Ecevit – Baykal - Başörtüsü

    

    Bir gazete CHP lideri sayın Baykal'ın sözlerini "Türkiye din devletine gidiyor" şeklinde vermekteydi. Bu sözler, gazetenin sür – manşetinde, yazılı medya diliyle söylersek "bakla gibi harflerle" yer almıştı. 

    Baykal bu sözü, başörtüsü yasağını kaldırmak üzere yapılan anayasa değişikliği teşebbüsleri sebebiyle söylemişti.

    Başörtüsü yasağı kalkacak ve üniversite kapılarından kovulan, sonra eğitim için ülke ülke dolaşan bu ülkenin kız çocukları kendi ülkelerinde okuma imkanına kavuşacaklardı.

    İş bu kadar basit, bu kadar yalındı.

    Böyle bir işten "din devletine gidiş"i çıkarmak, bir ana muhalefet lideri için yakışık alır mıydı?

    Bu özgürlük talebi, toplumun çok büyük kesiminin, kamuoyu yoklamalarına yansıyan rakamlara bakılırsa yüzde 75 gibi bir kesiminin isteğiydi.

    Üstelik toplum, hayatın tüm alanlarında, eğitimin tüm kademelerinde özgürlük istiyor, oysa anayasada yapılması düşünülen düzenleme sadece yüksek öğretime gidecek öğrencileri kapsıyordu.

    CHP lideri böylesine kısıtlı bir özgürlüğe bile karşı çıkmaktaydı.

    Bunu, "Laiklik tehlikede" söylemiyle yapmaktaydı.

    Böylece laiklik, Meclis'te aşağı yukarı sadece CHP'nin sahiplendiği bir anayasal ilke haline gelmekteydi.

    Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının en temel ilkesine sahiplenme işi sadece CHP ile sınırlı hale mi getirilmekteydi.

    Baykal böylece laikliği toplum iradesinin karşısına dikmekteydi.

    Başlı başına bu bile, laikliğin en kötü kullanımı olmaktaydı.

    Bir insan böyle bir gerilimden ne umabilirdi?

    Oysa, CHP de başörtüsü özgürlüğüne sahip çıksa, hatta öncelikle CHP sahip çıksa, laiklik bu kadar tartışma ortamında bulunmayacak, inanç özgürlüğü ile laiklik birbirinin barışmaz karşıtı halinde gözükmeyecekti.

    Her inanç özgürlüğü sözü geçtiğinde onun karşısına laikliği çıkarmak, laikliğe verilen en büyük zarardı.

    Bunu, CHP kadroları, başta sayın Baykal olmak üzere adet haline getirmişti.

    Oysa buradan çıkış yoktu.

    "Ya millet ya laiklik" gibi bir denklem, Türkiye'de içinden çıkılmaz tartışmalara yol açardı.

    "Ya İslam ya laiklik" gibi bir denklem de içinden çıkılacak bir denklem değildi.

     İslam'ı "potansiyel tehlike" gibi gösterme yoluna girildiğinde, yolun sonunun batağa çıkması kaçınılmazdı.

    Çünkü İslam bu ülke insanının dini idi.

    "Türkiye din devletine gidiyor" sözünü bile, bir tehlike anonsu gibi sunmak, toplum nezdinde kolay izah edilir bir yaklaşım değildi.

    Ama bunlar siyasetçi tarafından bol keseden kullanılıyor, medya mensubu tarafından da bonkörce tüketiliyordu.

    Buradan gelinen nokta ise, kamplaşmalardı.

    Bunun CHP'ye kazandırdığı bir şey de yoktu.

    CHP neredeyse ne uzar ne kısalır bir yapı haline dönüşmüş, gittikçe halk sermayesi eriyen bir siyasi kurum haline gelmişti.

    Milletin dilini bulma diye bir gündemi olamaz mıydı CHP'nin?

    Bu çok mu zordu?

    CHP, toplum geneline muhalefet gibi bir misyonla mı doğmuştu?

    Elhasıl akıl almaz bir duruş söz konusuydu.

    Oysa, bakın, uzun süre CHP'de önemli görevler üstlenen, sonra CHP'nin laiklik anlayışına getirdiği yeni yaklaşım sebebiyle, yani "İnançlara saygılı laiklik" sebebiyle oradan ayrılıp, DSP'yi kuran Ecevit, 1980'de, yasaklı günlerinde sol cenahı uyarıyor. Uyarının başında "Başörtüsü" konusundaki sol tavır var.

    Diyor ki:

    "Başörtüsüyle uğraşmayın!"

    27 Aralık 1981 tarihli mektubunu, Milliyet'te Can Dündar yayınladı.

    İşte şunları yazıyor bu mektupta:

    "Başörtüsü ile uğraşmanın gereksiz olduğuna inanıyorum." Sonra başörtüsü konusundaki tavrı onun çok bilinen ifadesiyle "Gardırop Atatürkçülüğünün tipik bir örneği..." olarak niteliyor.  "Bu yasaktan dönüş yapacaklardır." notunu düştükten sonra, bu konudaki yazılarda "Olsa olsa Atatürkçülüğün başörtü yasaklanarak kanıtlanamayacağı belirtilebilir." diyor.

    Ardından şunları ekliyor:

    "Kaldı ki bazılarının farkında olmadığı bir gerçek var: Atatürk kadınların kılığına kıyafetine hiç karışmamıştır. O konuda hiç yasa çıkarmamış, herhangi bir zorlamaya da gitmemiştir. Özendirme yoluyla ve zamana, gelişmeye bırakarak bu sorunun çözümünü daha uygun bulmuştur. Bu da sanırım Atatürk'ün kadınlara karışmayı Türk gelenekleri açısından uygun görmemiş olmasındandır.

    Kadınlara her hakkı ve özgürlüğü tanımıştır, her olanağı sağlamıştır, ama ne giyeceklerine müdahale etmemiştir.

    "Bu konularda devlet dine saygı ile çağdaş bilimsel yaklaşımı daha çok bağdaştırıcı bir yol izlese, böyle bir sorun ya kendiliğinden sona erer ya da sakıncasız boyutlara iner."

    Demek insan biraz insafla baksa, sağduyu yolunu bulacak.

    Ama CHP ve ne yazık sayın Baykal, kışkırtmayı tercih ediyor.

    Başörtüsü konusunda ne yapılabilir?" gibi bir soru yok gündeminde.

    "Yasak hemşehrim" de, her şey bitsin!

    Bitmiyor. Binlerce başörtülü öğrencinin dramını bir ana muhalefet lideri nasıl görmez.

    Avrupa'da bile fark edilen bir sancı, ana muhalefet tarafından nasıl "Yasak hemşehrim" mantığı ile göz ardı edilir?

    Sadece "Yazık" kelimesi geliyor aklıma.