Modern zamanlarda Müslümanlar, neredeyse her şeyi sorgusuz sualsiz kabul edip temellük etmeye çalışıyorlar. Bu, bizi kültürü tüketenler konumuna sokuyor, ama çoğu zaman işimize, yani kolayımıza geldiği için, bu konuda özeleştiri yapmaya yanaşmıyoruz. Bir başka dünyanın mutfağında pişirilmiş bir yemeği alıp, kendinize ait zannettiğiniz kaplara koyar servis yaparsınız, sonra afiyetle yersiniz. Bu konada Japonlar ile Türkler arasındaki benzerlik olağanüstü düzeylerdedir.
Seyyid Hüseyin Nasr'ın tespitiyle, iki halk da mukallittir. Japonlar, bir şeyin özünü taklit eder, başarıyla küçültür, miniminize edip seri üretimini gerçekleştirir, böylece dünya piyasalarına sunar. Bugüne kadar Japonların dünya bilim ve teknoloji gelişmesine herhangi orijinal bir katkı sağladıkları görülmüş değildir. Buna rağmen muazzam bir zenginliğe sahip olmuşlardır, dünyanın en büyük ilk beş ekonomisi içinde yer almaktadırlar. Bir zamanlar bize Japon modelini önerenler aslında boşuna konuşmuyordu, çünkü iki halk arasındaki benzerlik sahiden dikkat çekicidir. Türkler ise bir şeyin dış yüzünü, formunu taklid etmekte maharet gösterir. Uluslar arası düzeyde ün yapmış ne kadar marka varsa, hepsi Türk firmalarından şikayetçidirler, çünkü hemen sahtelerini yapıp piyasaya sürüyorlar.
Türklerin sosyo-kültürel ve politik anlamda Batılılaşma ile neredeyse galaksi değiştirmeye kalkışmaları bu zihni tutumdan kopuk değildir. Bizim modern hayata ilişkin algımız kamil anlamda Batılılaşma, hatta Batılılaşma'dan sadece Avrupalılaşma, hatta Avruhpalılaşma'dan sadece Fransızlaşma, hatta Fransızlaşma'dan da sadece Fransa'nın Üçüncü Cumhuriyeti'ni tek referans almadan başkası değildir. Tabir caizse biz kargadan başka kuş, Üçüncü Cumhuriyet Fransası'ndan başka da modernleşme bilmiyoruz.
Oysa en azından Türklerin Japonlar gibi taklit yolunu seçmemize hiç gerek yoktu. Çünkü bizim tarihimizde muazzam bir Abbasi modeli vardı. Abbasiler, çevre kültür ve medeniyet havzalarıyla karşılaştıklarında (mesela İran, Hind, Çin, Babil, Mısır ve Yunan) hiçbirisini taklid etmediler, istifade etmeleri gereken bölümlerini almamla yetindiler. Dikkat edin Abbasiler, Yunanlıların şiirini, tiyatrosunu,, sanatını, heykelini, trajedyasını almadılar; ama bilimler ve felsefe üzerinde yoğunlaştılar. Bu, Abbasilerin Yunanlılar ve diğerleriyle sembolik düzeyde ve hayranlık duyarak değil, kavramsal düzeyde ve akıllarını kullanarak ilişkiye girdiklerini göstermektedir.
Yine de iki halkın, yani Japonların ve Türklerin taklide bu kadar iştahla sarılmaları boşuna değildir. Bunun anlaşılabilir tarihi sebepleri var. Geçen yüzyılın ortalarına kadar sömürgecilik ve siyasi bağımsızlık isteği, neredeyse 200 senedir üstünlüğünü bariz bir şekilde sürdüren Batı'ya karşı varolma, güç elde etme mücadelesi vb. daha birçok sebep sayılabilir. Ama en önemli sebep İbn Haldun'un dediği şeydi: "Mağluplar galipleri taklid eder." Müslümanlar bundan 150 sene "Batı karşısında geri kaldıkları"na karar verdiklerinde, büyük eksikliklerinin bilim, teknoloji ve askeri güç alanındaki zaaflarda toplandığına hükmetmişlerdi. Bu yüzden, eğer Batı gibi bilim, teknoloji ve askeri alanlarda güç sahibi olabilirlerse, süren yenilgilere son verebileceklerini düşündüler. Arkasından gelenler, bunun bu kadar basit olmadığını, sosyal ve politik bilumum kurumların köhneyip iş ve işlev göremez hale geldiklerini, dolayısıyla köklü bir zihniyet devrimi yapılmadıkça içine girilen bu durumdan kurtuluşun mümkün olmadığını öne sürdüler ve bunlar bir şekilde siyasi iktidarı ellerine geçirdiklerinde toplumsal hayatın bütün yapılarını değiştirip yenilerini Batı'dan aldıkları, daha doğrusu iktibas ettikleriyle ikame etme yolunu seçtiler. Gelinen noktada ne kadar başarı olunduğu ayrı bir konu, ama bu köklü reformların çok ağır maliyetlere sebep oldukları muhakkak.