Garip bir tipolojiye doğru evriliyor insanlık. Coğrafya, etnik köken ve kültürel farkların silinmeye yüz tuttuğu globalleşme süreci, gittikçe daha çok benzeşen insan modeliyle iyi bir gelecek beklemiyor bizi. Ortak eğilimler üzerinden işaretleri takip ettiğimizde, anlık değişim karakterli, hazları adına her türlü değeri kullanma becerisi ile donanımlı bir dünya gençliği görürüz. Hemen isteyen ve her şeyi isteyen profilin egoist yanının gelişmesiyle sevgi ve merhamet duygularının dönüştüğü anlaşılıyor. Bir insan düşünün ki, olur olmaz her şeyi istiyor. Aileden, okuldan, toplumdan, her ilişkiye girdiği kişi ve kurumdan talep ediyor. Talebin mahiyetini, meşruiyetini, hak edilip edilmediğini düşünme ihtiyacı duymuyor. Bilgisayar oyunlarının, ekranda alınan puanları gibi talep merkezi bakış şişmanlayıp duruyor. En küçük fedakârlık kaybı veya menfaat küçülmesi durumunda, hemen kitleselleşerek tepki koyarken, birkaç saatlik cemaat oluyorlar ve o gündem çerçevesinde bütün zıtlıklarını unutabiliyorlar. Farklı ülkede ortaya çıkan ilginç bir hareket veya çıkış, her alana taşınarak kullanılıyor. Objelerin değişik kültürlerdeki anlamı da bu sayede dönüşüyor.
Beklenti noktasında tatmin edilemeyen, ne zaman ne yapacağı hesap edilemeyen insan tipinin manipülasyona açık olan tarafı da tatminsizliğinde yatıyor. Mutluluğun tek bir adreste aramasıyla ortaya çıkan kolaycılıkta birleşme, insanı ucuzluğun müşterisi yaparak küçültüyor.
Mutluluğun huzurun yakalanması noktasında çok zengin, insanı yücelten sayısız yollar insanın seçimine sunulmuştur.
İnsanın kimyasını huzura kavuşturan tam da kaçtığı noktada yer alıyor... Gençlik sorumluluktan kurtulduğunda mutluluğu elde edeceğini sanıyor. Bu nedenle bütün bağlardan kopmayı; kopamadığında dönüştürerek özgür olduğunu düşünüyor.
Kriterlerin soyutlaşması, ilkelerin değerden kopuk ele alınışı, kişiyi piyasa akışına mahkûm ediyor. Gizli zincirlerin şakırtısı duyulmadığından, kişi kendini arayışın kapısında varsayıyor ve günler umudu birbirine aktararak geçiyor.
İnsanın yapısında bilme iştiyakı ve bu sayede kıyas etme, fikretme, netice çıkarma süreçleri aklın ihtiyarına denk düşer. Bilme, keşfetme süreçleri hazine bulma hallerinin lezzetini sunar insana. Saf bir niyetle, önyargısız arayışlar, neticede insanı varoluş anlamıyla burun buruna getirir. İnsan işte o an, sorumluluğunu fark eder. Sorumluluk, insanı iç disiplinle yükselme imkânı olarak tebarüz eder.
Temel bilinç, insanın başıboş yaratılmadığını bilmekle başlar. Yaratılış anlamını keşfeden insan sorumluluğu bir yük olarak görmez. Kişisel planda kararlı tavır, toplumsal düzeyde özveri, sorumlulukla ortaya çıkar ve hayatı kolaylaştırmak adına yapıcı işleve sahip olur.
Kültürümüzde diğergâm sıfatıyla anılan insanlar, bir başkasının derdiyle dertlenen ve bu çabayı doğal eylem haline getirenlerdir.
"Derman olan dert" de bu olsa gerektir. İnsanların birbirine olan bağlarının gelişmişliğidir, bir medeniyetin kalitesini ortaya koyan. Sorumluluk, merhamet duygusunu geliştirir; bereketi sevgiyle, buluşturduğunda hayatı güvenli ve yaşanır seviye kazanır.
İsar kavramıyla anlayacağımız, bir başkasının mutluluğu için karşılıksız fedakârlıkta bulunma, günümüzde tamamen yok olmadıysa da önemli oranda zafiyete uğradı.
İslam'ın tebliğ dinamiğini de bu fedakarane duygu oluşturur. En yakından uzağa, insana, topluma gerekeni sunma gayreti içinde olma ve bu amaçla örgütlenmenin kurumsal adını yokladığımızda karşımıza vakıflar çıkar, vakıf insanlar belirir.
İyiliğin ortada durması yeterli değil. Hedeflenen neticelerle uyumlu bir çaba ile iyiliğin sunulması, her müminde oranları değişik olsa da, bulunması gereken özellikler arasındadır.
Yeryüzünde en muteber iyilik bir insanın Müslüman olmasına vesile olmaktır. İnsanlığın diriltilmesinin sembolizesi olarak vurgulanan bu durum, dünyevi sınırları aşan düşünme ve çabaya işarettir.
Yaşadığımız son yirmi yıl, "tebliğ" merkezli bakış ve çabayı önemli bulmayan mahiyet içeriyor. Önem sırasına bakıldığında, ekonomik ve siyasi, dünyevi menziller öne çıkıyor. Yaşanılar zamanın mekânında farklı düzenler olsa da "tebliğ" daima yürürlükte bulunmak durumunda. Tebliğin ferdi ve toplu olarak yaşandığı yerde duygular ulvi bir mahiyet kazanmış demektir.
Dünya, ahiret kesintiye uğramadan bütünlük içinde, fedakârlık ile elde edilen duygular sayesinde muhafaza edilebilir. Aksi takdirde, fikirler kadar dirayeti olmayan duygular, insanı dünyevi karakterli ve sürekli talep eden konuma hapseder.
İsar kavramını merkeze alarak yaşamak, diri yaşamaktır; diri ölmektir. Mutluluğun sonsuz âlemde bizimle olması hedefi, dünya hayatının fedakârlıkla konumlanmasını gerekli kılar. Üstelik bu durum hiçbir statü ve özellik gerektirmeyen, her müminin yapabileceği ve aynı zamanda kulluğunun gereği bir durumdur. Bir diğer ifadeyle, iyilik çabası içinde can yeterli malzemedir.
Ahiret inancından kopan seküler tasavvurlarda "ödev bilinci" olarak özellikle Kant'ın seslendirdiği duyarlılık işlevsel olamıyor. Allah/ahiret inancı olmadan bir insanın bir başkası için yapacağı iyilik, karşılık beklemeden tezahür etmez ve süreklilik kazanmaz.
İslam toplumunun böylesine güçlü dinamiği mevcuttur. Söyleminde yer alan, azmettirilen bu salih amel, tarihi seyir içinde sayısız örneklerle önümüzde durmakta.