Ehli kitabın işleri

 

Bizim kültür ve inancımızda ehli kitap kavramının özel bir yeri vardır. İslam toplumlarında Musevi ve İsevileri temsil eden bu kavram, karşılıklı ilişkileri belirleyen hukuki bir statüyü ifade ediyordu. Bu statü sayesinde İslam’ın olduğu her yerde üç inanç sistemi bir arada, kendi cemaatlerinde kendi hukuklarını uygulayarak, uyum içerisinde yaşayıp gelmişlerdir. Öyle ki bu durum İslam devletinin temel özellikleri arasında yer almıştır. Aynı durumu günümüz dahil,  herhangi bir Hıristiyan devletinde görmek mümkün değildir. Siyasi kriz yaşanan dönemlerde bu uyumun ister istemez bozulduğunu görüyoruz.

Peygamber Efendimiz devrinde o zaman Sasani hanedanının hakim olduğu İran’la Bizans arasında savaşlar oluyordu. Bir savaşta İranlılar galip geliyor ve Anadolu içlerine kadar ilerliyorlar. O zaman bugün Irak dediğimiz bölge zaten İran’ın elinde bulunuyor. Fakat, Kur’anı Kerim’de anlatıldığı gibi, bir mucize olarak,  Peygamberimiz, yakın zamanda Bizans’ın galip geleceğini bildiriyor (Rum Suresi). Gerçekten öyle oluyor, Ashabı Kiram, Bizans’ın galibiyetine seviniyor. Bu sevincin nedenleri o günün şartlarında aranmalıdır. Bizans Ehli Kitap’tır. Ateşe tapan İran’ın ihyası öncelik arz etmektedir. Hazreti Ömer, öncelikle İran’a doğru ilerlemeyi tercih etmiştir.

Fakat kuzeydeki ikinci büyük güç Bizans’tır. Sıra ona da gelir. Önce Suriye tarafına, sonra Anadolu içlerine, İstanbul’a kadar birçok sefer yapılır. “İstanbul elbet bir gün feth olunacaktır” hadisine dayanan bu hareket Ashabın İstanbul önlerine gelmesini sağladı. Bugün İstanbul onların ruhaniyetinden feyz alıyor. Arkasından haçlı seferleri geliyor. Ortaçağın en büyük krizlerinden birisi, yoksul Avrupa’nın zengin Ortadoğu’yu kolonileştirmesi anlamına gelen Haçlı Seferleri’dir. Kudüs nedeniyle dini motivasyonu gayet yüksek olan ve yüz yıldan fazla süren bu seferlerde Hıristiyanlık kendi içinde de çatışmaya girdi. İstanbul Papaya bağlı haçlı orduları tarafından barbarca yağmalandı ve bir Latin devleti kuruldu. Ortodoks Bizans’a dönüş uzun zaman aldı. Bu yıllarda bir başka kriz bölgesi, İspanya’da Endülüs devleti kargaşa içinde gerilemeye devam etmektedir.

İstanbul’u fetih şerefi, çok sonraları Türk hakanına naip oldu. Fetihten önce Üsküdar yaklaşık yüz yıldır Türklerin elindedir ve İstanbul’u seyretmektedir. Cenevizlerin elindeki Galata’da ve Bizans İstanbul’unda mutlaka Müslümanlar ve Türkler de vardı. Onlar, nasıl yaşıyordu, bilmiyoruz. Fakat Balkanlardaki Haçlı savaşları ve Fetih, İslam’la Hıristiyanlığın büyük krizlerinden birini oluşturur. Son Bizans İmparatoru, savunma sırasında ölmüştür. Fakat aradan 50 yıl geçmeden İslam’ın İspanyadaki son kalesi düşer. Son Gırnata sultanı, sözde bir anlaşmayla İspanya’yı terk eder. Son Bizans İmparatorunun gayret ve cesareti onda yoktur. Ve malum İspanya felaketi ; 8-9 asırlık İslam’ın izleri tamamen silinir. Bugün mezarlıklardan bile eser yok. Yalnız Müslümanlar değil Yahudiler de soykırıma tabi oldu. Müslümanların gemileri,  Yahudileri de katliamdan kurtararak Afrika’ya taşıdı. Önemli bir kısmı İstanbul’a gelerek yerleşti.

Osmanlı coğrafyası hemen hemen İslam coğrafyası anlamına geldi. İstanbul, Kahire, Bağdat, Şam gibi en büyük İslam şehirleri bir şekilde Osmanlı  oldu. Buralardaki sosyal hayat, günümüz dünyasının meçhulüdür.  Hangisine gitseniz Ehli Kitabın mirasını bir arada görürsünüz. Osmanlı, Ehli Kitabın İslam sancağı altında bir arada yaşadığı son tecrübe oldu. Yüzyılların birikimi Osmanlı sisteminde damıtılarak uygulanmıştır. Bu nedenle “birlikte yaşama” formülü aranıyorsa başvurulacak kaynak, bunun son örneğini teşkil eden Osmanlı sistemidir.

Yaşanan onca tecrübeden sonra, Hıristiyan ve Musevilerin İslam’a bakışının hiçbir zaman bizim onlara bakışımız kadar hakkaniyetli olamayacağını düşünüyorum. Çünkü biz onların peygamberlerine iman ediyoruz. Onlarsa bunu yapamıyorlar. Çünkü o zaman çelişkiye düşerler. Onlar için İslam, Dünyadaki önemli dinlerden birisidir. Hatta kendi çelişkilerini dışa vurduğu için mesela bir Budizm kadar, bir Hindu dini kadar sempatik değildir. Dünyadaki karşılaşmalarda hep diğer dinlerin mensuplarını tercih etmeleri bundandır. Kısacası biz onlarla anlaşmaya onların bize olan yakınlığından daha fazla yakınız. İlişkilerimizin doğasında yatan gerçek budur. Osmanlı tecrübesi bu gerçeğin son tezahürü olmuştur.