Ensesini kaşıyan adam

 

 Soğuk ve aristokrat yüzlü bir gazeteci.

Çok satan bir gazetenin ağır abilerinden. Abiliği kadar, ağırlığı da o gazetenin etki alanıyla sınırlı neyseki. Sol gözünü kısarak güldüğü fotoğrafına baktıkça, acaba duygusal renklere boyadığı sivri dili kimi sokacak diye merakla beklerim.

Pek dolaşmaz ortalıkta. Ara sıra kucağına aldığı kedisiyle ya da okşadığı köpeğiyle bir görünüp kaybolur. Saz arkadaşlarıyla lüks mekânlarda bir araya gelip desiselerini hercümerç ettikleri toplantıları saymazsak tabi. Bir de keman çaldığı o havalı resimleri.

Yazdığı yazılarıyla sıkça gündeme gelir. Ama hemen yanılgıya kapılmayın. Öyle fikir ve düşünce yoğunluklu, akademik, felsefi veya edebi yazılar değil bunlar. Güya yıllandıkça kıymeti harbiyesi artıyormuş ya, işte o sebepten ‘yılların gazetecisi’ unvanıyla şuraya buraya sataşıp durma numunelerinden başka bir şey değil söyledikleri.

Ne mi yapar?

Mesela kediciğini ne kadar sevdiğini, köpeğinin ölümünün ardından ne denli büyük acılarla boğuştuğunu anlatır okuyucularına.

Sabahları çiçek sularken gökyüzünü seyrettiğini, kedisinin günlerden sonra ilk kez koşup dizlerine tırmandığını, falan yerde içtiği filan şarabın tadının nasıl günlerce damağında kaldığını anlatır üstüne basa basa.

Ormanlardan, ağaçlardan, bin bir renkli çiçeklerden ve kelebeklerden, böceklerden bahseder. ‘Keşke’ der, ‘her taraf yemyeşil olsa. Kırlarda koşsa çocuklar. Sere serpe piknik yapsa ülkemin seçkin ve cumhuriyetçi vatandaşları. Dans etsek akşamlara kadar, herkes birbirini sevse, hayat bayram olsa mesela.’ 

Siyaset de yazar. Hayvan severliğini yansıttığı bu yazılarında derin ve ağır mevzulara ilişkin görüşlerini açıklar. Her ne kadar ele aldığı konular sosyal, siyasal, hukuki, ekonomik veya iktisadi olsa da, o mutlaka bir yolunu bulup işi Atatürk sevgisine, laik cumhuriyete olan sarsılmaz bağlılığlına getirir.

Olur da bir gün şeriat gelirse kedisini kucağına alıp nereye kaçacağını bilemeyecek bir duruma düşmekten ödü kopar. Saz arkadaşlarıyla birlikte kâğıt oynayıp, Hayrünnisa Gül’ün başörtüsüne duydukları öfke ve hakaretamiz muhabbetleri yaptıkları toplantılara ara vereceğinden korkar. Takkeli yobazları, çarşaflı karafatmaları, yobaz tarikat mensuplarını, gerici akademisyen ve gazetecileri düşündükçe nevri döner. Hani olmaz ya, diyelim ki bunlar bir gün siyasal iktidar aldıkları gibi ‘devlet iktidarını da ele geçirirlerse’, vay gelir onun ve saz arkadaşlarının başına…

Ama hayat istediği gibi akmıyor insanın. Dahası dünya büyük gazetenin kendisi kadar büyük binasından ibaret değil dünya. Dışarı çıkmadan, pazara inmeden, kalabalıklara karışmadan sadece büyük gazetenin lüks camlarından dışarı bakarak görünmüyor bazı gerçekler.

Nitekim saz arkadaşlarıyla birlikte başlattıkları ‘Hadi hep beraber; Çankaya’nın Yolları, Yobazlara Kapalı’ kampanyası işe yaradı ve örümcek kafalı iktidarın cumhurbaşkanlığı hayali kuran adayının Çankaya yolu geçici olarak kapandı. Derin bir nefes aldı ağır abi ve arkadaşları.

Ama dedik ya, hayat insanın istediği gibi akmıyor her zaman. ‘Türkiye sahipsiz değil, bakın milyonlar sel oldu aktı caddelere, hele bir seçim gelsin, görürsünüz siz! Bu millet keriz değil!’ diye yazdı durdular günlerce.
Sonra?

Sonrası malum. Tekrara lüzum yok.

