Erbakan'ın mirâsı

Necmettin Erbakan Türkiye’nin en sevilen siyasetçisi değildi ama 84 yaşındayken vefat ettiği 27 Şubat tarihi pek çok kişi tarafından ciddiyetle not edilmiştir. 27 Şubat tarihi, çok daha fazla kişi için de Türkiye demokrasisi üzerinde ve Erbakan’ın siyasi manşetleri belirlediği 1970’lerden beri Türk siyasetinin esaslı evrimi üzerinde derinlemesine düşünme vesilesi olacaktır. Türkiye, Erbakan’ın siyasi mirası sayesinde ve dahi ona rağmen çarpıcı bir biçimde değişmiştir. Hakikat, Türk siyasetinin bugünkü durumu, Erbakan’ın Türk siyasi sistemine yaptıklarının dolaylı, birçok açıdan niyetlenilmemiş sonuçlarıdır.

Akademisyenlik ve makine mühendisliği geçmişi olan Erbakan kırklı yaşlarında Konya’dan milletvekili seçildi. Aynı yıl, siyasi ideolojisini tanımlayan “Milli Görüş” adlı bir belge yayınladı; Türkiye’nin sanayileşmesi ve ekonomik bağımsızlığıyla ilgili vizyonunu bu belgede ortaya koydu. Dikkate değerdir, Avrupa’yla derin bağlara karşı uyarıda bulunmuş, Türkiye’nin İslam dünyasına yakınlığı ve onunla olan dini bağlarına odaklanmıştı.

Erbakan, bihakkın İslamcı parti olarak adlandırılabilecek ilk Türk partilerinin kurulmasına liderlik etti; önce Milli Nizam Partisini, ardından da halefi Milli Selamet Partisi’ni kurdu. Milli Selamet Partisi küçük çapına rağmen 1970’lerde Türk siyasetinde önemli bir aktördü; bunun nedeni en çok da parçalı parti sisteminin koalisyon potansiyeline sahip küçük partilere oy dağılımlarının da fevkinde bir güç vermesiydi. Erbakan’a bağlı İslamcılar koalisyon hükümeti tecrübesini 1970’lerde edinmişlerdi, ki 1990’lardaki hükümet ortalığının habercisi olacak bir tecrübedir.

Dramatik 1980 askeri darbesinden sonra zamanın diğer siyasetçileriyle birlikte Erbakan’a da siyaset yasağı kondu. Yasak 1987’de kaldırıldığında, Erbakan Refah Partisiyle siyasete döndü; RP önemli bir dizi belediyeyi kazandı. Refah Partisi 1980’lerde ve 1990’larda Türk siyasetinde esaslı yeniliklere öncülük etti; şöyle ki taban desteğini seferber etmekte çok daha etkin olduğunu ispatladı ve mahalli hizmetleri seçkinlerin güdümündeki parçalı merkez sağ veya merkez sol’dan çok daha etkili bir şekilde sundu.

Refah Partisi 1990’larda toplam oyların yüzde 20’sinden biraz daha fazlasını alarak meclisteki en büyük parti olduktan sonra sıçrama yapıp Türk siyasi sisteminin tepesine kondu.  Erbakan’ı işin dışında tutma çabalarına rağmen o 1996’da merkezci rakibiyle kurulan koalisyonda en nihayet başbakan da oldu. Erbakan’ın başbakan olarak geçirdiği yıl başarıdan daha çok yanlış siyasi adımlar atma tehlikesiyle ve ona neredeyse hiçbir manevra alanı bırakmayan ordunun ve laik partilerin baskılarıyla hatırlanır.

Ortadoğu’daki diplomatik bir çaba yurtiçinde başarısızlık olarak algılanıyor, sivil grupların ve devletin sergilediği direnç Erbakan’ın yurtiçi gündemini felce uğratıyordu. Siyasi bir skandala bulaşmışlık algısı, hareket edemeyen hükümetin aczini daha da artırıyordu. İçinde tutulduğu siyaset kutusu çok acı verecek denli kısıtlayıcı olmaya başladı ve başbakanlık koltuğuna oturduktan sadece bir yıl sonra askeri baskı neticesinde istifa etti. Anayasa Mahkemesi, laik Türk anayasası ihlal edildiği gerekçesiyle Refah Partisini kapattıktan sonra Erbakan siyaseti terke zorlandı.

