Türkiye her yıl 700 bin civarında vatandaşına iş bulmak, bunun için de yatırım yapmak zorunda.
Yatırım para demek.
Kaynak, tasarruf demek.
Türkiye kendi iç kaynaklarıyla her yıl ancak 300-350 bin insanına iş yaratabiliyor.
Demek ki, bu ülkenin kendi kaynakları işsizliği yenmesine yetmiyor.
Demek ki; dış yatırımcılar Türkiye'ye gelmeden bu ülkenin aş ve iş sorununu çözmek olanaksız.
İşte bu nedenledir ki:
Türkiye zenginleşmek ve kalkınmak istiyorsa, aş ve iş sorununu çözmek istiyorsa, dış yatırımlar için gerekli siyasal ve ekonomik istikrar ortamını sağlamak zorunda.
Eski bir deyişle:
Eğer pastayı büyütmek istiyorsak, dış yatırımcı açısından Türkiye'yi daha çekici kılmak lazım.
Bunun için de küresel ekonominin, 'küreselleşme'nin koşullarına uymaktan başka çaremiz yok.
Bu konuda da AB yolu çok önemli.
Hatta yaşamsal.
Çünkü AB yolu, Türkiye açısından bir kalite belgesi niteliğini taşıyor.
Bu öylesine bir kalite belgesi ki, Türkiye'nin demokrasi çıtasının, hukuk çıtasının, insan hakları çıtasının, eğitim çıtasının yükseleceğini öngörüyor.
AB yolundaki bir Türkiye'nin demokratikleşeceğini, hukuk devletinin yerli yerine oturmaya başlayarak yargı sisteminin düzeleceğini, kültürel farklılıklara toleransın gelişeceğini, daha eğitimli insan gücünün sahneye çıkacağını gören dış yatırımcılar, nüfusu seksen milyona doğru giden böyle bir pazara daha büyük bir kararlılıkla akar.
Bir de tersini düşünün.
Demokratik rejimiyle ilgili sorunların bir türlü çözülemediği...
Askeriyle sivilinin sürtüştüğü...
Seçilmiş hükümetinin bazı konularda, örneğin Kürt sorununda, dağdakilerin indirilmesi konusunda, Kuzey Irak'ta, Kıbrıs'ta, Ermenistan'la ilişkilerde, yerel yönetim reformunda, 301'de ak dediğine, asker-sivil bürokrasinin kara dediği...
Adalet mekanizmasının çok ağır ve hakçalıktan uzak çalıştığı...
Devletinin vatansever çeteler ile mafya bağlantılarından tam olarak kurtulup gerçek hukuk devleti sıfatına bir türlü sahip olamadığı...
Susurluk'ların bitmediği...
Böyle bir Türkiye'yi düşünün.
Siyasal istikrar olabilir mi böyle bir Türkiye'de?
Hiç sanmıyorum.
Siyaseti böylesine istikrarsız sularda çalkalanan Türkiye'ye dış kaynak akışı 1980'lerde, 1990'larda olduğu gibi devede kulak kalır; akmaz damlar.
Fazla uzatmak yersiz.
Zenginleşme için, ekonomik büyüme ve kalkınma için, aş ve iş sorununun çözümü için, kısacası pastayı büyütmek için, daha demokratik bir Türkiye'ye ihtiyacımız var.
Demokrasiyi adam etmeden, yargı sistemini düzeltmeden, hukuk devletini gerçekleştirmeden, insan hakları düzenini rayına oturtmadan, eğitim düzenini çağdaşlaştırmadan -veya AB ipine kararlılıkla sarılmadan- Türkiye'nin ekonomik büyüme yolunda büyük hamleler yapabilmesi hayaldir.
Kısacası:
Türkiye'de birinci sınıf demokrasi ve hukuk talebi fantezi değildir; ekmek için vazgeçilmez bir önkoşuldur.
Kaynak: Milliyet