Dünya değişiyor, Araplar yerinde saymakla övünüyor!

Son 30 yıllık dünya haritasına baktığımızda Asya, Doğu Avrupa ve Latin Amerika'da birçok ülkenin şartlarının nasıl değiştiğini ve geri kalmış despot rejimlerden gelişmiş demokratik rejimlere geçtiğini görürüz.

İslam dünyasında da birçok ülke Malezya, Endonezya ve Türkiye gibi siyasi ve ekonomik şartlarında büyük değişimler yaşadılar. Arap dünyasıysa 'değişmezliğiyle' ve yerinde saymasıyla övünüyor. Dünyanın yaşadığı değişim ve bizim yerimizde durmamız, Filistinlilerin meşru haklarının geri alınması veya kendi kültürümüzle değerlerimize saygı gösterilmesiyle ilgili konularda dünyadan ve başta ABD olmak üzere süpergüçlerden önemli şeyler beklememize imkân tanımayan bir konuma koyuyor bizleri.

ABD Başkanı Barack Obama gelecek hafta Kahire'yi ziyaret edecek. Bazıları İsrail'e baskı yapması, Filistin'i kurtarması, çifte standarda karşı çıkması gibi bir talepler listesi belirledi. Dünyadan bütün bunları istiyoruz, ancak bizler hâlâ derin bir uykudayız.

ABD'nin süper güç olduğu, hatalarını düzeltmek için demokratik araçlarının bulunduğu, Guantanamo'yu kapatma kararını alırken Müslümanları değil kendi değer-lerini savunduğu ve İsrail'den uluslararası kararlara saygı göstermesini istemesinin de Amerikan toplumunun uğrunda mücadele ettiği, Obama'yı da iktidara getiren adalet ve eşitliğe saygıyla ilgili olduğu doğru. Fakat bu durum süper güçlerin sadece ahlaki ve demokratik ilkeleri savunmak için değil, dengeleri dikkate alarak çıkarlarını savunmak için de hareket ettikleri gerçeğini değiştirmez.

Malezya'da, iktidara 1981'de gelen eski devlet başkanı Mahattir Muhammed ülkeyi dünyanın en önemli ekonomilerinden birine çevirmekte başarılı oldu. Muazzam bir kültürel, sosyal ve siyasi rönesans gerçekleştirdi.

Ardından, başka bir isme alan açmak için görevini bıraktı. Türkiye'yse 1980 darbesine dek şiddet, askeri darbeler ve ekonomik krizler yaşıyordu. Sonrasında ve özellikle de 1990'ların başında demokratik değişimler başladı.

Atatürk'ün cumhuriyeti kurup halifeliği kaldırmasından beri laik sistemin en önemli sorunlarından biri olan İslamcı akımların demokratik sisteme tarihi entegrasyonunu gerçekleştirmekte başarılı oldu. AKP'nin iktidara gelişiyle Türkiye ekonomik sıçramalar gerçekleştirdi. Demokrasi, özgürlükler ve azınlık hakları alanında kapsamlı reformlar yaptı. Hatta anlamlı bir ironiyle, İslamcı eğilimli AKP AB üyeliği konusunda laik partilerden daha istekliydi.

Doğu Avrupa'ysa 1990'lardan itibaren demokratikleşti ve bölge ülkelerinin çoğu AB üyesi oldu. Latin Amerika ülkeleri de 30 yılda sosyal ve siyasi gösteriler, rejimler içindeki reformist güçlerle dışarıdaki parti ve sendikalar arasındaki çözümler kanalıyla, despotluktan ve askeri diktatörlüklerden demokrasiye geçti.

Amerikalılar Bush sonrası ev ödevlerini yaptı
Bütün bu deneyimler sırasında rejimi ve kurumlarını yok eden kanlı devrimler yaşanmadı. Siyasi baskı protestoları, iktidarı rejimin kurumlarını yıkmadan, çözüm ve baskı yoluyla değiştirme yönünde işleve koyabildi. Bizse başarısız olduk.

Obama'yı Kahire'de karşıladığımızda, bütün bu değişimleri hatırlamalıyız. ABD'nin de değiştiğini göz önüne almalıyız. Amerikalılar sekiz yıl boyunca ülkelerinin ve dünyanın göğsüne saplanan rejime karşı ev ödevlerini yapıp, farklı bir yönetimi seçti. Bizdeyse seçimlerde tek bir yönetici değişmedi. Dolayısıyla kendi şartlarını barışçıl yöntemlerle değiştiren toplumlardan bizi hatırlayıp çıkarlarımızı savunmalarını beklememiz zor. (Mısır gazetesi Vefd, 25 Mayıs 2009)

Kaynak: Radikal