DP'nin 2007 misyonu

DP, yani DYP artı ANAP'ın yeni ismi.

DYP ile ANAP, Demokrat Parti (DP) ismiyle ve Türkiye haritası üzerinde yönünü Batı'ya dönmüş Kırat amblemiyle birleşiyor. Nikah kıyıldı, düğün ve zifaf yakında...

Bu birleşme hangi saikle gerçekleşti?

Cumhuriyet mitinglerindeki AKP politikalarına karşı geliştirilen “Sağ ve Sol Birleşin” çağrıları ile mi?

Her iki partinin baraj altında kalma kaygısı ile mi?

Demokrat misyonun parçalanmışlığı aşma misyonu ile mi?

Birinci ihtimalin, Demokrat misyonla çelişkisini, Salih Memecan'ın Sabah'taki karikatürü çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

DP 1950: Menderes ve Bayar “Yeter Söz Milletindir” pankartını taşıyorlar.

DP 2007: Ağar ve Mumcu “Yeter Söz devletindir” pankartını taşıyorlar.

Durum bu mudur?

Birleşme haberini veren gazetelere baktım, hayatlarında hiç “Demokrat” olmamış simalar, büyük sevinç ızhar ediyorlar.

AKP karşıtı her şeye şak şak!

Yeni DP'nin misyonu onları gönendirecek bir misyon mu?

Ağar, birleşme ile ilgili değerlendirmesinde olayı “Tıpkı 61 sene evvel milletin demokratik isyanını, ceberut bir tek parti iktidarına karşı ortaya koyan Demokrat Parti iradesi gibi... O günün Türkiyesi'nde kendilerini rejim muhafızı tayin edenler kendilerini milleti hizaya sokmakla görevli zannedenlerin bugün bir ruh ikizi oluşmuştur.” diye anlatıyor.

Ağar'ın 1950'deki Demokrat Parti misyonunu anlatırken kullandığı “milletin demokratik isyanı” tanımlaması iyi güzel, ama bugünkü DP'yi oluştururken karşısına dikildikleri “tek partinin ruh ikizi” hangisidir?

Bu soruya verilecek cevap DP'nin bundan sonraki halkla ilişkisinin yönünü belirleyecek?

AKP'yi eleştirmek için pek çok sebep bulunabilir.

Ama şu an CHP ekseninde AKP'ye yönelen ve bir boyutu “Parlamento Dışı muhalefet (PDM)” adıyla meydanlara taşınan tepkiler herhalde Ağar – Mumcu birleşmesinin frekansını tutmuyor.

Hatta tam aksi.

Ben yanlış okuyorsam söylesinler, bu tarz muhalefet, CHP'nin vaktiyle DP'ye karşı yürüttüğü muhalefetin sadece 2007 versiyonudur. Zaten DP'nin bir ihtilalle devrilmesinden sonra 1960'la gelen anayasal yapı, DP'nin “millet iradesi” vurgusuna karşı bu iradeyi dengelemek için oluşturulmuş yapıdır ve bu, son operasyonda tam da AKP'ye karşı devreye sokulan yapıdır.

Ve “laiklik – irtica karşıtlığı – cumhuriyet vurgusu”, tam da Demokrat çizgiye (DP'ye, AP'ye, ANAP'a) karşı sürdürülen çizgidir. İnanç özgürlüğü alanında atılan her adım, “irticaya prim – laikliğe tahdit” olarak okunmuş ve askeri boyut dahil radikal tepki gösterilmiştir. Şu anda AKP'nin karşılaştığı da DP'nin, AP'nin, ANAP'ın karşılaştığı tepkilerden farklı değildir.

Ağar ve Mumcu bunu okuyamayacak kadar siyaset acemisi midir?

Ağar da Mumcu da, eğer siyasal istismar için söylemiyorlarsa – ki ben son derece safiyane bir şekilde böyle bir istismar düşüncesi bulunmadığı düşüncesindeyim- hem başörtüsü hem İHL'ler konusunda 28 Şubat mantığı ile de, o mantığın Cumhuriyet mitinglerinde meydanlara yansıyan boyutu ile de aynı paralelde değildirler. (Kutlu Doğum toplantılarında e- muhtıraya gerekçe oluşturan çocuk korolarını Ağar ve Mumcu'nun tehlike diye gördüklerini düşünemiyorum)

Vatan'dan Mustafa Mutlu, mitingçilerin kulağına kar suyu kaçırırcasına soruyor:

Özetle:

“Ağar İHL'lerin tüm taleplerini kabul edeceklerini söylüyor.

Mumcu türbancıların isteğini yerine getirecek olan YÖK reformunda ısrar ediyor.

