Yazımızın, bugünün gerçekliğinden hareketle biraz felsefî, biraz da siyasî olmasını istedik. Gerçi siyasî temelde doğruluktan nasıl bahsedilebileceği, başlı başına bir sorunun ötesinde bir engeldir, özellikle bizdeki siyaset söz konusu olursa. Aslında siyasetin temeli, doğruluğu siyasî ve felsefî olarak bölümlemeden doğruluk olmalıdır. Ancak gel gör ki kendimi bildim bileli Türk siyasetini, kim yürütmüş olursa olsun, oyuncuları kimler olursa olsun başarısızlığı, hatta varsa başarılığı gerçeklik ile doğruluğun birbirleriyle/birbirlerine karıştırılmış olmasıyla izah edilebilir diye düşünüyorum. Bu iki kavramı birbirine karıştıran siyasîlerin en son örneğini ve karışıklığı en zirveye taşıyanlar AKP'li siyasîler oldu. Ne oldu? AKP ve AKP'lilere yazık oldu. Bunu AKP"yi acıma duygusuyla ifade etmiyorum; onların siyaseti kendi tanımları olan “Reel politik” açısından ifade ediyorum. Aslında bu “reel politik”, Türk siyasî hayatının hep ilkesi olagelmiştir: Demirel'in “Dün dündür bugün bugündür” sözü “reel politik” değil de neyi ifade ediyordu?
Ekrandaki AKP'li kurmaylardan ve danışmanlardan-perde arkasındakileri bilemiyoruz ama –sürekli dillerinden düşürmedikleri “reel politik” jargonunu bugüne kadar çok duyduk. Oysaki “reel”in doğruluk açısından hiçbir karşılığı yoktur. Bakmayınız siz Hegel'in “Her reel gerçektir her gerçek reeldir” demesine! Bu, Hegel'in rüyalarından birisidir. Bununla, AKP'liler Hegel'in yolunda yürüdüler demek istemiyorum. Belki aralarında Hegel ismini hiç duymamış olanlar bile olabilir. İsim önemli değil, Hegel'i bilip bilmemeleri de önemli değil. Aynı veya benzer rüyayı uyanıkken de herkes görebilir. Kaldı ki bana göre AKP'li siyasîler “reel”i bile rüyada gördüler.
Sözü fazla sözcük tekrarına boğmadan ve siyasetten biraz uzaklaşarak, gerçek (reel) - gerçeklik (realite) ve doğru – doğruluk üzerinde birazcık duralım; aralarındaki farkı ortaya koymaya çalışalım.
Doğruluk, tabiatı ve mahiyeti itibarıyla hak ve hakikat olanın zihnimizdeki veya aklımızdaki anlam referansları bakımından hak ve hakikat olana tekabüliyeti ve delaletidir.
Gerçeklik, tabiatı hak olsun veya olmasın sadece varolma bakımından varolanın tasavvuru ve tasdikidir.
Dolaysıyla doğruluğu, Hegel gibi tamamen gerçekliğe indirgeyemeyiz. Sadece her doğru aynı zamanda gerçekliktir diyebiliriz. Bu durumda bazı gerçeklikler doğruluktur. Gerçekliğin, doğruluk olabilmesi için tabiatı hak ve hakikat olanı ifade etmesi gerekir. Hakikat ifade etmeyen gerçeklik, yanlış, hata ve yalandır. Örneğin birisi bir hırsızlık yaparsa, hırsızlık olayı gerçektir, o kimsenin hırsızlığının zihnimizdeki karşılığı gerçekliktir. Fakat hırsızlık, doğru olmayacağından, doğruluk değildir. O halde bu sefer şu sorulabilir: Doğruluğun veya gerçekliğin anlam referanslarını belirleyen nedir? Başka bir ifadeyle ne neyi doğru yapar, ne neyi gerçek yapar?
