‘İslamcı’ demek de pek mümkün değil. Serbest ticaret, ekonomik entegrasyon ve politika koordinasyonu üzerinden istikrar ve refahın sağlanması daha ziyade AB’nin ihtilaf çözme reçetesini hatırlatıyor. Ayrıca bu politikadan Rusya, Sırbistan ve Yunanistan da fayda sağladı. Türkiye’nin Avrupa ve ABD’yle bağları eskiye göre dış politikadaki ağırlığını kaybetmiş olabilir, ancak bu durum ülkenin temel yönünü değiştirdiği anlamına gelmiyor. 

‘Altın çağ’ Oslo’ya denk gelmişti
İhraç ürünlerinin yarısından fazlası hâlâ Avrupa’ya gidiyor, yabancı yatırımın yüzde 90’ı AB’den geliyor ve Avrupa’da 4 milyondan fazla Türk yaşıyor. Ortadoğu ülkeleriyse Türkiye’nin ihracatının çeyreğinden azını alıyor, turistlerin sadece yüzde 10’una tekabül ediyor ve sadece 110 bin göçmen Türk işçiyi istihdam ediyor.

İsrailli yorumcular efsaneler yaratıp İslamcı öcüler inşa etmek yerine Türkiye’nin İsrail-Filistin politikasında kamuoyunun çok önemli rolü olduğunu anlamalı. İsrail’le krizler hep Türklerin Filistinlilere haksızlık yapıldığı inancının ardından geldi. 1967’de de, 1980’de İsrail’in Kudüs’ün tamamını başkent ilan etmesinde de, 2002’de Batı Şeria’nın işgalinde de bu böyle oldu. İlişkilerin altın çağını yaşadığı yıllar istisnaydı ve tam da Oslo barış süreci dönemine denk düşmüştü. İsrail yine barış istiyor gibi algılandığında, birlikte çalışmaya hazır bir Türkiye’yi hızla yanında bulacaktır. (İsrail gazetesi, Uluslararası Kriz Grubu’nun Türkiye/ Kıbrıs proje direktörü, 21 Haziran 2010)

 


Kaynak: Radikal