Yarın bunlar seçimde zaferle çıkar da AKP'nin yapamadığını yaparsa bugün “Birleşin” diye seslenenler ne yapacak?”

Acaba Mustafa Mutlu'nun kaygısı mı yerinde, yoksa Salih Memecan'ın Ağar ve Mumcu'nun eline tutuşturduğu “Yeter söz devletindir” pankartındaki ihtimal mi?

Bir yandan AKP'ye karşı durarak, “AKP karşıtlığı” diye oluşan toplumsal birikimin rantını devşirelim, öte yandan “Demokrat misyon” diye haykırarak, milletin tek parti ideolojisine karşı duruşunun rantından istifade edelim...

Nasıl olacak bu?

İşte ilk fiyasko Cumhurbaşkanlığı seçimi oylamasında ortaya çıktı. Ağar ve Mumcu'nun çizgisi gitti, e-muhtıra ile, CHP çizgisi ile ve yargının zorlama yorumu ile üst üste oturdu.

Ağar ve Mumcu, bana göre şu anda flu bir alanda siyaset yapıyor.

Bu flu (belki gri) alan, bir yerde “kamplaşma karşıtı durmak”gibi görülebilir ve bunun da siyasal karşılığı bulunduğu farz edilebilir. Ama bu yolun kısa süre sonra biteceği kesindir. Çünkü yarın size sorulacaktır:

İktidara geldiğinizde başörtüsünü ne yapacaksınız?

Yarın iktidara gelirseniz İHL'yi ne yapacaksınız?

Bu soru AKP'ye sorulduğunda “Biz böyle bir sorunu çözmek için söz vermiyoruz” deseler bile bu sorunun önce onların kendi hayatlarının sorunu olduğu, ve bu sorunu çözmekten başka çarelerinin bulunmadığı biliniyor.

Onun için “Bu bizim için sorun değil” demelerine bile inanılmıyor.

Ama aynı cevabı Ağar ve Mumcu verdiğinde bu onların negatif hanesine yazılacaktır.

Farklı bir cevap verip, “Bu sorun halkın sorunudur ve siyasetçiye düşen de halkın sorununu çözmektir” dediklerinde, bugün onlara “İyi ki birleştiniz” diyenlerin “Bunlar da daha şimdiden istismara başladı, demokrat parti de böyle dini istismar ederdi” dediklerini göreceklerdir.

Öyleyse sağlıklı olan nedir?

Bence sağlıklı olan, Ağar'ın, bir süre öncesine kadar sürdürdüğü çizgidir. Ağar o çizgide, öncelikle kendisinin devletle bağlantılı imajını aşmayı amaçlayan, sonra, “Demokrat taban”ın uzantısı olduğu değerlendirmesinden yola çıkarak, AKP tabanının hassasiyetlerini dikkate alan, onları rencide etmemeye özen gösteren, AKP liderliği ile her türlü dost görüntüyü önemseyen bir duruş sergilemişti. Mumcu'ya gelince, Mumcu, AKP'de bulundu, bakanlıklar yaptı ama sonra gerilimli biçimde ayrıldı. Buna rağmen Mumcu'nun AKP'deki duruşunda, AKP tabanıyla olumsuz bir ilişkisi olmadı. Hatta YÖK konusundaki tavrında olduğu gibi zaman zaman radikal tavırları sempati bile uyandırdı.

Her iki lider, 28 Şubat'la aralarına mesafe koymaya özen gösterdi.

Hatta her iki lider, 28 Şubat'la bütünleşmiş – paralel yürümüş simalarla mesafeli durmaya özen gösterdiler.

Burada Ağar ve Mumcu'nun son zamanlarda Demirel ve Mesut Yılmaz çizgisi ile ortak heyecanlar içine girdikleri izleniminin kamuoyuna yansıdığını ve bunun da kaygı ile karşılandığını belirtmek lazım. Bir politikacının farkları çoğaltmak yerine ortak paydaları çoğaltmak gibi bir yaklaşım içinde olacağını anlamak mümkün ama, bir takım simaların harekete yansıyacak gölgelerinin de dikkate alınması önem arz ediyor. Bu da, merkezdeki insanın, durduğu yeri gerçekten iyi özümsemesi ile mümkün. Merkezdeki insan (lar) millet önündeki misyonlarını iyi özümsememişlerse kolayca kaygan zemine düşmeleri de tabiidir.

Ağar ve Mumcu, çok geniş bir alanda siyaset yapamayacak. Bir yanda CHP – ulusalcı çevre, bir yanında MHP, bir yanında AKP...

Ağar ve Mumcu, Türkan Saylan ve Necla Arat'tan oy almayı ümit ediyor mu?

Belki de bu soru, duruş ve söylem noktasındaki hassasiyetin de sınırını belirliyor.

Hayırlı olsun!