Cihan Aktaş
E-5'de otobüsten indiğimde başladı yağmur ve sanki daha başladığı anda sele dönüştü. Önce önemsemedim. Elimde şemsiyem vardı, açtım ve yürüdüm. Birkaç metre ilerledikten sonra geri döndüm, alt geçit merdivenlerinin altına sığınan kalabalığa karıştım. Durmayacak, dinmeyecekti yağmur; gökyüzü kükrüyordu. Yeniden, bir taksi bulmak üzere yola düştüm. Güçlükle bindiğim taksinin şöförü yarı yolda bıraktı: Daha aşağılara inemezdi, inse çıkamazdı kesinlikle; aşağıda, minübüs yolu trafiğe kapanmıştı çoktan. Birkaç adım içinde baştan aşağı ıslandım. İlerlemenin, bir adım daha atmanın imkanı yoktu, Saray Sokak üzerindeki bir mağazaya sığındım. Ortalığa sular saçıyordum bir şemsiye gibi, özürler diliyordum bu yüzden. Mağaza sahipleri rahat olmamı söylediler.
İnsanlar sokaklardan çekiliyor, arabalar aşağı sokaklara sapmıyor, taksiler yolcu almaya yanaşmadan gaza basıp gidiyor. Mağazaya sığınan birkaç kişiden biri, aşağı sokaklardaki komşusuna gitmek üzere yola çıkmış olan kadın, bu ziyaretini gerçekleştirmekten vazgeçmek istemiyor. Üzerimizden sular akarak bekliyoruz bir yarım saat kadar. Yağmura dolu katılıyor ve caddeyi kaplayan su, çoğalarak sonsuzca akacak gibi görünüyor.
Şimdi evde, yazı yazmak için masa başına geçmiş olmalıydım. Akşama iftara davetliyim, bakalım gidebilecek miyim? Dışarı çıkmaya niyetlendim. Biraz daha bekleyin isterseniz, dedi Mağaza Sahibi. Bakkalın önündeki bahçe duvarını yıkmış, alıp götürmüş sel. İyi de üzerimiz ıslak, daha fazla beklersek hastalanacağız. Aşağı sokaktaki komşusuna gitmekten vazgeçen sığınmacı kadınla birlikte çıkmaya niyetlendik; yarım metre suda boğulacak değiliz ya... Kapıdan çıkmadan önce elimdeki paketleri mağaza sahibine emanet ettim. "Şemsiyeyi de bırakın", dedi Mağaza Sahibi. "Kullanamayacaksınız nasılsa." Öteki Sığınmacı Kadın yukarı yola saptı, ben aşağıya. İki ara sokaktan daha geniş olanından geçerek eve gitmeye çalışacağım. Sel kollektör kaldırım tanımıyor, her türlü tedbiri yerle yeksan ederek ilerliyor. Daha aşağılarda, fırsat bulursa ölümcül yüzünü göstermeye hazır; bir dere yatağı bulabilirse. O çoğalmaya devam ederken ben ilerlemeye çalışıyorum. Niçin asfalt yaparlar bu sokakları, bunu soruyorum kendime, kim bilir kaçıncı defa. Asfalt suyun zemin tarafından emilmesine izin vermiyor. Bir adım, bir adım daha…Yağmur Hollandalıların dediği gibi, kovalarla boşanıyor. Yanımdan çocuğunu omuzlarına almış bir kadın geçiyor, panik içinde, yine de adımlarını dikkatle atarak. Çok fazla insan yok selin içinde, iki üç kişi güç bela ilerliyoruz. İşte oturduğum apartmanın safran sarısı bahçe duvarı, uzaktan görüyorum. Selin apartmanların alt katlarının kapılarından, pencerelerinden, merdivenlerinden nasıl da hızla dolduğunu, bodrum katlarda oturan insanların, kucaklarında çocukları ve ne yapacağını bilememe telaşıyla nasıl koşuşturduğunu, çığlıklar attığını görüyor, duyuyorum.
