Empati

 
İlgiyle izlediğim, kaçırmamaya çalıştığım Emre Kongar- Mehmet Barlas ortak TV programının çekiciliği yalnız güncelliği, medeni havası ve derinlemesine analizleri yüzünden değildir. Benim açımdan en ilginç olanı, yaşam biçimlerine o denli yakın olduğum, aynı kültürel ortamın iki insanının birçok konuda, hatta belki hemen hemen bütün temel konularda, bu denli 'Farklı Yorum' üretmeleridir.  
 
Savunduklarının neden ayrıştığını anlamaya çalışırken bu sorunun yanıtını bulduğumda çok önemli bir sorunu da çözmüş olabilmenin heyecanını yaşar gibiyim. Bu farklı yorumların kaynağını bulabildiğimde toplumsal anlaşmazlıkların sırrına da erişeceğimi umarım onları izlerken.

Geçenlerde Emre Kongar askerî diktayı izleyen günlerde ve üniversitelerin kıyımı sürecinde nasıl sakalını kesmesi için ona baskı yapıldığını ve sonunda direnip sakalını korumak pahasına hocalıktan istifa etme durumunda kaldığını anlattı. O sürede başka meslektaşları hemen boyun eğmişler, kimileri de biraz direndikten sonra usturanın altında hizaya girmişlerdi. Sayın profesör, gerektiğinde hocalık yapabilmek için kolunu bile verebileceğini ekledi, ama o yıllarda uygulanan bu aşağılayıcı baskıyı kabul etmediğini anlattı. Sakalının kişisel bir tercih olduğunu vurgulamak için de esprili bir biçimde, 'Bu konu eşimin egemenlik alanına girer' şeklinde bir söz kullandı. Ama Mehmet Barlas, 'Türbana uygulanan baskı gibi bir durum' diye ekleyince sakal mağduru, 'Bu durum farklı, aynı değil' diye itiraz etti.

Problematiğim bu noktada başlıyor. 'Aynı değil' sözü çok doğru. Çünkü Heraklit'ten beri 'her şeyin her an değiştiği', aynı ırmağa ayağımızı ikinci bir kez daldıramayacağımız çok söylendi. Tıpatıp aynı iki durum bulamazsınız. Bulur gibi olsanız bile zamanlama farkı olacaktır: Biri ilk, ikincisi devamıdır. Olayları ve durumları kıyaslarken 'aynı değil' argümanı çifte standardın temel taşıdır: Doğrudur ama konu dışıdır. Aslında iki durum arasında benzerlik veya paralellik var mı, ona bakmak gerekir. Ama problematiğimin temeli başkadır. Neden iki sayın konuşmacı bu konuda farklı yorum üretiyor? Biri sakalını ötekisi de türbanını korumak için üniversiteyi terk etme durumunda kalan iki insanı ele aldığımızda bu durumlar benzer midir, farklı mıdır? Bu konuda yorum farkı nereden doğuyor?

Ben şahsen Kongar'ın yaşamış olduğu dramı derinden hissediyorum ve acısını paylaşıyorum. (Belki sakal dramını türban dramından da çok yakın hissediyorum, çünkü bilinçaltımda kişi olarak bir sakal olayı yaşayabileceğimi; ama bir türban sorunum olmayacağını biliyorum.) Konu kuşkusuz yüzümüzdeki kıllar değildir. Belki bir yakınımız, 'yakışmıyor' dese hemen kestiriveririz sakalımızı. Konu insan haysiyetidir, özel hayatımıza karışanların küstahlığı, hoyratlığı, kabalığı, saygısızlığı, zorbalığıdır. Sakalı kesmek artık bu şartlar altında bir kavgada sembolik bir anlam edinir. Kestiren kazanmış, sakalı kesilen de zor altında yenik düşmüştür. Ama daha önemlisi bu alenen yer alan bir olaydır, yenilen toplum önünde yenilmektedir. Bu yenilgi bir spor dalında da değildir, haysiyet ve onur alanındadır. Aşağılandığını hisseder. Yakınlarından utanır. Direnen ise alnı açıktır, çocuklarının, annesinin gözlerinin içine bakabilir gururla. Sayın Kongar'ın 'bazı hocalar sakallarını kestirdi' derken onların karakterlerine imada bulunması, kendi tutumundan kıvanç duyması bundandır.