Erbakan, Refah Partisi üyeleri arasında, hem geniş kabul gören ama yeterince temsil edilmeyen görüşlerin gözüpek savunucusu hem de esnek davranmayan ve yer yer otokratik bir parti lideri olarak tanınmıştır. Örgütçü dehası, Refah Partisi yıllarında geniş bir yelpazeye yayılan siyasi yetenekleri cezbetmiş, pek çok yeni simanın önemli yerel yönetim mevkilerinde Türk siyasetine girmesine imkân tanımıştır. Bu kişiler arasında en tanınmışı, 1994 yılında Refah Partisi’nin İstanbul Belediye Başkanı olan ve şu an başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ancak Erbakan, Refah’ın mesajında mündemiç olan esnekliği ve potansiyel câzibesini ve de Refah Partisi’nin genç ve dinamik çekirdek kadrosunun kariyer emellerine destek vermenin önemini takdir edemedi. Refah Partisi yasaklandıktan sonra kurulan Fazilet Partisi, Erbakan liderliği ve partinin stratejisi üzerinde dönen gerilimlerin sahnelendiği bir forum oldu.  

Erbakan’a konan siyaset yasağı, ona sâdık kalan kişileri Fazilet Partisinin meselelerini Erbakan’ın arzularına göre yönlendirmekten alıkoymadı. Bununla birlikte, geleceği parlak liderlerden gelen meydan okumalar, Erbakan’ın parti hareketi üzerindeki ideolojik ve stratejik kontrolü, bölünmeleri gitgide görünür kıldı. 2001 yılında Fazilet Partisi de selefi gibi Türk laikliğini çiğnediği gerekçesiyle yasaklandığında, Erbakan’la yaşanan anlaşmazlıklar İslamcı parti hareketinde kopuşa neden oldu. Bu kopuş, eski İstanbul belediye başkanı Erdoğan liderliğinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulmasıyla, Erbakan ve onun en yakın arkadaşlarının gitgide marjinalleşmeleriyle neticelendi. Erbakan’ın hapis cezası, onun siyasi emellerini tüketmedi ve rakibi AK Parti tarafından 2002 seçimlerinde gölgede bırakılacak olan Saadet Partisi’nin, şahsi bir aracın, kurulmasına önayak oldu.

Erbakan’ın Başbakanlık süresi tartışmalarla sakatlandı; ve siyasi mirası marjinaldir. Benzer şekilde, mecliste sandalyesi olmayan Saadet Partisi’ni yönlendirdiği son yılları onun doğal sempatizanları olduğunu ileri sürebileceği dindar muhafazakârlar arasında bile ne denli tecride düştüğünü gösterdi. Doğrudan mirâsı, siyasi emellerinin ve büyük ideolojisinin çok gerisinde kalır. Onun mirâsı, 1990’larda başbakan olarak hizmet verdiği Türkiye’den çok daha başka, en yakın rakipleri olan ilk arkadaşlarının büyük ölçüde yeniden şekillendirdiği bir Türkiye’dir.

Birincisi, Erbakan Türkiye’de siyasi partinin ne demek olduğunu yeniden târif etmiştir. İslam’ın sosyal, eğitim ve hizmet rolü hakkındaki anlayışı, partilerin vatandaşları seferber etme potansiyeliyle ilgili düşüncelerini etkilemiş, şekillendirmiştir. Erbakan’a göre bir parti, bir hareketin rolünü de oynayabilirdi; ve bir hareket, Erbakan’ın partilerinin sürekli olarak karşı karşıya geldiği yasal meydan okumalardan daha dayanıklı çıkabilirdi. Refah Partisi kapı kapı dolaştı,  kamu hizmetleri götürdü, üyelik teşvikleri sundu ve rakiplerinin beceremediği şekilde teşkilatlanma çalışmaları yürüttü. Parçalı merkez sağ ve merkez sol liderleri ise sosyal tabanı zayıf, Anadolu’nun derin ekonomik sorunları ve sosyal kaygılarını değil de İstanbul seçkinlerinin küçük çekişmeleriyle daha meşgul görünen partilere liderlik ettiler.

