DTP'nin anlamadığı Kürtler

Seçimin en önemli sonuçlarından biri iktidar partisinin oy patlaması yapması ise bir diğeri kuşkusuz bağımsızların meclise girmeleri… Hatta bu bağlamda iktidar partisinin doğu ve güneydoğudan aldığı oylar genel oylarındaki artış kadar önemli sayılmalı. Merkeze oturmuş bir partinin bölgede, etnik milliyetçilik üzerinden siyaset yapan bir partinin desteklediği adaylar karşısında aldığı oylar karşısında, merkez siyasetteki gücünden hoşlanmayanların bile gizliden gizliye sevindiklerini herkes hissetmiştir. Hatta, seçim sonuçlarını laiklik-İslamcılık karşıtlığında, hazır şablonlara göre değerlendirmekte çok acele eden batılı medyaya kızan, iktidara “laiklik elden gidiyor” mitingleri yapan seçkinci okur-yazar kesimice bu sonuç da laikliğin hanesine yazılmalıydı. Bu mantıkla, AKP'nin bu bölgeden aldığı oyları da Atatürkçülük hanesine yazarak itiraf edilmemiş bir sevinç duyduklarında kuşku yok.

DTP'nin seçim sonuçlarını nasıl yorumladığı en az diğer partiler kadar önemli olmasına rağmen bu hususa pek değinilmedi. DTP'nin seçim sonuçlarını değerlendiren bir rapor hazırladığı gazetelere yansıdı. Bu raporda en ilginç tespitlerden biri “metropollerdeki Kürtlerin ulus bilincini yitirmeleri” sonucu oylarını AKP'ye verdikleri yönündeki analiz. Milliyetçilik gibi modern hastalığa yabancı bu toprakların insanı ne çabuk da ulus bilincini yitirmişler? Ne zaman edinilmişti bu bilinç dersiniz? Türkiye için en büyük kazanç DTP'nin kastettiği anlamda bir ulus bilinci denilen modern zamanların hastalıklarının Türklere ve Kürtlere ve de diğerlerine yerleşmemiş olmasıdır. Batılı anlamda bir milliyetçi geleneğin bu topraklarda kökleri olsaydı, bunca çatışmaya rağmen bir iç savaş çıkmamış olmasını anlamlandırabilmemiz mümkün olmazdı…

Türk ulusçuluğu gibi bir Kürt ulusçuluğu çıkarma projesi, modernliği tekeline alan seçkinler açısından pek tahammül edilir bir durum olmasa da Kürtçü hareketlerin Müslüman Kürtleri sekülerleştirici fonksiyonu da gizli bir işbirliği alanı, ortak payda olarak ironik durum sergiledi. Seçimlerde ortaya çıkan iki farklı sekülerleş/tir/me projesinin sandığa yansıyan siyasal sonuçlarından daha uzun vadeli bedele işaret ettiği aşikar… DTP'nin seçim sonuçlarını değerlendiren raporunda din konusuna da değinilerek “AKP'nin kullandığı İslami değerlerin Kürt oyların büyük şehirlerde AKP'ye gitmesine etken olduğu” görüşüne yer veriliyor. Kendilerini sistemin sahibi gören seçkinlerin din yaklaşımı ile Kürt siyasetini bir bakıma terörle gasp eden seküler Kürt milliyetçileri arasındaki yaklaşım tarzı arasındaki örtüşmeye dikkat çekmek gerekiyor. Siyasal bölücülük konusunda duydukları korkuya rağmen din ve toplumun sekülerleştirilmesiyle kendini gösteren farklı ulusçuluk projeleri de iki farklı seçkincilik örneği olarak karşımızda duruyor.

“Kürtlerin dinin Zerdüşlük” olduğu, İslamın zorla kabul ettirilmiş bir din olduğu tezini patavatsız biçimde dillendiren Kürtçü siyasetçilerin temsil iddiasında bulundukları toplumun tarihi ve kültürüyle kurdukları ilişki biçimi radikal seküler Türkçülerinkinden farklı değil. Din konusu bu coğrafyanın kaderini belirleyecek konjonktürel şartlardan bağımsız yegane değerdir. Seküler Türkçülerle Stalinist sekülerizmden beslenen Kürtçülerin olanca çabalaıına karşı din hala en önemli birleştirici ve belirleyici olmaya devam etmektedir.

Sadece din-toplum ilişkisine bigane kalarak Kürt sorununu anlamak, çözmek bir yana özelde bölgeye ilişkin olarak Nakşibendiliğin etkisi anlaşılmadan tarihsel olarak da siyasal olarak da anlamlı bir söz söylemek mümkün değildir. “Nakşilik anlaşılmadan siyaset toplum ilişkisi hakkında hiçbir şey söylenemeyeceği” tespitini yapan Şerif Mardin'in Türkiye'de din-siyaset ilişkilerine getirdiği açılım hala akademik-entelektüel çevrelerde bile anlaşılmış değildir. Ne var ki, Nakşiliği siyasetle ilişkisi çerçevesinde anlamlandıran Şerif Mardin'in yaklaşımı da Nakşiliği modernlik baglamında değerlendiren geleneksel oryantalizmin yaklaşımını hatırlatıyor. Bu çerçevede yenilerde yayınlanan iki kitabı bu arada zikretmekte yararvar. İlki dünya çapında tanınmış Nakşibendilik uzmanı Hamid Algar'ın Türkiyeye de önemli yer ayırdığı, Nakşibendilik isimli kitabı (İnsan yayınları, 0212 6427484). Diğeri ise eleştirel bir okuma olarak Fatih M. Şeker'in titiz çalışması: Cumhuriyet İdeolojisinin Nakşibendilik Tasavvuru: Şerif Mardin Örneği (Dergah Yayınları, 0212 5269941). Türkiye'yi Kürt -Türk ayrımına dayalı bir okumanın ne siyaseten ne de sosyolojik olarak imkansızlığı hususunda önemli açılım sunuyor bu kitaplar.

Doğu ve güneydoğu siyasal tercihlerini neden DTP'nin özelinde Kürtçü siyasetçilerin, bölgenin kültürel toplumsal varlığını yok sayan Türk ulusçuluğunun açmazlarını dini yok sayarak, Nakşibendiliğin etnik ve bölgesel farklılıkları hiçe sayan, modern paradigmayı yıkan etkisi önemsenmeden aşabilmek mümkün değil.

 

Kaynak: Yeni Şafak