Diyalog ama nasıl?

Diyalog, muhatap almayı, muhatap alınmayı içeren iki iradenin konuşmaya, anlamaya durmasını ifade eder. Diyalog çabası, zorlama karşısındaki kırılganlığıyla iletişimin koptuğu hassas denge olarak, tarihin her döneminde önemini korumuş, günümüz dünyasında daha etkili, çok boyutlu hale gelmiştir.

Diyalogun neresindeyiz? Sorusu sorulduğunda iki tepki öne çıkmakta; birincisi diyalog her şeyden önemlidir; ikincisi, din elden gidiyor;  batıl ile uzlaşılmaz.

Öncelikle diyalog uzlaşmayı icbar etmez. Kendiliğinden iki tarafın doğruları örtüştüğünde uzlaşma ortaya çıkıyorsa, endişeye mahal olmamalı.

Kur'an geçmiş kavimlerin öykülerini özetleyerek sunarken farklı düzlemleri ve neticelerini ibret çıkarılmak üzere açıklar. Geçmişle irtibat kurmanın, tarihle adeta canlı organizma olarak diyaloga geçmenin geleceğe ait hazırlık amacını da içerdiği aşikâr.

İnsanın yeryüzü macerasındaki anlam arayışı hep var oldu. Geçmiş topluluklarının arkaya bıraktıkları varlıkların dili, onların korkuları, umutları, zevkleri, idari yapıları üzerinden hayat tarzlarının sergisini oluşturuyor. Yaşadığımız küresel dünya bütün iletişim hızına rağmen, katmanlı yanılsama üretimiyle kopukluk, önyargı ve üretilmiş maksatlı bilgi ile bilişmeyi imkânsız hale getirmede çok daha etkili.

Bilişmeyi, sıhhatli diyaloğu engelleyen etkenlerin, başında kameranın/kalemin arkasındaki biçimlendirilmiş önyargı yatıyor.

Siyasi, kültürel, ekonomik ilişkiler dahi yeterli yakınlığı, diyalog ortamını oluşturmaktan uzak seyrediyor.

İslam'ın yayılışında Müslüman tüccarların etkisi malum. Ticaretin oluşturduğu diyalog ortamının sadece sözde kalmadığı, ticarete yansıyan mümin davranışlarının etkisinin daha önde olduğu menkıbelerden de anlaşılıyor. Ticaret, insan menfaatinin açığa çıktığı, karakteri ele veren en etkin tanışma durumudur. Arz ve talep dünya ihtiyacı bahsinde ortaya konurken imana yönelik sonuçların ortaya çıkması üzerinde durulması gereken bir konudur.

Diyaloğun sentetik bir düzlemden, hazırlanmış sunumlar ortamından başka olduğu hususunu belirtmemiz gerekiyor.

İmanla aydınlanan, arınan kişinin öncelikle davranışlarıyla çevreye ışık verdiğini, dikkat çektiğini tespitinden hareketle, diyalogun kendine has anlık oluşan ortamının zenginliğinden bahsedebiliriz.

Hz. Peygamber'in elçiler eliyle çeşitli hükümdarlara yazdığı mektuplar teklif olarak, daha çok ilgi oluşturma, dikkat çekme ve öncelikle de haber verme açısından öneme haizdi. Hükümdarları İslam'a davet eden, kabul etmediği takdirde halkın önüne engel koymamasını isteyen mektuplar öncelikle insanı, bulunduğu statüye ve duruma bakmaksızın muhatap alma açısından ele almayı hak ediyor.

Yine bahse konu mektupları ele aldığımızda, muhataba seslenişte saygı ifadeleriyle karşılaşıyoruz. Hz. Muhammed'in şahsının temel özelliği aynı zamanda İslam öğretisinin kişide görmek istediği vasıflar arasında yer alıyor.

Bilginin hızlı ama kirli aktığı küresel evrede, diyaloğa kurtarıcı yükler yüklemek ne kadar abartılı yaklaşımsa, diyaloğu küfre vardıracak kadar ileri götürerek mahkûm etmek aynı oranda yersizdir. Hayatın pratiği zaten diyalogu icbar ediyor. Günlük akışta kullandığımız pek çok ithal ürün söz konusu; yapılan seyahatler, haberleşme vb. hal ve hareketler bu düzlemde yürüyor.

Müslüman söylemini coşkuyla kuşandığında onu tanıyanın etkilenmemesi mümkün değildir. Söz ve eylemin mutmain buluşması ile oluşacak karşılaşma hayır hanesine yazılacak neticeler barındırır. Kişisel buluşmalar ötesinde medeniyetlerin kendiliğinden sesiz diyalogu daha geniş zamanlı seyrini sürdürür. Medeniyet karşı medeniyetle kendinin farkına varır ve ivmesini hesaplama imkânına kavuşur.

Kur'an, kendini İslam'a düşmanlık üzerine konumlandırmayan her farklı insanla iyilik üzere ilişkide olmayı önerir. Karşılıklı saygı esasına uyarak, dinleme, dinletme, yanlışı düzeltme, ancak ilişki üzerinden sağlıklı olarak yürüyebilir. Devletlerin kurduğu siyasi ilişkiler bu bahiste en zayıf halkayı oluşturur.

Yanlış, çarpık önyargılar üzerinden kurulan ilişkiler doğruya ulaşmayı imkânsız hale getiriyor. Müslümanlar, Hz. İsa, Hz. Meryem, Hz. Musa ve Hz. İbrahim hakkındaki inanışlarını Batıyı muhatap alarak ortaya koymuş değil. Alt yapısı doğru bilgiden mahrum olan Batılı algı terörizme endeksli bir din sunumunu hemen kabul etmede zorluk çekmemesi biraz da bu nedenle değil mi?

Netice olarak, Müslüman'la tanışan, oranı ne olursa olsun, kazançlı çıkacağı ön kabulü tecrübenin onayıyla da sabit.