Bu yazının ana gayesi, Demokratik Toplum Partisi'ni (DTP) eleştirmekten öteye 'tarihî fırsat' olarak da adlandırılan bir süreçte meselenin çözümüne katkı sağlamak ve 'yoldaki tuzaklara' dikkat çekmektir.
HEP'in kuruluşundan bu yana geçen on dokuz yılda 'PKK'yla arasına bir mesafe koyamayan' ve bir 'varoluş' problemi yaşayan Kürt siyaseti, geçen bunca zamana rağmen maalesef bu sorunu aşamadı. Teslim etmek lazım ki bu eleştiri yalnızca hareketin dışında olan isimler tarafından değil hareketin içinde yer alan bazı akil adamlar tarafından da dile getirildi. Ancak bu uyarılar/eleştiriler toptancı bir yaklaşımla sürekli 'hainlikle ve işbirlikçilikle' suçlandı.
1990 yılında SHP'li on milletvekili tarafından SHP'den daha ileri sol bir parti oluşturmak amacıyla kurulan Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayan siyasi yolculuk bugün DTP ile devam ediyor. Geçen 19 yılda arada kurulan tabela partileri de dâhil olmak üzere 7 parti kurup kapatan HEP çizgisi bu sürede birçok genel başkan ve yönetici değiştirdi. Kürt meselesi etrafında legal siyaset yapmak isteyen bu partiler "Türkiye partisi olma ile Kürt partisi olma" düalizminde net bir tercihte bulunamadılar. Toplumun kendilerine yüklediği manayı tam olarak anlayamayan ve sürekli büyümek istemeyen çocuk psikolojisiyle mızıkçılık yapan DTP kendisine açılan krediyi iyi kullanamıyor. DTP'nin PKK'laşıp militan çizgiye kayması sorunun çözümüne katkı sağlamıyor.
29 Mart 2009 seçimlerinde tarihinde ilk defa 2 milyon oy sınırını aşan DTP'nin, Güneydoğu'da yaşayan Kürtler üzerindeki ağırlığı inkâr edilemese de toplam Kürt nüfus üzerindeki siyasi tesiri oldukça zayıftır. Kendisini sadece Güneydoğu'daki Kürtlerin temsilcisi olarak gören DTP çoğunlukla, kendisine oy vermeyen Kürtleri asimile olmuş ve kaybedilmiş olarak görüyor. Partinin yaşadığı çok başlılık ve parti içindeki güç mücadeleleri verilen mesajların hem özgül ağırlığını azaltıyor hem de doğru adrese ulaşmasını engelliyor. DTP'deki hizipler onun PKK'dan ve Öcalan'dan bağımsızlaşıp reşit olmasına izin vermiyorlar.
İdeolojik/teorik tartışmaları bir yana bırakalım, bu sürede bu kadar partinin açılıp/kapatılması ve çok sayıda genel başkan değiştirilmesi dahi nasıl bir yapısal problemle karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor. HEP-DTP çizgisine biz zaman zaman 'HEP geleneği' adını versek de aslında ortada ne bir gelenek ne de bir devamlılık bulunuyor. Kürt siyasetini yakından takip edenlerin çok iyi bileceği gibi ortada siyasi rüştünü ispatlayamayan, ciddi bir kimlik ve iç iktidar çatışması yaşayan bir parti var. Parti, PKK'yı aşıp cesur bir siyaset dili geliştiremiyor. Böyle devam ederse daha uzun süre bu ipotekten kurtulamayacak.
DTP içinde yaşadığı gelgitleri bir türlü dindiremeyen, son yerel seçimlerde olduğu gibi -istisnaları hariç- 'Kürt'sün o halde bize oy vermelisin' dışında somut çözüm önerileri ortaya koyamayan, sol bir parti olduğunu iddia etmesine rağmen sınıf çözümlemesi yapmayan ve toplumun ekonomik taleplerini görmezden gelen, 'retoriğin büyüsünü, çözümün sorumluluğuna' tercih eden bir parti konumunda. Bunların da ötesinde ülkenin yaşadığı 'kimlik problemini' çözmek amacıyla ortaya çıkan bir parti, kendisi ciddi bir kimlik krizi yaşıyor.
İDEOLOJİK DİL ÇÖZÜMÜN ÖNÜNÜ TIKIYOR
1991 seçimlerinde HEP tecrübesinden sonra ilk defa 22 Temmuz 2007 genel seçimleriyle bağımsız adaylarla da olsa yeniden TBMM'ye dönen DTP, geçen iki yılda parlamentoda başarılı bir imtihan vermedi. En son Aysel Tuğluk'un da dile getirdiği benzer eleştiriler bu tartışmanın en hassas noktasını oluşturuyor. Hareketin yaşadığı "daralmayı ve ideolojik dili" değiştirmesi ve Kürt meselesinin çözümüne daha fazla katkı sunması beklenen DTP, kendi varlığını ve programını inkâr edercesine idare-i maslahat yapıyor. DTP modern siyaset yapmak yerine PKK siyasetiyle özdeşleşiyor ve kendini bir türlü aşamıyor.
DTP, yerel seçimler öncesinde başlayan, daha sonra devam eden ve özellikle de 'tarihî açılım'ın tartışıldığı şu günlerde daha belirgin hale gelen kışkırtıcı söylemin dozunu artırdı. DTP'liler bilmeli ki başta Öcalan'ın ve PKK'nın adres gösterilmesi olmak üzere Mersin ve Diyarbakır çalıştaylarında kullanılan dil ve öne sürülen talepler (Eyalet yönetimine geçilmesi, doğal kaynakların kullanımı, Kürtçenin resmî dil olması, Bask olmazsa İskoç modeli vb. gibi) karşı bir tepki üretiyor ve toplumsal ayrışmayı daha da keskinleştiriyor. Son tahlilde DTP, makul, realize edilebilir, çağdaş dünyayla barışık bir reçete sunmak durumunda. DTP, sorunun sebebi mi, çözümün parçası mı olmak istiyor, buna karar vermeli.
DTP, belki biraz sert olacak ama henüz kendi ortak siyasal dilini oluşturamamış bir hareket. Parti yöneticileri kendi aralarında farklı, toplum karşısında farklı bir dil kullanıyor. Parti, PKK vesayeti bir yana modern bir parti olmanın özelliklerini yerine getirmek istemiyor. Başbakan Erdoğan'ın Ahmet Türk'e randevu vermemesini veya Genelkurmay Başkanı'nın DTP olduğu için Meclis açılış törenlerine katılmamasını haklı olarak eleştiren ve kendilerinin yok sayıldığını ileri süren DTP'liler, "hadi inisiyatif al, meselenin çözümüne katkı sun" denildiğinde Öcalan'ı ve PKK'yı işaret ederek bu tezleri haklı çıkartıyor. Herhalde tam da bu nedenle Erdoğan da, DTP'ye randevu vermiyor. Erdoğan aslında ince diplomasiyle 'Sizin bir iradeniz yok. Siz PKK'nın bir uzantısısınız ve ben bu nedenle sizi kabul etmiyorum' demek istiyor.
'Kürt açılımında muhatap DTP midir, PKK mıdır?' sorusuna net bir cevap veremeyen DTP'nin artık şapkasını önüne koyup özeleştiri süreçlerini işletmesi gerekiyor. DTP önce kendi kendisini ciddiye alacak, daha sonra Başbakan'ın veya Genelkurmay'ın kendisini muhatap kabul etmesini bekleyecek. DTP 'provokatif ve uzlaşmaz' dilini terk edip, meselenin psikolojik eşiklerini fark etmedikçe bu meselenin çözümü her geçen gün daha da zorlaşacaktır. Geldiğimiz noktada artık DTP'yi de aşan bir çözüm beklentisi var. DTP bunu görmez ve 'çözümsüzlükte' ısrar ederse bu irade onu da aşacak ve kendisine yeni bir yol bulacaktır.
