Roma'dan, Venedik'ten Ergenekon'lu yazılar (1)
Sabah erken, güneş ısıtıyor. Piazza Navona çok tenha. Kahvelerin çoğu henüz açılmamış. Tre Scalini'nin kaldırım masalarına bembeyaz örtüleri seren garson, mırıldandığı şarkıyla anlaşılan güne neşeli başlıyor.
Sabahın ilk kahvesi mis gibi.
Güvercinlerin uçuştuğu Bernini'nin elinden çıkma on yedinci yüzyıldan kalma çeşmenin önündeki kızla erkek fingirdeşiyor.
Yazımı burada mı yazsam?..
Erdoğan, Demirel gibi muhalefet yaparsa...
Ne hazin!
Roma'da, tarihle flört eden bir meydanda, böylesi bir ortamda iç politikaya dönmek belki de hazin ötesi...
Ama şair değilim ki?..
Bu arada Fenerbahçe'in Ankara'daki maçı da yazılabilirdi.
Ama benim işim başka:
Erdoğan ne yapacak?..
AKP kurmaylarının şu günlerde öfkeli oldukları konusunda herhangi bir kuşku yok. Ama bu duygularını içlerine bastırıyorlar.
Öncelikleri, tansiyonu düşürmek.
Devletin kurumlarıyla, yargıyla kavgalı bir görüntü vermekten yana değiller. Ortalığı yumuşatma gayreti içindeler. Boğaz dokuz boğumdan oluşur; hele şu günlerde konuşmadan önce dokuz kez yutkunmakta yarar var diye düşünüyorlar.
Sorduğunuzda şu yanıt geliyor:
"Ama özünde sağlam duracağız."
Ne demek bu?..
Örneğin referandum göze alınacak mı?
Soru işareti...
Anayasa Mahkemesi'ndeki davayı düşürmek için parti kapatmalarını güçleştirici anayasa değişikliğine gidilecek mi?
Soru işareti...
Sivil anayasa?
Soru işareti...
AKP Grubu fire verir mi?
Soru işareti...
Seçim sistemi ve siyasal partiler ile ilgili yasal düzenlemelere kalkışılır mı?
Soru işareti...
Parti kapatılırsa, AKP'nin yerini alacak partinin ilk seçimlerdeki oy oranı düşer mi, artar mı?
Soru işareti...
Erdoğan'a siyaset yasağı ne olacak?
Soru işareti...
AKP kapatılacak mı?
Soru işareti...
Bu sonuncu soru işaretiyle ilgili olarak AKP'deki tüm hesaplar, sanıyorum, kapatma üzerine yapılıyor.
Benim de fazla bir kuşkum yok. Anayasa Mahkemesi'nden AKP'nin kapatılması yönünde çıkacak son karar.
Erdoğan ne yapacak?..
Bu sorunun yanıtını merak eden çok. "Sağlam duracağız, boynumuzu uzatmayacağız" söylemi pek o kadar heyecan uyandırmıyor. Önemli olan ne yapılacağı. Yukarıda altını çizdiğim gibi çok soru işareti var.
Benim aklıma Demirel-vari muhalefet anlayışı takılıyor.
Nasıl mı?..
Rüzgara başını eğmek!
Askerin koyduğu kurallara rıza göstermek...
Seçim sandığını beklemek...
Bir iki denemeden sonra seçim kazanmak...
Bunu da demokrasi sanmak...
Bir başka deyişle:
Kurallarını başkasının koyduğu oyunu oynamak...
12 Mart'ta böyle olmadı mı?
Demirel'i devirdiler, kuralları koyup çerçeveyi çizdiler, Demirel seçimleri kazanıp yine başbakan oldu ama demokrasi oldu mu?
12 Eylül farklı mıydı?
Demirel'i devirdiler.
Kuralları koyup oyunun çerçevesini çizdiler. Bir deneme, iki deneme derken Demirel tekrar seçimleri kazandı, başbakan oldu.
Ama demokrasi mi oldu?
Demokrasi o muydu?
Demirel altı kere gitti, yedi kere geldi ama demokratik hukuk devleti bu ülkede tüm kural ve kurumlarıyla oturmadı. Kimilerinin göremediği ya da görmek işlerine gelmediği 'asker-sivil bürokratik oligarşi' yine kendi düdüğünü öttürmeye devam etti.
Ne Güneydoğu düzeldi.
Ne Kürt sorunu çözüldü.
Ne Kıbrıs meselesi çözüldü.
Ne laiklik yerine oturdu.
Ne din eğitimi yoluna girdi.
Ne hukuk devleti kuruldu.
Ne Ermeni sorunu bitti.
Ne ifade özgürlüğü gerçekleşti.
Yalan mı?..
Hep bu sorunlarla yaşanıyor.
Hatta, Sayın Demirel altı kere gitti yedi kere geldi ama, bütün bu süreçte ekonomide yapısal sorunlar da çözülmedi.
Bu nedenledir ki merak ediyorum, Sayın Erdoğan ne yapacak diye?.. "Daha gencim, zamana oynarım mı?" diyecek, yani Demirel gibi gidip gelmeye mi yatacak, bunu demokrasi mi sanacak?
Bir başka deyişle:
Siyasal iktidarı kendisi için mi isteyecek, yoksa bir şeyler yapmak için mi?..
Hava güzel, güneş ısıtıyor.
Piazza Navona kalabalıklaştı.
Japonlar, Çinliler geliyor!
Campo De'Fiori'ye yürümeye başladık. Roma'nın kilisesi olmayan tek meydanı. Bruno elinde kitabı, bağnazlığa meydan okuyan duruşuyla yine meydanın tam ortasında dimdik... Kimbilir kaç kez yazdım bu meydanı ve Giordano Bruno'yu.
Tarih, 16 Şubat 1600.
Şafakla birlikte Bruno, bu meydanda kazığa bağlandı; önce kocaman bir kıskaçla çok konuştuğu için dili koparıldı; sonra odunlar tutuşturularak yakıldı.
Neden ki?..
Özgürlüğü, dini ve felsefi özgürlüğü savunduğu için, bağımsız düşündüğü için yakıldı Giordano Bruno...
Ama ne var ki Campo De'Fiori'de yükselen alevler insanlığın önünü aydınlattı, demokrasiye giden kapıları araladı.
Ve Bruno yanarken meydanda sevinç çığlıkları atanları, keçi boynuzu gibi haksızlık ve adaletsiz önünde tavır alamayanları yazmadı tarih, Bruno'ları yazdı özgürlüğü savunan...
Giordano Bruno'nun heykeli önünde bir Roman, hüzünlü bir parça çalıyor eski püskü kemanıyla...
Nehir boyu yürüyoruz.
Roma'da da erguvanlar açmış, Boğaz'daki gibi.
Trastevere her zamanki gibi canlı. "Savaşa karşıyız biz, yemek menümüz turistik değil" diye yazmış lokantanın önüne, "Burası gerçek bir Roma mutfağıdır" diye eklemiş.
Piazza di S. Maria'nın dibinde küçücük bir yer. Hem yemek yenebilir, hem de yazı yazılabilir gözüküyor.
Yaşamak güzel şey!
Kaynak: Milliyet