Doğruluk ve gerçekliğin anlam referansları, olgusallıklarının referanslarından bahsetmiyoruz, iki tanedir. Birisi akıl, diğeri dindir. Aslında bu iki şekilde belirlediğimiz anlam referansı nihai olarak birdir; ancak; hangi akıl ve hangi din söz konusu olunca bunları her zaman birleştirme imkânımız yoktur. Bizim için din, İslam'dır ve akıl da ülküsel olarak İslam'a teslim olmuş Müslümanın aklı olması gerekir. Ama yinede bu iki referans kaynağını birleştirmemize imkân yoktur. Çünkü her Müslümanın aklının, Müslümanca işleyip işlemediğinden emin olamayız; bunun geçmişte ve özellikle de günümüzde pek çok örneği vardır. Hatta bugünün Müslümanlarının akıl kullanımının Müslümanca olması şöyle dursun, dini veya meşrebi ne olursa olsun orta halli bir insanın akıllını kullanmasından daha uçuk – kaçıktır diyebiliriz.
İnsani olan her türlü zihinsel ve olgusal faaliyetlerin, siyaset, hukuk, ahlâk, iktisat, sanat, daha da ekleyebilirsiniz, hakikat açısından anlamlı olabilmesi için doğru olmalar gerekir; gerçek olmaları gerekmez. Örneğin zina gibi bir olgunun İslam'a göre suç olduğu gibi, genelde fıtri akla göre de böyledir. Ancak zina eden akıl, bunu suç ve yasak kabul etmeyebilir. Zinanın suç olmaktan çıkarılması akla göre gerçeklik olarak görülebilir ama ne dinen nede fıtri aklen doğruluk olarak görülür.
“Reel” ile kastedilen gerçek olandır. Gerçek olan veya gerçeklik, ne hakikattir, ne de doğruluktur. Nihai olarak düşündüğümüzde hakikat esasen varlık alanıyla ilgilidir. Burada bu bakımdan hakikatten söz etmedik. Doğruluk, yukarıda işaret ettiğimiz gibi, tasavvurla, tasdikle ve söylemle ilgilisi olması bakımından, ülküsel olarak davranışlarda ve tavırlardan da yansıması gereklidir. Doğruluk siyaseti, ülküsel olarak düşünmek istersek, hukukun ahlak üzerine, siyasetin hukuk üzerine bina edilmesi ile olur. Fakat bunu görebilmiş siyasetçilerimiz oldu mu veya var mıdır? Ekrandaki AKP'liler doğruluk söylemi yerine, sürekli “reel”den, “reel politik”ten söz ettiler. Ettiler de ne oldu! “reel” oldu; eee, başı “reel” olanın sonu da “reel” olur elbet.”Reel” olanla muktedir olunmaz.
Çünkü AKP'liler bir türlü kendilerinin “Reel politika”sında bile “reel”i göremediler. Bir adım atıp geriye üç adım atmak “reel”in ancak gölgesini görmüş olmakla açıklanabilir. Sayın Başbakanın, Cumhurbaşkanının seçilememesine, 367 milletvekilinin ilk oturumda hazır bulunmasını onaylayan, Anayasa Mahkemesinin kararına tepki göstermesini anlayamıyorum. Neden diyeceksiniz? Çünkü AKP'liler, AKP'li olmayanların da “reel politika” yapacaklarını kendi “reel politika” ilkeler içerisinde düşünemediklerini sanıyorum. Bu, biraz da ABD'nin Irak'a demokrasi getiriyorum diye Irak'ta savaşmasına benzedi.
Bugünkü Müslümanların halini, peygamberimize atfedilen “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız inanırsınız” sözünden daha başka bir söz daha güzel dile getiremez.
Peygamberimizin bu sözü doğruluk ve hakikatin beraberliğinin kaçınılmazlığına vurgu yaparak sadece kişisel hayatımızın değil, toplumsal hayatımızın da bedîhiyatlar üzere kurulu bedî'iyat yani estetiksel olması gerekir. Siyaset ülküsel olarak bir estetiktir. Bu estetik görüntüselden ziyade özsel olmalıdır: Sözün sadakatı, akılın muhâkemâtı, gönülün selîmiyatı. Aksi halde hem siyaset, hem de estetik, Aristo'nun Mimesi “Taklit” üzere kurulu anlayışı olur. Bunun için Aristo köleliği hukuki ve siyasi saymıştır. Çünkü o gün içerisinde yaşadığı toplum köleliğe doğal bir statü olarak bakıyordu.
AKP “reel politik” yapmayıp da estetik siyaseti yapabilseydi, belki iktidar olup da muktedir olamama zaafından kurtulabilirdi.