Dolandırıcılık mesleği...

Yıllar önce, bir seyahat için Amerika'dayken telefonum çalmıştı, arayan Roger Tamraz'dı, benim New York'ta olduğumu öğrenmişti ve görüşmek istiyordu.

Kentin en pahalı (ve lezzetli) lokantalarından birine davet etti.
Roger Tamraz'ı bilenleriniz çıkacaktır belki ama ben yine de hatırlatayım: Lübnan'lı Hıristiyan bir ailenin çocuğu olan 1940 Kahire doğumlu Tamraz, bankacılık, risk sermayesi yöneticiliği gibi işler yapıp, pek çok işte pek çok kişinin üstüne ciddi zararlar yıkarak kendini sıyırmayı bilmiş bir 'işadamı.' Türkiye'de tanınma sebebi, 90'lı yıllarda Bakü-Ceyhan petrol boru hattıyla ilgili olarak dönemin Başbakanı Tansu Çiller'le ve eşi Özer Çiller'le birkaç kez görüşmüş olması, aynı konuda destek almak için ABD Başkanı Bill Clinton'ın seçim kampanyasına verdiği destek sayesinde onunla Beyaz Saray'da kahvaltı etmiş olması ve bütün bunların uluslararası bir dolandırıcılık olayının parçaları olması.

Tamraz beni aradığında ben tam gaz bu olayları yazıyordum, zaten o sırada Amerikan Kongre'sinde de ciddi bir araştırma devam ediyordu. Memnuniyetle onunla buluşmayı kabul ettim. Çok güzel bir yemek ısmarladı bana, parasını kredi kartıyla ödedi. İki saati aşkın süre benim sorularımı cevapladı, bana kendi iş yapma biçimini anlattı.

Bir dolandırıcının kafasının nasıl çalıştığını ve bir dolandırıcının toplamı 2.5 milyar doları bulacak büyüklükte olan, çok sayıda hükümeti ilgilendiren bir iş için nasıl cesaret bulduğunu hep merak etmiştim, Tamraz'dan bu konuda çok ipucu elde ettim.

Tamraz'ın bu iş için bütün sermayesi, seyahat masraflarını ve o ülkelerde yetkililere ulaşmasını sağlayacak kişiler için yapacağı harcamaları karşılayacak büyüklükte bir banka hesabıydı.

Bir de cüreti elbette.
Önce gitmiş, Çin'in boru hattı üretiminde kullanılan çeliği yapan şirketinden 'Biz istenirse bu hatta yetecek kadar çelik sağlarız, isterseniz inşaatı bile yaparız' anlamına gelen bir mektup almıştı.

Sonra gitmiş Azerbaycan'a, Haydar Aliyev'e kadar çıkmayı başarmış ve bu mektubu göstermişti. Aliyev'den, 'Ben de bu boru hattını yaptırmak istiyorum, Tamraz'a güveniyorum' gibisinden bir mektup almaya çalışıyordu. Aynı çeşit bir mektubu Ankara'da Tansu Çiller'den de almaya çalışmıştı. Hatta Alparslan Türkeş'le görüşmüş, boru hattının Ermenistan'dan geçmesini, böylece bir 'barış projesi'ne dönüşmesini de önermişti. Aynı şeyi Başkan Clinton'la da konuşmuştu. Tek ihtiyacı olan, Amerika'dan, Azerbaycan'dan veya Türkiye'den bir mektup almaktı.
Bunu alsa başaracaktı!
***
Bir dolandırıcının başarısının sırrı, karşısındakini ikna etme kabiliyetinde gizlidir. İki gündür öyküsünü okuduğunuz Yalçın Tanfer, Tamraz'la çap ve cüret olarak karşılaştırılamayacak birisi belki ama 'kül yutmaz' gözüken çok kişiyi ikna ettiğine kuşku yok.

Tamraz nasıl Amerika gibi bir ülkenin nüfuzunun arkasında olduğuna herkesi ikna etmeye çalışıyorduysa, Tanfer de 'Derin devlet'in arkasında olduğuna inandırmaya çalışıyordu karşısındakileri.

General rütbesi taşımış en az iki kişiyi ikna da etmişti. İnsanların adını duyduğunda titrediği Veli Küçük bile onun oyununa gelmiş, Tanfer'in doğrudan Genelkurmay'a çalışan bir istihbaratçı olduğunu düşünmüştü. Sedat Bucak, ona 5 bin dolar vermekten çekinmemiş,
o Tansu Çiller'in adını karıştırıp bir arsa satışından fahiş para kazanmış, arsayı alan adamı Çiller'in huzuruna kadar çıkarmayı başarmıştı.

Bugün böyle bir dolandırıcının varlığını biliyorsak bunu aslında Veli Küçük'e borçluyuz. O peşine düşmese ve gerekli bilgi ve belgeyi toplayıp arşivine koymasa bu değerli vatan evladını bilmeyecektik.

***
Haftalardır kafamı Ergenekon'la bozmuş durumdayım, iddianame yetmedi, belgeleri okuyorum şimdi. Bu örgütün içinde ne çok dolandırıcı olduğunu veya dolandırıcıların örgüte sık sık teğet geçtiğini fark ettikçe şaşırıyorum.

Belki de şaşırmamam lazım. Çünkü dolandırıcı, aynı zamanda nüfuz ticareti yapan kişi demek, sizi gerçekte olduğundan daha nüfuzlu (Veli Küçük'ün adamı veya 'derin devlet'in adamı veya 'Doğrudan Genelkurmay Başkanına çalışan kişi') olduğuna inandıracak ki, bundan çıkar elde etsin.

Bu çıkarın illa para olması da gerekmiyor anladığım kadarıyla.
Aynen sahte doktorlar gibi bunlar da 'manevi haz' için de bu işi yapabiliyorlar. Artık nasıl bir 'manevi haz'sa bu...

Kaynak: Radikal