'Direniş'le 'meşru hükümet' arasındaki ayrım muğlak

Acaba her düşmana direnmek meşru mudur? Bu soruya yanıt vermek için öncelikle düşmanın tanımı üzerine bir anlaşma sağlanması gerekir. Örneğin Pakistan'daki Taliban Amerikan güçlerine karşı bir direniş hareketi mi oluşturuyor? Uzun yıllar Svat Vadisi'ni kontrol eden, güvenlik ve yargının yanı sıra mali ve idari işlerde de otoritesini dayatan Taliban meşru otorite olduğu mesajını vermeye çalıştı. Taliban bu bölgelerde şeriat uygulandığını söylediği gibi, İslamabad'ı Afganistan'dan sonra Pakistan'ı da işgal etmek isteyen ABD güçlerinin uzantısı gibi tasavvur etmeye çalıştı. Bu doğrultuda Pakistan hükümeti direnişe karşı işgalci ABD'yle koalisyon yapmış gibi göründü.

Bu mantık açısından en tehlikeli gelişme şu ki, Taliban Svat Vadisi'nde uğradığı kayıpların ardından Keşmir'e uzanıyor. Bu durum Svat Vadisi'nden kaçıştan ibaret değil; aynı zamanda, Pakistan hükümetini direnişe karşı Hindistan'la koalisyon yapmış gibi göstermeye yönelik bir girişim de teşkil ediyor. Zira Keşmir'de ve başka birçok bölgede, Hindistan Pakistanlıların ve Müslüman Keşmirlilerin düşmanı gibi gösteriliyor. Dolayısıyla direniş - yani Pakistan Taliban'ı- Svat Vadisi'nde Amerikan güçleriyle, Keşmir'de de Hindistan güçleriyle İslami direnişe karşı işbirliği yapmakla suçladığı Pakistan hükümetinin meşruiyetini yaralamaya çalışıyor.

Somali'de de direniş hükümeti sıkıntıya sokma silahı olarak kullanılıyor. Burada da İslami (!) direniş grupları, hükümetin tarihi düşman Etiyopya'yla direnişe karşı koalisyon yaptığını iddia ediyor. Ayrıca ABD'nin siyasi ve lojistik desteği olmasaydı Etiyopya'nın Somali'ye müdahalesinin gerçekleşmeyeceği mesajını vermeye çalışıyor. Direniş 'şeriat uyguladığı' iddiasıyla, hükümeti ABD ve Etiyopya'yla işbirliği yapıyormuş ve şeriat karşıtıymış gibi göstererek sıkıntıya sokmak istiyor.

Mısır da, İsrail'in Gazze'ye yönelik yıkıcı savaşı sırasında ve sonrasında, zalim ambargo nedeniyle bu tür bir sıkıntı yaşadı. Gazze sınırını kapattığı için bazıları Mısır'ı düşman İsrail'le işbirliği yapıyormuş gibi tasvir etmeye çalıştı. Filistin Yönetimi de direniş söylemini yükselten Hamas'ı düşürmek için bu savaştan dolayı memnunmuş gibi tasvir edildi.

Doğru bir temele dayanmamalarına, ulusal ve milliyetçi mantıkla çelişmelerine rağmen, bu algılamalar siyasi sıkıntı yaratma ve dahası teşhir etme amacıyla kapsamlı biçimde kullanıldı. Lübnan İsrail'in Temmuz 2006'da açtığı savaşta bu deneyimden geçti; hükümet direnişe karşı ABD ve hatta İsrail'le işbirliği yapmakla suçlandı. Oysa aynı hükümet 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı çıkana dek direniş hükümeti olarak görülmüştü. İşgal altındaki Filistin'de de Hamas, İsrail'le müzakere çağrılarına hızla olumlu karşılık veren Filistin Yönetimi'ne karşı direniş silahını çekti. Diğer yandan, masumların kanı aktığı için en acı örnek Irak olabilir. Irak hükümetinin hem direniş karşıtı hem de ABD ürünü gibi tasvir edilmesi yönünde birçok girişimde bulunuldu.

Bu bağlamda bağımsız ve egemen bir ülkede dış düşmana karşı direniş projesini sorgulamak gerekli. Düşmanı kim belirleyecek? Direnişin nasıl, nerede ve ne zaman hayata geçirileceğini kim kararlaştıracak? Devletin ve ordusunun rolü, dış koalisyonlar ve siyasi yükümlülükler ne olacak? Ulusal birlik ne olacak?  İşaret ettiğimiz bütün modeller - Pakistan, Somali, Mısır, Filistin, Lübnan ve Irak- devlet ve direniş seçenekleri arasındaki zıtlığın sonucunda gerginlik ve sarsıntıya maruz kalıyor. Peki bu çelişkiyi kim ve nasıl bitirecek? (Lübnan gazetesi Müstakbel, 10 Temmuz 2009)

Kaynak: Radikal