Ankara deyince akla protokol gelir. Bu şehrin soğuk ve resmi havası, hayatın protokole bağlı olmasındandır.
Tartışma şu. Başkent protokol listesinde bazı değişiklikler yapılmış. Dolayısıyla da listede bazı makamlar bir ya da iki basamak aşağı kaydırılmış.
Bu durum bazı gazetelere farklı yansıdı. Yapılan değişikliğin 'üst düzey yargı mensuplarını alt sıralara kaydırmayı hedeflediği' iddia edildi. Cumhurbaşkanlığından konuyla ilgili ayrıntılı bir açıklama yapıldı ve iddiaların yersizliği ortaya konuldu.
Buraya kadar şaşırtıcı birşey yok. Sıradan bir protokol değişikliğini, 'statü kaybı' olarak gören zihniyet, şu sıralar bu telaşının gereğini yapıyor zaten. Onlar, 'kuruluş'un olağanüstü şartlarında elde ettikleri güçlerini korumak için her yolu mubah gören tehlikeli bir yola girdiler. Kolay vazgeçecek gibi de görünmüyorlar.
Bu protokol tartışmasının, affınıza sığınarak söylemek istiyorum, en rezalet tarafı ise aynı malum kesimin Diyanet İşleri Başkanı'nın protokoldeki yerini diline dolaması.
Listeye bakın. Diyanet İşleri Başkanı 51. sırada.
Lütfen kimse yanlış anlamasın. Protokolden ömrüm boyunca hoşlanmadım. Kimsenin bulunduğu yeri ona fazla görmek ya da hafife almak gibi bir derdim de yok.
Ama Diyanet İşleri Başkanı bu listede mesela TBMM katip üyelerinin ve idare amirlerinin altındadır. Yine mesela Ankara Valisi, Büyükşehir Belediye Başkanı, YÖK üyeleri, Ankara'daki üniversite rektörleri daha üst sıradadır.
Rekabet Kurulu Başkanı, Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı da protokolde Diyanet'in üzerindedir.
Diyanet'in son derece hassas ve kritik bir alanda hizmet yürüttüğü malum. Bu hizmetin kalitesi ve yetersizliği her zaman tartışılabilir. Ancak kurumun böyle bir noktada olmasında, ona verilen değerin, daha doğrusu yok saymanın katkısını gözden kaçırmayalım.
Bir yanda din hizmetlerini 'posta hizmeti' zanneden, 'benim vergimle din hizmeti veremezsiniz' saçmalığını savunan ve 'Diyanet'i özelleştirelim' diyen zihniyet.
Diğer yanda cumhuriyetle birlikte Diyanet'e bir misyon yükleyen; ama onu geride bırakan, protokolde itip kakan, hassas konularda söz söylemesinden rahatsızlık duyan, kısacası onu kendi statüsünü korumanın bir aracı olarak gören zihniyet.
Ne güzel değil mi! Milyonların hayatında tartışmasız önemli bir yeri olan, en ücra köşede görev yaparken devletin parçası kabul edilip teröre hedef olan bir kurum, protokol listesinin alt sıralarında yer alıyor.
Üstelik bunu bile çok görenler var.
Ne diyelim.
'Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.'
Genelkurmay açıklaması ve yakın gelecek
Genelkurmay'dan yine bir gece yarısı açıklaması geldi. Borsayı ve ekonomiyi gözetmek, artık ülkedeki her kurumun vazgeçilmezi haline geldi. Onun için açıklamalar böyle geç saatlerde ve mümkünse tatil akşamlarında yapılıyor. Oyak Bank gibi bir tecrübe, liberalizmin kurallarını yeterince öğretmiş olmalı TSK'ya.
Her neyse. Bu açıklama pek çok yönden ele alınabilir. Mesela Başbakan Erdoğan-İlker Başbuğ görüşmesinin ardından ortaya çıkması manidar bulunabilir.
'Demek ki görüşme iyi geçmiş, onun için böyle bir açıklama geldi' diyebilirsiniz. Görüşmenin çok kötü geçtiğini ve bu yüzden bir restleşmenin başladığını da söyleyebilirsiniz.
Bu defa en azından Türkçesi düzgün olan açıklamanın, mesela Taraf Gazetesi'ndeki bazı haberleri doğruladığını ortaya koyanlar da var.
Ancak ortaya çıkan metnin asıl önemli yanı, bunların ötesindedir.
Bu metin, Türkiye'de hali hazırda devam eden iktidar mücadelesinde bir üçüncü tarafın varlığının açıkça kabul edilmesidir.
Şu ana kadar daha çok satır aralarına gizlenen, bir şekilde dolaylı anlatımlara konu olan güçler savaşında, taraflar ilk defa bu kadar net tanımlanmıştır.
İşin tek esprili yanı, tarafların böyle şekillenmesinde Taraf Gazetesi'nin etkin rol oynamasıdır.
MHP'nin ilginç önerileri
Bu hafta TV8'de konuklarım MHP Ankara Milletvekili Deniz Bölükbaşı ve Akşam Gazetesi'nden İsmail Küçükkaya'ydı. Kapatma davası ve siyasetin geleceğini, ayrıca MHP'nin bu konudaki önerilerini ele aldık.
Edindiğim izlenim şu.
Birincisi MHP, zaman zaman getirdiği bazı eleştirilere rağmen kapatma davasını demokratik bir çerçevede tartışmaya kesinlikle yanaşmıyor. AK Parti'yi 'Kendisine kapatma davası açtıran parti' olarak suçlamayı tercih ediyor.
İkincisi, MHP'nin AK Parti'ye getirdiği tüm öneriler, bu partinin peşinen kapanmayı kabullenmesini beraberinde getiriyor. Yani MHP, iktidar partisine 'kapatılmayı kabullen ve ona göre plan yap' diyor.
Üçüncüsü ve bence en dikkat çekici olanı, MHP'nin dava sonuçlandıktan sonra AK Parti'nin 'yasaklı olmayan' milletvekillerinin hükümet kurması konusunda ısrar etmesi. Yani mesela 300 küsur milletvekili, yeni partileriyle bir hükümet kuracaklar ve erken seçim gündemde olmayacak.
Muhtemelen Erdoğan'sız bir partiyi daha dişine göre buluyor MHP kurmayları.
Kaynak: Star