E-bildiri - mitingler Anadolu ne diyor?

Cuma'dan bu yana dört gün geçti. 4 güne sığan şeylere baktığımızda Türkiye'nin ne kadar sıcak, hareketli ve sancılı bir ülke olduğunu görmemek mümkün değil.

Türkiye siyasetinde 24 saat çok uzun zamandır, sözü hiç de yabana atılır değil.

Ben haftanın son üç gününü Anadolu'da geçirdim. Gezi güzergahım Kayseri – Yahyalı'dan, Yozgat Sarıkaya'ya, oradan Kahramanmaraş'a, oradan Gaziantep'e uzandı.

Meclis'te ilk oylama, ardından Anayasa Mahkemesi'ne yıldırım başvuru, ardından gece gelen elektronik asker bildirisi, ardından hükümetin aynı tonda cevabı, ardından Çağlayan mitingi...

Medya asker bildirisini tartışıyor.

Medya Çağlayan mitingi ile dolu.

Peki Anadolu ne düşünüyor?

Hep söylüyorum, Ankara'da sesinizi yüksek çıkarttığınızda her şeyi siz belirlemiş oluyorsunuz.

Hep söylüyorum, bir yerde gür bir miting yaptığınızda Türkiye'de tek söz hakkı sizin oluyor.

Ama bir de Anayasa'nın “Demokrasi” dediği şey var.

Bir de sandık var.

Her şey eninde sonunda oraya gelmek zorunda...

Bildiriler, muhtıralar, darbeler kıyamete kadar sürmüyor. Herkes yerini bulmak zorunda kalıyor ve son sözü millet söylüyor.

Orada bir sabırlı millet var.

Anadolu'nun köyünde, kasabasında, ilçesinde, şehrinde, memleket için ter döküyor, sonunda herkesin notunu veriyor.

Anadolu'da halkın nabzını tuttum.

Asker bildirisi üzdü milleti, çok açıkça söylüyorum.

Gecenin bir yarısında, bir internet sitesinde yazılan acayip şeyler...

Milletin en çok üzüldüğü şey, bildirinin Kutlu Doğum etkinlikleriyle ilgili bölümü... Buradan askerin bu etkinliklerden hoşnutsuz olduğu gibi bir anlam çıkıyor. böyle bir izlenim asker adına nasıl verilir anlamak mümkün değil.

Ben bu gezimi Kutlu Doğum çerçevesindeki etkinlikler içinde yaptım. İşlediğim konunun başlığı şuydu: Kutlu Doğum Işığında Aile Saadeti...

Diyanet'in bu yıl gündeme getirdiği tema, “İslam ve İnsan Sevgisi.”

Ne oluyor Kutlu Doğum sürecinde?

İnsanlar, Hazreti Peygamber sevgisini yeniliyor, O'nun, hayata hangi güzellikleri getirdiğini öğreniyor ve yaşayabildiği ölçüde O'nu yaşamaya çalışıyor.

Diyelim insan sevgisi...

Diyelim aile saadeti...

Çocuklar Peygamber sevgisini dile getiren ilahiler okuyorlarmış.

Ne var bunda?

Sorasım geliyor:

Acaba, o bildiriyi kaleme alanlar, bir tek Kutlu Doğum etkinliğini izleme fırsatı buldular mı? Oraya toplumun her kesiminden insan geliyor. İlahiler, Kur'an tilavetleri göz yaşları içinde dinleniyor. Memleketi alıp kaçan mı var Kutlu Doğum etkinliklerinde, yoksa derin bir memleket sevgisi mi var?

Çocuklar “Bana annemi verdiğin için teşekkür ederim Allahım” gibi şarkılar söylüyorlar.

Ne var bunda?

Neye karşı asker?

Topluma verilen mesaj ne?

Toplumun aldığı mesaj ne?

Bunları hesap etmez mi böyle bir bildiriyi kaleme alanlar?

İslam gibi son derece hassas bir konuda, öyle gelişigüzel tavırlar sergilemek hangi askeri duyarlılığa dayanıyor?

Halk kırgın. Üzgün. Yaralı.

Onun için askeri bildiriler, muhtıralar, müdahaleler, darbeler sevilmiyor. Sevmemeyi ifadenin bin türlü yolu var. Ne desin halk askerine? Onu siz anlayacaksınız. gözlerine bakıp anlayacaksınız. İlk seçimde sandığa yansıyan iradesine bakıp anlayacaksınız.

Gelelim Tandoğan'a ve Çağlayan'a...

Önce şunu söyleyeyim:

Ülkede bir tek kişi bile benim canım sıkılıyor dese, hükümet edenlerin onu duyması, “neden canın sıkılıyor?” diye sorması iyi olur. Gerekir. yöneticiden beklenen sorumluluk budur.

Binlerce kişinin bir derdi varsa, hükümet edenler onu da dikkate almalıdır. Korkusu varsa ortadan kaldırmalı, endişesini izale etmelidir.

Ama şu da doğru:

Bu memlekette en büyük kamuoyu yoklaması seçimle yapılır.

Meydana toplanan insanları gösterip, “İşte Türkiye bu” demenin pek doğru olmadığı, geçmiş deneyimlerle biliniyor.

Meclis'i ıskala, hükümeti ıskala, hatta sanığı ıskala, “Ne varsa Tandoğan'da, çağlayan'da var” diyerek memlekete el koy.

İşte bu yok.

Bu kuralsız oyun.

Tandoğan ve Çağlayan ne yapmak istiyor?

Aslında işin varıp sandığa dayandığını biliyor Tandoğan ve Çağlayan. Sokaktan meşru iktidar çıkmıyor. Meşru iktidar sandıktan çıkıyor.

Onun için de bence Tandoğan'cılar ve Çağlayan'cılar bir “Birleşik Cephe” oluşturmak ve sandığa onu götürmek istiyorlar.

Sayın Baykal'ın heyecan duyması bu yüzden.

Tandoğan ve Çağlayan CHP'ye akarsa iş tamamdır, diye bakıyor.

Küçükler en büyüğe aksın.

Yani öteki sol gruplar için adres CHP olsun.

Acaba sandık ortaya gelince meydanlardaki cephe bütünlüğü korunacak mı? Ve şimdilerde “Sakın Baykal olmasın” diyenler, Baykal'ın insafına sığınacaklar mı?

Tandoğan – Çağlayan heyecanı siyasetin reel ortamında neye dönüşecek?

Oraya gelip bayrak sallayanla, sandıkta oy avcılığı hesapları yapanların yolları nereye kadar birlikte olacak, bunu göreceğiz.

Tandoğan ve Çağlayan'ın gene de “Darbelere karşıyız” diyerek demokrasiye vurgu yapması, sevindiricidir...

Şükür ki Türkiye'de çok büyük kesimler, şu fikre bu fikre karşı olmak bir yana, demokrasi dışı müdahalelerin herkese nasıl bir bedel ödettiğini idrak etmişlerdir. “Bu darbe bizden yana” diyenler içinde hala akıllanmayan yok mu, elbet var, ama çok büyük kesim demokrasi dışı müdahalelerin nasıl bir kötü maceraya dönüştüğünü görmüştür.

Türkiye'nin maceraya tahammülü yoktur.

Herkes sandığı, meclis'i, halk iradesini içine sindirmeyi öğrenmelidir.

Tandoğan'ın ve Çağlayan'ın anlamı da o çerçevededir.

Değilse, birkaç milyonluk karşı bir miting düzenlendiğinde Türkiye nereye gidecek?

Son söz: Hiç kimse benim yumruğum kuvvetli diye politika yapmamalı.