Sanırım bu tür durumları az buçuk hepimiz yaşamışızdır. Patronun olmadık bir isteğini reddedip istifa etmiş, askerde üstümüzün bizi rencide edecek bir emrine hafiften karşı çıkıp riskler almış, trafik sıkıştığında küstah, zorba sürücüye (hele yanımızda kanaatine değer verdiğimiz karşı cinsten biri de varsa) biz de 'efelik' yapıp 'erkekliğimizi' korumuş, kibarca geri adım atacağımız durumlarda 'onur' diye ileri atılıp bir güzel dayak da yemişizdir. Toplum içinde zora boyun eğip haysiyetsiz görünmemek için insanın katlanmayacağı fedakârlıklar yok gibidir. Yüzündeki kıllar pahasına sevdikleri mesleği feda edenler istisna değildir. Türban olayı da artık bu noktaya varmıştır. Türbanı çıkarıp atmak, ama attırmamak da ayıp sayılma aşamasına vardı. Bu gereksiz kavga her iki tarafı da açmazlara sürüklemiştir. Her iki taraf için de geri adım onur meselesi yapılmaktadır. Artık istese de, bugüne kadar türbana karşı çıkan biri, saf değiştirip, 'evet türban yasağı da sakal yasağı gibidir' diyemiyor. Bu dramatik açmaz günümüzde bütün bir toplumu ve Kongar ile Barlas'ı da farklı yorumlara sürüklüyor. ('Terörist de/hayır, demem' karşıtlığı da bu noktaya varmaktadır.) Nesnenin ve konunun kendisi değil, sembolik işlevidir egemen ve kararlaştırıcı olan.

Empati ne zaman var?

Bu problematiğin bir boyutu daha var. En başta, yani sakal, türban vb., henüz bir onur meselesi olmadan, yani bu yasak/özgürlük kavgası sembolik bir zafer/yenilgi nesnesine dönüşmeden, neden biri empati ile karşısındaki insanın sıkıntısını, açmazını anlar ve hoşgörü (saygı, anlayış vb.) gösterir de başka biri göstermez? Neden hemen hemen aynı geçmişi yaşamış, aynı tür eğitimden geçmiş iki insan, bugün, diyelim türban konusunda, biri hoşgörülü (ya da isterseniz, 'tavizci') ve ötekisi yasakçı (ya da 'kararlı?') Tabii bu soru, insanlar neden farklı kadar zor ve karmaşık bir konu. Ama akla son yıllarda IQ (intelligent quotient), yani zekâ ile ilişkili olarak gündeme gelen EQ (emotional quotient), yani duygusal yeteneklerimiz geliyor. Bazı uzmanlara göre beynimizin bir kısmı duygusal reflekslerimizi, bir kısmı da mantığımızı kontrol eder. Ama ikisi arasındaki denge hepimizde aynı değildir. Kimimizde örneğin empati duygusu daha azdır. Aşırı bir örnek verirsek, bazı insanlarda otistik (autism) bir eğilim olabilir örneğin. Yani insanlarla empati geliştirmede bir eksiklik sergilerler.

J. LeDoux örneğin, beynimizde Amygdala dediği yörenin duygusal dünyamızı nasıl etkilediğini anlatmaya çalışır. Belki yorum farkları aslında çevremizle kurduğumuz özel duygusal ilişkimizin bir sonucudur. Durum böyleyse hoşgörüsüzlere de hoşgörü ile yaklaşmamız gerekecek. Alt tarafı doğaları yüzünden öyledirler. Ne yalan söyleyeyim, bu beyin açıklamasına içim tam ısınmadıysa da, sakal/türban yasaklamasının arasındaki paralelliği görememenin daha inandırıcı bir açıklamasını da bulamadım.
 
Kaynak: Zaman