Düşmanınızla savaşın zaman, mekân
ve kurallarını siz belirleyemezseniz..
Sizin büyük ve güçlü bir düşmanınız olsa, onun iç karışıklıklar içinde olmasından üzülür müsünüz, yoksa sevinir misiniz veya ilgisiz gibi gözükseniz bile, alttan alta onun iç karışıklıklarını destekleyip, teşvik ve hattâ tahrik etmenin yollarını mı ararsınız?
Hasmınızla savaşmaktan başka çare olmadığını ve sulh ve müzakere kapılarının kapalı olduğunu görür veya kapalı kalmasından meded umarsanız, nasıl davranacağınız açıktır..
Bu durum, savaşın tabiatında vardır.. Çünkü düşmanınızla savaşmaktan maksad, onun yok olmasını, yenilmesini, başeğmesini, teslim ve zelîl olmasını, şahsiyetinin ezilmesini, bir daha karşınıza çıkacak bir duruma gelmemesini, mücadele azmini, kendine güvenini ve etrafına karşı itibarını yitirmesini hedef almaktır. Bunun için de hasmınızın maddî ve manevî her neyi varsa, onu tahrib etmeyi ilk hedef olarak belirlersiniz..
Amerikan emperyalizmi ve dünyadaki bütün şeytanî güçler entegrasyonu da bugün, karşısında en büyük düşman olarak İslam’ı ve Dünya Müslümanlarını görmekte ve ona galib gelebilmek ve onun gücünü bertaraf etmek için, bu yollara başvurmaktadır..
Savaşın, hasmı fiziken/ cismen de öldürücü, yokedici silahlarla yapılan şeklinde bu tavır beşer tarihi kadar eski bir mâziye sahibdir.. Ancak, yeni çağlar, savaşın, ateşli ve cismen öldürücü silahlar dışında yapılan şekillerinin geliştirilmesinde daha büyük mesafeler alındığını gösterdi.. Psikolojik, kültürel, ekonomik, medyatik, ahlâkî, itikadî vs. konularda geliştirilen savaş usûlleri, öteki savaşlardan daha az tahrib edici değil..
Ancak, halklar yine de, savaşın daha çok da maddî ve cismanî zarar-ziyanlarına bakıyorlar; toplumların kalb ve beyinlerini, inanç, duygu ve haysiyetlerini hedef alan örtülü savaş stratejilerine fazlaca teveccüh göstermiyorlar. Halbuki, savaşın asıl hedefi, hasmı mânen tahrib edebilmek, onu bir daha karşısına nesiller boyu çıkamıyacak bir hale getirmektir..
Dünyadaki nice müstehcen yayınların CIA gibi ünlü istihbarat birimlerince proğramlanması, ve bu yayınların yüzmilyonlarca dolarla desteklenmesi bu yüzdendir.. Böylece muhatab kitlelerin hele de genç nesillerinin, dünya meselelerine, kendi temel değerlerine göre değil, heva ve nefsaniyet penceresinden bakması sağlanmak istenir. Amerikan emperyalizminin, direncini kıramadığı toplumlara yönelik olarak, sırf müstehcen yayınlar yapan tv. yayınları yapması ve o ülkelerin içinde müstehcen yayınları teşvik etmesi de bunun içindir..
Amerikan emperyalizmi günümüzün ‘Büyük Şeytan’ı olarak bu mücadele tarzıyla, kendisine sadece bugün karşı çıkanları değil, yarınlarda karşı çıkması mümkün ve muhtemel olan her güç odağını da etkisiz hâle getirmek, onu silahlarından arındırmak istemekte ve bunun için ‘topyekun savaş’ın bütün gereklerine dikkat etmekte ve bugün, karşısındaki en büyük düşman olarak İslam ve Müslümanları görmektedir..
Halbuki, kapitalist emperyalizmin, komünist emperyalizmle savaşında, Müslümanlar bir ihtiyat güç olarak kullanılmaya kalkışılmıştı, özellikle de son 50 yıl boyunca.. Ve kapitalist emperyalizm, Müslüman toplumları ve onların başındaki rejimleri o kadar kullanmıştı ki, müslümanlar ‘komünizmle mücadele’ ederken, başta Filistin olmak üzere, nice yerlerdeki Müslüman halkların kapitalist emperyalizm eliyle ezilmesinden bile habersiz kalıyordu..
Ama, komünizm ve özellikle de onun dünya çapındaki büyük güç merkezi olan Sovyetler Birliği dağılmak noktasına geldikten hemen sonra, emperyalizmin, bu kez de, hiç ara vermeden, ‘ok’larını İslam’a ve dünya Müslümanlarına çevirdiğini de görecektik.. Hatırlayalım ki, ‘Sovyetler’i kurtarayım’ diye çırpınırken başarılı olamayıp, daha bir sür’atle çöküşün eşiğine getiren Sovyet Lideri M. Gorbaçev’le Haziran 1990 ortasında, Moskova’da iki gün süren görüşmelerden sonra İngiltere Başbakanı Margareth Theatcher, ‘Doğu ve Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş’ın sona erdiğini ve Soğuk Savaş’ın yeni mihverinin B. Amerikan liderliğindeki dünya ile Doğu Akdeniz’deki fundamentalist cereyanlar arasında tesis edildiğini’ açıklıyordu. Bu açıklamayı, NATO Askerî Paktı’nın o günkü Genel Sekr. Willy Claise, ‘NATO’nun yeni düşmanının İslam olduğu’ şeklinde daha bir netleştiriyordu.. (Türkiye’nin de, ordusunu işte bu NATO’nun emrine tahsis ettiğini hatırlamak gerekir mi? )
Şimdi emperyalist güçlerin, şeytanî güç odaklarının İslam’la ve Müslümanlarla global çapta nasıl bir çetin savaşa girdiğini görmek hâlâ göremezsek; sadece ‘falan ülkenin, filan rejimin, falan halk’ın menfaatlerinin üstünlüğü, fazileti veya alçaklığı’ teorileri ile dünyayı şekillendirmeye kalkışmak zavallılığını sürdürmekten de kurtulamayız..
İlginçtir ki, Amerikan emperyalizmi ile 30 yıldır müthiş bir hesablaşma içinde olan İran Müslümanlarının mezhebini çoğumuza o emperyalist güçler hatırlatmışlardır.. Bugün de, 'Irak’da verilen savaşlara da çoğumuz emperyalizmin bize açtığı pencerelerden bakmaktan kurtulamıyoruz.. Irak’da, hele de son 4 senedir yaşanan korkunç trajedinin kurbanları 700 bini aştığı halde, o çaresiz halkın acısına ortak olmak yerine; bizim kamuoyumuz, can kaybına uğrayan tarafların mezhebî veya etnik yapısına göre ilgi göstermekte veya kendi ülkesinde birkaç can kaybı olunca, Türkiye’nin sosyo-politik dengelerini bozmaya çalışan entrika merkezlerinin yedeğine girmenin eşiğine bile gelmektedir..
Ve şimdi de Filistin’de, Müslümanların verdikleri onca çetin mücadelelerin saptırılması için oynanan oyunlara bile, sadece ‘kardeş kavgası’ vah-vahlarıyla yaklaşmaktayız.. Halbuki, ateşin içinde pişe pişe gelen ve İslamî inançlarına göre bir ‘hayatta kalmak’ savaşı vermeye çalışan HAMAS’ın mücadelesi karşısında, laik ‘El’Feth’ ve Mahmûd Abbas’ın emperyalist dünya tarafından korunmaya çalışılması, Abbas’a verilen 100 milyonlarca dolarlık yardımlar, silahlar ve silahlı eğitim uzmanları gönderilmesi çoğumuzu düşündürmüyor bile..
Buna rağmen, HAMAS’ın yolu kesilemeyince, ‘Gazze’nin HAMAS’ın eline düşmesine seyirci kalınmaması ve Mahmud Abbâs’ın korunması için’ Batı dünyasından yükselen alenî diplomatik çağrılar bile bizi uyandırmıyor..
Evet, her iki tarafı da Müslüman olan kitlelerin Filistin’deki çatışmalarda erimesi acıdır, ama, Müslümanların başeğmesi istenmiştir, hep.. Ve bu kanlı oyun, yarın diğer Müslüman halklara da sıçratılmaya çalışılacak ve yine Müslümanların başeğmeleri istenecektir..
O halde biz de, her zaman ve mekanda ve kurallarını kendi inancımızın belirlediği kurallar içinde, dünya çapında ve topyekûn bir mücadeleye hazır olmalı değil miyiz?
Kaynak: Vakit Gazetesi