Meselenin çözümü noktasında zaman zaman Öcalan'ın ve PKK'nın dahi gerisine düşen bir DTP var. Devletin ve iktidarın değişmesini isteyen bir iradenin kendisinin değişmemekte direnmesi ve Türkiye resmini görmemekte ısrar etmesi neyle açıklanabilir? Konuyu yakından takip eden, devletin yanlış uygulamalarını eleştiren ve samimiyetle çözüm isteyen insanlarda dahi soru işareti ve 'acaba çözümü istemiyorlar mı?' kuşkuları doğuran bu tavır uzun vadede görülmeyen başka riskler doğurabilir.
DTP, KANDİL SENDROMUNDAN KURTULAMIYOR
Murat Karayılan'ın Hasan Cemal'e verdiği mülakatta dahi "İlk adımda silahlar susacak... Sonra diyalog başlayacak... Diyalog yeri İmralı'dır... Kabul edilmiyorsa, diyalog yeri biziz... Bizi de kabul etmiyorsa, siyasal olarak seçilmiş iradedir. DTP'dir." derken, DTP'nin İmralı'yı adres gösterip bundan geri adım atmaması anlaşılır bir tutum değil. DTP'nin Öcalan'dan bağımsız herhangi bir siyaseti yok mu? DTP restleşme yerine uzlaşmayı, sloganların sihri yerine acı reçeteyi konuşsa meselenin çözümüne çok daha fazla katkı sağlayacak.
Programda "DTP gerçek anlamda bir toplumsal barışın sağlanmasını, korunup geliştirilmesini, demokratik, şeffaf, katılımcı yönetimin yaratılmasının temel öncelikleri içinde görmektedir. Partimiz, Kürt sorununun çözümünde, Türk ve Kürtlerin tarihsel olarak birlik ve kardeşlik ilişkilerini temel alan güncel bir yaklaşımın çözüm yolunu açacağına inanmaktadır. Partimiz inkârcı ve ayrılıkçı yaklaşımların sorunları çözmeyeceğini, aksine çözümü daha da zorlaştıracağına inanmaktadır. Bunun için Kürt ve Türklerin eşit, özgür ve kardeşçe birliğinin kararlı savunucusu olacaktır." deyip, meselenin nasıl çözüleceğini açık biçimde belirtmişken bugün Öcalan'ı adres göstermek en başta kendine haksızlık anlamına geliyor. Bir siyasi parti bunu teklif edebilir mi? Bu tavrın çözüm dilinin oluşturulmasına ve müzakereci siyaset anlayışına bir katkısı olabilir mi? Bu ve benzeri sorulara DTP'liler olumlu bir cevap veriyorlar ise DTP'yi kapatalım. Çünkü PKK varken DTP'ye gerek yok.
DTP'ye yönelik temel eleştirimiz onun bu süreçte daha sorumlu, yapıcı ve çözüme katkı sağlayıcı bir dil ve üslup kullanmamasından dolayıdır. DTP kendisini nesneleştirmeden vazgeçmeli ve 'Kandil sendromundan' kurtulmalıdır. DTP'liler içinden geçilen bu tarihî dönemde daha fazla inisiyatif almak, süreci doğru yönetmek ve daha yumuşak mesajlar vermek zorundalar. DTP, çözüme giden yolu kısaltabileceği gibi pek tabii zorlaştırıp uzatabilir de. DTP, silahların baskısı ve Öcalan'ın gücü olmadan Kürt meselesini çözebileceğini ortaya koyabilmeli ve bu vesileyle reşit olduğunu ispat etmelidir.
HÜSEYİN YAYMAN GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
Kaynak: Zaman