15 milyon çocuğumuz – gencimiz okula başladı. Bu, Türkiye nüfusunun beşte birden fazlasının ilk ve orta öğretim çağında olması demek. Okul öncesi çağı ve üniversite çağını da ilave edersek nüfusumuzun yüzde 50'den fazlasının eğitim döneminde yaşıyor olduğunu görüyoruz.
Bu büyük bir imkan, büyük bir potansiyel.
Ama aynı zamanda Türkiye'nin önüne birim insanlar hesabına büyük bir hayat mücadelesi, ülke adına da büyük bir "Geleceği inşa" sorunu koyan bir gerçeklik.
"10 yıl, 20 yıl sonra nasıl bir Türkiye olsun?" sorusunun cevabı, bugünkü genç nüfusa ne verebileceğimizle birebir alakalı.
Türkiye'de eğitim hayatı demek, derin sorunlar yumağı demek.
Bugün Türkiye'de belki hiçbir ev yoktur ki orada, eğitimle ilgili bir sorun tartışılıyor olmasın.
Okulsuzluktan, komşu köydeki okula gitme çaresizliğinden, kalabalık sınıflardan, öğretmensizlikten, öğretmen sorunlarından, okula yeni başlayan çocuk korkusundan ya da sevincinden, üniversite öncesi sınav hazırlığından, dersane – okul dengesinden ya da dengesizliğinden, dersaneye gitmekten - gidememekten, ikinci üçüncü sene sınav denemesi için hazırlanma zaruretinden... katsayı adaletsizliğinden... çağdaş imkanların eğitime kazandırılmasından... Her nasılsa üniversitenin bir bölümünü bitirip iş aramaya başlamaktan... Oradaki tıkanmalardan, beklemelerden, moral yıkımlarından...böyle, alt alta sıralanacak yüzlerce sorun...
Bakınız: şöyle bir gerçeği görelim ve eğitim hayatımızın nasıl bir insan öğüten değirmen niteliğinde olduğunu anlayalım:
Türkiye'de ilk öğretime başlayan yüz kişiden ancak 12'si üniversiteyi bitirebiliyor, geriye kalan 88 kişi, ara kademelerde dökülüyor.
Sınavlardan sıfır çeken onbinlerin varlığını, sınav sonuçları açıklandığında içimiz yanarak izliyoruz.
Dökülen çocuklarımızın, eğitim yapımız tarafından bir bakıma ıskartaya çıkarıldığını söylemek yanlış olur mu?
Derin sorunlar var:
Altından devlet kalkmaya çalışıyor...
Aileler kalkmaya çalışıyor...
Eğitim kadroları kalkmaya çalışıyor...
Ve çocuklarımız kalkmaya çalışıyor...
Kime ne diyeceksiniz?
Belki bunların bir kısmını, mevcut siyasi kadrolar çözmeye çalışıyor, ama yeterli olması mümkün değil. Açık büyük, imkan küçük. Devletin eğitim alanına sunduğu hizmetlerin büyümesi en arzu edilen şey. Ama eğitim döneminin henüz başlangıcında, bizler, insanlar olarak da bir sorumluluk üstlenebiliriz.
Tabii ki ağlamak var. Sorunlar karşısında oturup ağlayabiliriz. Şikayet edebiliriz. Sorumlular bulabiliriz.
Ama bunlar çok bir şeyi çözmüyor. Bunlar reaktif davranışlar. Bunlar, mevcut enerjimizi de boşa akıtan tutumlar.
Bir başka ruhi donanımla daha sorun çözücü bir kişilik haline gelebiliriz.
Zaten devletin eğitim alanına sunduğu imkanlar da ancak ruhi donanımı yeterli insan unsuru ile bir yükseliş yolu açabilir.
İnsan unsuru diyorum...
Ahırı sıvayıp, boyayıp okul yapan, çocuklarıyla birlikte üşüyen, ya da çocukları ısınınca ısınan, çocuklarının başarısı ve sağlıklı kişilik edinmesinden engin bir mutluluk duyan öğretmenle, derse geç gelen, dersi kaynatan öğretmenin verecekleri eğitim farklıdır.
Çocuğunun kişiliğinde, ülkenin geleceğini omuzlarında taşıyacak bir sima gören ve bunun için ceketini satmayı göze alan ebeveynle, "Saldım çayıra Mevlam kayıra" mantığına sığınan, çocuğunun eğitim sürecinin hiçbir safhasında katkısı olmayan velinin çocuklarının gelecek tasarımları farklıdır.
Daha evden okula doğru hareket ederken, yüreğine tırmanma heyecanı yüklenmiş, yaşadığı zamanın ve tükenen nefeslerin farkında, ailesi ve eğitim kadroları ile sağlıklı iletişim kurabilmiş çocukla, hayata dair hiçbir şey söylenmemiş çocuğun vizyonları, heyecanları, umutları farklıdır.
Ben derim ki, Türkiye'nin özellikle eğitim alanında hamlelere ihtiyacı var.
Ben derim ki, Türkiye, bu genç nüfus potansiyelini yarınlar için en yüksek derecede donatmak zorundadır.
Ben derim ki, birim insanımızın özgül ağırlığını en yüksek seviyeye çıkartmak gibi tarihi bir görevle karşı karşıyayız.
Bunun için eğitim sorunlarını sayıp dökmekten öte ve insan bazında, kendimiz planında özel bir hassasiyet sergilemeliyiz.
Bugün ebeveynler olarak kendi kendimizle konuştuk mu? Çocuğumuzu geleceğe hazırlamak için ev hayatında özel disiplinlere hazır mıyız?
Bugün çocuğumuzla konuştuk mu? Onunla müşterek bir gelecek tasarımı üzerinde çalıştık mı? Onunla dolduk mu, heyecan, aşk yüklendik mi?
Bugün – yarın okulla, dersane ile ilişkimiz nasıl olacak, bir tasavvurumuz var mı?
Çocuğa emek, dünyanın en değerli emeğidir. Bir insan inşa ediyorsunuz, kolay mı? Bir ülkenin, insanlığın geleceğini inşa ediyorsunuz, kolay mı?
Bir insanın gelişimine emek verdiniz, insanlığın elinden tutup yukarı kaldıracak bir önder yetiştirdiniz. Olamaz mı? Sizin çocuğunuzda hangi önder kişiliğin gizli olduğunu biliyor musunuz?
Bir heykeltraş, benim eserim taşın içinde gizlidir, diyor, çekiç ve murçla onu taşın içinden çıkarırım. İnsan inşası bunun gibi bir şey. Ham bir yapıyı eğitimin çekici ve murcu ile kalıcı bir esere dönüştüreceksiniz....
Anne, baba ve öğretmen...
Bunlar, sorumluluklarını bildikleri ölçüde geleceğin mimarıdırlar.
Şunu da söyleyeyim: Siz geleceği inşaya soyunmazsanız, soyunanlar her zaman bulunacaktır.
Bir Mısır'lı düşünür "Hakim milletlerle mahkum milletler arasındaki fark, terazide bir dirhem farkıdır. O da yetişmiş insandır" diyor.
Evet böyle... Ya etken toplumlar arasında yer alacaksınız ya da edilgen... Başka alternatif yok. Öyleyse haydin rolümüzü seçelim...