İkincisi, Erbakan Türk İslamcılığına onu zamanla yeniden şekillendirecek katılımcı bir yolda başladı. Gerçi diğer partiler Erbakan daha Türk siyasetine girmeden önceleri İslam’a sempatilerini sunmuşlardır ama Türkiye bağlamında İslamcı hareketin keyfiyetini belirleyen Erbakan oldu. İslamcı hareket demek, ideolojik rakiplerle koalisyon kurmak dâhil laik siyasete doğrudan katılım da demekti. Erbakan’ın katı bir laik anayasa çerçevesinde siyaset yapma istekliliği Türk İslamcılarının siyasi stratejileri ve davranışları - ideolojik tavizler karşılığında seçimlerde başarı şanslarını artıracak şekilde-  zaman içerisinde değiştirmeyi öğrenmeleri anlamına geliyordu. İroniktir, bu ilkeyi ilk kez uygulayan Erbakan iken, bu ilkeden kazanç elde edenler – hatta ki Erbakan pahasına - AK Parti’deki daha genç rakipleriydi; nitekim merkez Türk siyasetine hâkim olmuşlardı.

Üçüncüsü, Erbakan Avrupa-Ortadoğu arasındaki konumundan ve halinden çok daha memnun bir Türkiye bırakmıştır; Türkiye’yi Avrupa’dan uzak tutma ve İsrail’le ilişkilere direnme uyarısı şu anki hükümet dâhil tüm hükümetler tarafından önemsenmemiş olmasına rağmen, Türkiye’nin bölgesel rolü zaman içerisinde önemli derecede güçlendi. Türkiye’nin dış ilişkilerinin ardındaki politikalar Erbakan’ın yapabileceğinden çok daha pragmatiktir  ve ideoloji daha azdır ama, doğrusu, Türkiye’nin komşularıyla zengin ilişkileri Erbakan’ın “Milli Görüşünü” yansıtmaktadır. Türkiye Avrupa karşısında hissettiği aşağılık duygusundan uzaklaşıp zamanla bölgede nüfuzunu artırmasını sağlayan güçlü yanlarını görmeye başladı.

En nihayetinde Erbakan bugünün Türkiyesi’ni asla yaratamazdı. 21. Yüzyılın sunduğu fırsatlar ve tehditler karşısındaki Türkiye’ye öncülük yapamayacak kadar kutuplaştırıcı, ideolojik ve  eğilmez/esnemezdi. Bununla birlikte, bugünün Türkiyesi Erbakan olmaksızın da olamazdı. Onun mirâsı sayesinde Türkiye bugün hem daha demokratiktir hem de daha bölünmüştür ve Türkiye liderleri halkın ihtiyaçlarına hitap etme ve toplumsal koalisyonlar kurma konusunda onun öğrettiklerine çok şey borçludur; Erbakan’ın siyasi katılım ve rakiplerle işbirliği modeli de İslam’ın Türk parti sisteminde oynayacağı yapıcı bir rolü olduğu şeklindeki beklentileri şekillendirmiştir. 

Türk siyasetçileri, Erbakan’ın Türk siyasetindeki merkezi ayrışma hatlarından birine çevirdiği Türkiye’nin dini ve bölgesel kimliği üzerindeki ihtilafta halen mücadele veriyorlar. Maalesef, Erbakan ile laik ve asker rakipleri arasında 1990’larda yaşanan gerilimler çağdaş Türk siyasetindeki gerilim tırmandırma politikalarında halen görünür bir haldedir. Erbakan’ın kasıt olmaksızın bıraktığı mirâs şudur: Onun benimsediği katılım modeli Türk İslamcılarını ideolojik ılımlılığa ve pragmatizme sevketmiştir. Erbakan yolun sonunda merkezci rakiplerinden uzak durmuşsa da onun İslamcıları artık merkezle evlendiler, öyle ki Türkiye’nin geliştireceği kimlik çözümleri her ne olursa olsun, demokratik süreçler çerçevesinde olacaktır.

Kaynak: Foreign Policy

Yazar hakkında: Middlebury College siyaset bilimi profesörü.

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı