Diplomasi Ortadoğu'ya geri döndü

Ortadoğu'nun dört bir köşesinde aniden diplomasi rüzgârları esmeye başladı. Belki de baş aktörler ufuktaki felaketi gördü ve eşikten dönmeye karar verdi. En önemli görüşme bu hafta sonu İran lideri Mahmud Ahmedinecad'la Suudi Arabistan Kralı Abdullah arasında. Diğer önemli toplantılar arasında, 10 Mart'ta Bağdat'ta bölge ülkelerini ve dünya güçlerini, Irak'ta güvenliği ve egemenliği tesis etmenin yollarını aramak için bir araya getirecek konferans ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden birinin Irak'tan mülteci akını nedeniyle ortaya çıkan sorunları görüşmek üzere yapacağı Suriye ziyareti var. Geçen ay da Filistin ve İsrail liderleri ABD Dışişleri Bakanı Rice'la bir araya gelmiş, Hamas ve Fetih de Suudi arabulucuğunda Mekke'de görüşüp anlaşmıştı. Sıradan Araplar endişeli Bu hareketlilik, Ortadoğu'daki mevcut durum böyle devam ederse nelerin kaybedileceğine dair herkeste artan bir idrak olduğunu yansıtıyor. Tehlike sinyalleri, bölgeyi saran iki daimi şiddet eğilimi biçiminde tezahür ediyor: Birincisi, hükümet kontrolü dışındaki ve çoğunlukla bizzat hükümetlere meydan okuyan milislerin, direniş örgütlerinin, diğer güçlü silahlı siyasi grupların ve teröristlerin popülerliğinin sürekli artması. İkincisiyse, ABD öncülüğündeki silahlı güçlerin, Amerika, Britanya ve İsrail'in başını çektiği, bazı Arap yönetimlerini de kapsayan ittifaklara karşı çıkan İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve benzerlerini hedefleyen bir biçimde, bölgede durmaksızın yaptığı yığınak ve buna eşlik eden diplomatik baskı. Bu eğilim geçen yaz patlak veren İsrail-Hizbullah savaşıyla, Irak'taki güvenlik durumunun iyice dibe vurmasıyla ve İran'la Suriye'ye yönelik süregiden baskılarla doruğa çıktı. Bu bölgesel yüzleşmenin iki tarafı da kamuoyundaki gücünü ve gerekirse askeri araçlarla savaşma kararlılıklarını göstermeyi sürdürüyor. Büyük kaybedenlerse, kendi halklarına mahsus militanlıkla yabancı müttefiklerinin saldırgan militarizmi arasında sıkışmış mevcut Arap rejimleri. Kaybedilen bir başka şey de, Arap dünyasının ve İran'ın dört bir köşesindeki sıradan insanların huzuru. İnsanlar, istikrarsızlığa sürüklenmek ve sorumsuz politikaların doğal sonucu olan açık bir savaştan zarar görmek istemiyor. Her iki kampın liderleri, bölgeyi büyük bir silahlı kampa, savaş alanına ve milis üretme çiftliğine dönüştüren inatçı bir tutum sergiliyor. Bütün tarafların takındığı kibirli tavır nihayetinde hepimizi felaketin eşiğine getirdi ve manzara hiç iç açıcı değil. Ortaya çıkan korkutucu potansiyelin örneği, İran'a yönelik olası bir ABD saldırısının yaratacağı felaket sonuçlar; ve Irak'taki sorunların mülteciler, radikalizm, siyasi gerilim ve yeni milisler, direniş grupları, teröristler biçiminde bölgeye yayılması. Bu yüzden şimdi, çoğunlukla Suudi Arabistan'ın, ancak daha az belirgin olan başka iki önemli gücün de arabuluculuğuyla herkes görüşüyor: Bu iki güçten ilki, dünyalarının sırf Şam ve Tahran'daki liderlerin siyasi hormonları ve onların Hizbullah ve Hamas dahilindeki dostları yüzünden başlarına yıkılmasını istemeyen sıradan Arapların giderek artan endişeleri. İkincisiyse Amerika ve İsrail öncülüğündeki saldırgan Ortadoğu politikalarının olumsuz sonuçlarından gittikçe korkuya kapılan küresel kamuoyu. Yapılan veya yapılacak görüşmelerin hiçbiri tek başına hayati sayılmaz. Ancak hepsi bir araya getirildiğinde, kibir ve ucuz kahramanlığın kısa vadede işe yarayan, fakat uzun dönemde sarpa saracak taktikler olduğuna dair ortak kavrayışı yansıtıyor. Suudi Arabistan'da bu hafta sonu yapılacak görüşme, İran'ın dini lideri Ali Hameney'i de kapsayarak Tahran'da da sürerse önemli olacaktır. Ahmedinecad keşif koludur zira, gerçek müzakereci değil. Bağdat toplantısının dört görevi var Gelecek haftaki Bağdat toplantısı da Irak'ın ihtiyacı olan şu dört kritik unsurun önündeki engelleri kaldırırsa meyve verecektir: Irak'ı terk etmek ve Irak'ın anayasal iktidar paylaşımı temelinde egemenliğini geri almasına izin vermek konusunda Britanya ve ABD'nin daha niyetli hale gelmesi; anayasal iktidar paylaşımı konusunda Iraklılar arasında uzlaşmaya varılması; bütün ilgili komşuların Irak'taki isyan, direniş ve mezhep çatışmasının sona erdirilmesine yardımcı olmak hususunda ortak çaba göstermesi; İran, Suriye ve diğerleriyle gerilimlerin İsrail-ABD öncülüğündeki bir rejim değişikliğinden ziyade uluslararası hukuk temelindeki diplomasiyle giderilmesi. Birinin hasmıyla konuşması tek başına başarı güvencesi değildir. Umalım ki bölgedeki baş aktörler gerçek müzakerelere dahil olmak konusunda gerekli cesareti göstersin. Kazan-kazan durumu yaratmak, arenaya gladyatörleri çıkarmaktan değil, almak kadar vermeyi de bilmekten geçiyor. (Lübnan'da İngilizce yayımlanan gazete, 3 Mart 2007)