Sandıktan çıkan sonuç huzursuz etti kendilerini. Ağır abi, saz arkadaşlarıyla birlikte cumhuriyetin sahibi olan halka yöneltti oklarını. ‘Sen nasıl olur da…’ diye başlayamazdı cümlelerine. Çarelere tükenmiyor demokraside. Adına ‘göbeğini kaşıyan adam’ dedi. Akla hayale gelmedik yaftalar yapıştırdılar seçmene. Öyle ya, biz boşuna mı yırtındık? Bu kadar emeği heba etmenin bir anlamı var mıydı?

Ne yaparsın, olan oldu. Ama sol gözünü kısarak aristokratça gülen, eşi taaa bilmem hangi modern Avrupa ülkesinden gelmiş genç bir seçkinci olan ağır abi seçim öncesi adayın Çankaya’ya çıkışı kesine yakın bir olasılık kazanınca, seleyi hepten suya verdi. ‘Seçilse bile benim cumhurbaşkanım olamaz.’ dedi. 

Başbakan katıldığı bir TV programında ‘Adayımız gibi düşünmüyor olabilirsiniz, buna saygı duyarım’ dedi. ‘Onun cumhurbaşkanı olmasını arzulamıyor, sindiremiyor da olabilirsiniz. Buna da saygı duyarım. Ama eğer kimliğinizin üzerinde ‘T.C Vatandaşı’ yazıyorsa, siz bu kimlikle Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olma hüviyeti kazanmışsanız, adayımız da bu ülkenin meşru kanunlarıyla cumhurbaşkanı olmuşsa, bu cumhurbaşkanı sizin de cumhurbaşkanınızdır. Kabul etmiyorsanız, bu ülkenin vatandaşlığından çıkar gidersiniz. İstediğiniz yerde istediğiniz kişiyi de seçersiniz.’

 Vay efendim, sen misin bunu diyen!
 
 Şimdi bir duygu sömürüsüdür gidiyor.

 Ağır abi ensesini kaşıyor.

‘Başbakan beni kovuyor’ deyip yerlere atıyor kendini. Saz arkadaşları olanca güçleriyle enstrümanlarını çalıyor. ‘Ekşi köşe yazarı’ diş biliyor. ‘Köküne özüyle bağlı kaptan’ yaygara koparıyor. Devletin bazı hassas kurumlarıyla yakın ilişki içinde olan ‘yetkin muhabir’ surat asıyor. Ve dahi diğer şarapçı, hayvan dostu, modern çalgıcılar ‘ağır abimizi yedirmeyiz’ şarkısını bir ağızdan seslendirmeye başladılar. 

Ne demiş Başbakan?

‘Çık git bu ülkeden’ demiş.

Böyle mi demiş?

Böyle demeye getirmiş!

Getirdiği yeri bırak, ne demiş?

‘Sevmeyebilirsin. Sindirmeyebilirsin. Ama sen T.C vatandaşıysan, o da T.C kanunlarıyla seçilmişse, senin de, T.C kimliği taşıyan herkesin de cumhurbaşkanıdır. İlla da yok diyorsan, o zaman çıkarsın T.C vatandaşlığından, olur biter.’ Demiş.

Gördün mü, ‘bana pılını pırtını toplayıp, çek git’ demeye getirmiş.

Bana cumhurbaşkanını dayatamaz! Ben kabul etmem arkadaş!

Eee?

Ben de Sezer’i tanımıyorum.

Öteki Başbakan Erdoğan’ı takmıyor.

Beriki Büyükanıt’ı istemiyor.

Ne olacak peki kimse kimseyi tanımayınca?

Malum, her şey kedileri kucağa alıp poz vermekle bitmiyor. Ormanları sevmekle kanun, intizam yerini bulmuyor. Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönünce, yurdum insanı demokratik, hukuk düzenine kavuşmuş olmuyor. Yasalar herkesin paşa gönlüne göre uygulandığında ülke huzur bulmuyor.

‘T.C vatandaşı olan herkes, istemiyor olsa bile seçimle iş başına gelmiş birini kabullenmek zorundadır. Kabullenmek istemiyorsa, vatandaşlıktan çıkar gider’ ifadesini ‘beni kovuyor’ olarak kabul ediyorsanız, o da siz ve saz arkadaşlarınızın bileceği bir şeydir.

Ancak bilmeniz gereken bir şey daha var; seçimle iş başına gelmiş birini yok saymak keman çalıp, kedi okşamaya benzemez.

Karıştırırsanız ensenizi daha çok kaşırsınız.