Su plastik torbaları, şişeleri, gazete kağıtlarını sürükleyerek caddeye akıyor.
Yanından geçtiğim apartmanın kapısı önünde ıslak eşyalar var; bodrum katından çıkartılmış olmalı. İnsanlar koşuşturarak bir şeyleri kurtarmaya çalışıyorlar. Biri sesleniyor: Buraya gelin, girişi yüksek bu apartmanın. Sadece birkaç metre sonra ulaşacağım oturduğum apartmana. Bir adım, bir adım daha ilerlemeye devam ediyorum. Çocuklu kadın ilerlemekten vazgeçiyor, bakkala sığınıyor.
Eve ulaşır ulaşmaz telefonla aramalar başlıyor. Yetiştin mi? Ulaşabildin mi? Suyun yüksekliği ne kadardı…
Kısa haberler: Komşu apartmanlardan birinin bodrumunu sel basmış, itfaiyeyi çağırmışlar; hemen gelmiş. Milletin evlerinin içi su dolu abla, insanların canları tehlikede, bu da bir şey mi, demiş İtfaiye görevlisi. Bodrumda kimse yaşamıyor sonuçta, kediler dışında. Bodrumlarda yaşayan kediler şimdi nerelerdeler… Küçükyalı parklarının hakimi kediler nerelere sığındılar acaba…
Akşama iftara Muhsine Zeynep Çocuk Yuvası'na davet etti amcam Zihni Aktaş, bu yuvayla ilgilenen bir derneğin üyesi olarak. Gidebilecek miyim…Aileleri tarafından bu yuvaya bırakılmış veya emanet edilmiş 6-12 yaşları arasındaki çocuklarla aynı iftar sofrasında bir araya geleceğiz. Onların çoğu yaşları itibarıyla oruç olmayacak belki, ama bir iftar sofrası nedir, yaşayarak bilecekler.
Yağmur diner mi, bilmiyorum. İftara gidebilecek miyim… (Daha Dünya Bülteni yazısını yazmaya başlamadım! )
Her halde gideceğim çocuk yuvası iftarına. Dünya Bülteni yazısını da biraz geç gönderirim bu hafta.
Ben sadece birkaç saatine tanık oldum bir selin, kısmen içinde kalarak, suyun sele dönüşmesine, selin delice bir itilişle bodrum katlarına doluşmasına, alt katlarda yaşayan insanların sokaklara dökülmesine tanık oldum.
Yuvalara bırakılmış çocuklar, belki doğduklarından beri onları yakalamaya çalışan bir selin tehdidini duyarak yaşıyorlar. Toplum karşısında güvensiz, zayıf, çekingenler. Acıma ile yaklaşan ilgiyi teşhis ederek geri çekildiklerini, onlara böyle bir tavırla yaklaşan ziyaretçilerden nefret ettiklerini biliyorum. Sevginin bir bağış gibi sunulması karşısında da aşırı tepkiseller.
Çoğunlukla bodrum katlarından geliyorlar; türlü afetlere açık, her türlü afetin öncelikle dokunup, dağıttığı evlerden…
Birbirini izleyen yıkıcı hadieselerin sıcak hatıraların izlerini silip geçtiği, yokluğun yoksulluğun, sabırlı ve şefkatli karşılamalardan mahrumiyetin yüreklerde derin, onulması güç izler bıraktığı hanelerden…
Hava kapalı, ama yağmur yağmıyor artık. Çalışma masasının başından kalkarak hazırlandım, yola düştüm, çocuk yurdunun bulunduğu Mektep Caddesi'ne doğru.
Birkaç saat önce adım atmanın imkansız olduğu sokaklara benzemiyordu, geçtiğim sokaklar. Yağıp da geçen bir sağnak misali iz bırakmıştı yerlerde sele dönüşen yağmur.