En büyük cinayet kardeşliği öldürmektir

Günle alakalı olsa da “gündem” ifadesiyle ele aldığımız konunun bizi ne kadar meşgul edeceği, her zaman, belirgin değil. Gündemlerin nasıl oluştuğu, hangi saiklerle vücut bulduğu da netlikten varestedir. Netlikten nasibi olmayan konuda pek çok senaryonun ortaya çıkmasını da, doğal olarak, makul karşılamak durumundayız. Çok sayıda üretilen senaryoların kargaşası, zihni uyanıklığın ötesinde, bir tavır takınmayı muhal hale getiriyor.

Gündemler medya gücüyle buluştuğundan beri, sihirli bir açılım kazandılar. Genel akışın şefi durumundaki medyanın oluşturduğu güçlü akışın debisi, karşı görüşlerin seslendirilmesini zorlaştırıyor. Güncel, gerçeği perdeleme görevi yükleniyor.

Televizyon stüdyosunun ışıkların yanıp kameralar çalışmaya başladığında, konuşmacı, atmosferin ürkütücü gücüyle kendini,  çoğu zaman da, elinde olmadan denetliyor. Doğallık seyrini rafine düzleme bırakıyor. Kişinin meramını daraltmasının çeşitli anlaşılabilir sebepleri yanında, tespitte zorluk çekilen bilinçaltının etkisi de devreye giriyor.

Neticede, ekran kişileri, mevcut ana akışa paralel, tali patikaları ile yetinme durumunda kalıyorlar. Örnek üzerinden konuşacak olursak, meramı daha net anlatana imkanına kavuşuruz.

Yaşadığımız sarsıcı olayların üstesinden gelemediğimiz gibi, oluşturulanın / olanın gündeme gelme biçimi ve devşirilmek istenen neticeye de sağduyu ile müdahil olamıyoruz. Açıklığa kavuşturamadığımız, senaryoların muhayyilesinde açılan ve kapanan gündemler, sonunda inancı sarsacak konuma geliyor.

Uludere’de öldürülen insanlara, elbette duyarlı her vicdan sızlar. Ancak Müslüman’ın suçsuz bir insanın öldürülmesi karşısında üzülmesi zorunludur.

Çünkü Kitap öyle der.

Ayet mümini mümine, fiziki ve metafizik, tespit edilmez bir güçle bağlar. Ölenin kimliğine bakmaksızın suçsuz bir insanın öldürülmesini insanlığın ölümü olarak görür. (Maide Suresi, ayet: 32)  Elbette üzülmek yeterli değildir. Ancak üzülmek, sözü ve eylemi harekete geçiren etkendir. Üzüntü verici bu olayın sebebini ve oluşunu anlamak, suçluların cezalanmasını istemek, her insanın hakkıdır. Silahlı kuvvetler, diğer kurumlar gibi, bütün vatandaşlar adına hareket eder. Toplum, hükümet ve başbakan üzerinden rahatsız olduğu olayların üzerine gidip açıklığa kavuşmasını, suçluların cezalanmasını ister. Toplumun sağduyusu denetleyici fonksiyonunu yerine getirdikçe, millet adına iş gören memurlar işlerini kılı kırka yararak yerine getirirler. Çok daha dikkatli olurlar. Bu meselenin bir yanı.

Konunun diğer yanında, gündemin medya sihrine yaslanarak, bağlamını başka alanlara taşıması yer alır. İnsan hayatı üzerinden devşirilen ivmenin siyasete malzeme yapılması, ölümler kadar acı vericidir.

Öncelikle, insanın hayatını kaybettiği yerde, karşılıklı “kullanım” söz konusu oluyorsa, orada insan nesneye indirgenmiştir.  Acıyı fırsata dönüştürmek, ahlaki bir tutum olmadığı halde, ölüm üzerinden oluşturulan söylemler vicdanlarda derin izler bırakmaktadır.

Seksen küsur yıllık devlet anlayışının yanlış kurgulandığını artık milletçe ikrar ediyoruz. Kurucu görüşün müntesipleri açıkça ikrar etmeseler de sukutla ve küçük harfle konuşarak, durumu kabul etmeye kendilerini zorluyorlar.

Türk milliyetçiliği üzerine kurgulanan ulus devlet yanlıştı.

Bin yıla yaslanan köklü medeniyet algısı, bu asimilasyonu kabullenmedi. Dünyanın geldiği aşama da, on yedinci yüzyıl’daki bu öngörünün geçersiz olduğunu gösteriyor. Kıtalar ölçeğindeki birlik çabası bunun açık göstergesi. Bütün bu yaşanmışlıkların ışığında Türk milliyetçiliğinin çözüm olmadığı yerde, Kürt milliyetçiliği devreye giriyor. Bütün milliyetçiliklerin çıkmaz olduğunu, hiçbir ırkın diğerlerinden üstün veya eksik olmadığını anlatan, ortaya koyan söylemin çocuklarına ne oluyor? Kuruluştan bugüne, yaşanan sindirme politikaları, ihlaller, sürgünler, milletin marifeti olmadığı gibi onayıyla da olmuş değil. 

O zorlu günlerde, inancın ikliminde, “bir tarağın dişleri gibi, eşit”liği koruyanların çocukları bugün, acınası zavallılıklar içinde. Irkçılık hastalığının virüsü hep iki yönlü çalışır. Karşılıklı iki tarafı aynı oranda besler.

İki taraftan da aynı ayetleri okuyan kimi insanlar, muhabbet yerine öfkeyle bakmaya başladılar birbirlerine. Müslüman kimliğine sahip Kürt kardeşlerimizin bir kısmının yeni formülasyonu, çok ilginç. “Hile-i şeriye” denecek kadar hurafe.

Görüş şöyle:

“Zulme uğrayan bir kavmin, milliyetçilik yapması meşrudur”

Bu söz hakikati incitir. İnancı sarsar. Ateşin sadece namlulardan değil; kalplerden, dudaklardan açıldığını gösterir.

Çözüm arayanlar samimi olmalı. Samimi olanlar diyaloğun arasına namlu almaz. Ateşin yerini sükunetin ilham ettiği; “kendini kardeşinin yerine koyarak” düşünme, anlama çabası aldığında, “barut ıslanır”

Gelin barutu ıslatalım. Fünyesini koparalım bombaların. Kavramlar asli görevlerine dönsün. Kardeşlik sözcüğünü kinle tavlarsak, “oyalanma” içeriğiyle algılanır hale gelir.

Oysa kardeşlik; kapısını hukuka açan sevgiyi ve ekmeği pay eden eşit kefeli terazileri resmeder.

En büyük cinayet kardeşliği öldürmektir.

Onu öldüren silah kin; o silahı üreten en güçlü firma ırkçılıktır.

Bulutlara bakarak, uzun uzun düşünme safhasındayız kardeşlerim.