Din istismarı ve siyaset

Cumhuriyet Halk Partisi'nin birkaç ay önceki malum 'çarşaf açılımı'ndan sonra şimdi de 'Kur'an Kursu açılımı'yla gündeme gelmesi 'din istismarı'na ilişkin kadim tartışmayı yeniden başlattı. 'Din istismarı' kavramı öteden beri Türkiye'deki rejimin kilit kavramlarından biri olduğu için üzerinde durulmayı hak ediyor. Çünkü, özünde ahláki bir mesele olan 'din istismarı' Türkiye'de tamamen politik müláhazalarla bir hukuki kavrama dönüştürülmüş bulunmaktadır.

Toplum tarafından kutsal sayılan başka değerler gibi dinin istismarı da elbette öncelikle ahláki bir sorundur. Genel olarak 'istismar'ı ahláki bir sorun haline getiren bu eylemin öznesinin tutumuyla ilgilidir. Şöyle ki: Genel olarak bir şeyin 'semeresini elde etmek'ten farklı olarak, istismarcının, atıfta bulunduğu değer konusunda samimi olmadığı varsayılmaktadır. Bunun başkalarına zarar verecek şekilde yapılması ahláka aykırılığı daha da artıran bir durumdur. Yani, 'istismarcı' aslında inanmadığı bir şeyi sırf ondan avantaj elde etmek için kullanan kişidir. Yoksa insanların başkalarına zarar vermeyecek şekilde bir şeyin 'semeresi'nden yararlanmasında ahláki bakımdan kendi başına bir sorun yoktur.

Meseleye hukuk açısından bakıldığında ise istismarın tanımında öne çıkması gereken, böyle olduğu düşünülen eylemi yapanın samimi olup olmadığı değil, onun bu eylemiyle başkalarına zarar verip vermediğidir. Çünkü, insanların atıfta bulundukları değerler konusunda samimi olup olmadıkları hukuken kesin bir şekilde ortaya çıkarılabilecek bir durum değildir. Böyle bakıldığında istismar 'hakların kötüye kullanılması'nın özel bir durumu olarak ortaya çıkmaktadır. Gündelik hayatta başka değerler gibi dinin de bu anlamda kötüye kullanılmasının birçok örneği vardır. İnsanların dini inançlarını istismar ederek bundan 'haksız kazanç' elde etmek veya bu yolla bizatihi inançları sömürülen kişilere zarar vermek fiilleri böyledir.

Siyasete gelince, dini inançlar elbette siyasette de istismar edilebilir. Ancak bu konuda neye istismar diyeceğimize çok dikkat etmemiz gerekir. Siyasi partiler eğer -Türkiye'deki cari 'rejim'in kabaca varsaydığı gibi- devlet adına toplumu gözetim altında tutan aygıtlar değil de toplumun devlet nezdindeki temsilcileri olmak durumunda iseler, onların dilinin şu veya bu ölçüde toplumun dilini yansıtmalarında yadırganacak bir şey yoktur ve esasen hiçbir modern toplum büsbütün -hatta büyük ölçüde- seküler değildir. Dolayısıyla, siyasette dini kavram ve değerlere atıfta bulunulmasını kategorik olarak 'din istismarı' saymak gerçekçi olmadığı gibi demokratik de değildir. Böylesi 'kamusal tartışma'yı keyfi olarak sınırlamak olur.

Öte yandan, demokratik bir siyasal sistemde kendisini esas olarak dini-muhafazakár değerlerle tanımlayan partilerin varlığı normal bir durumdur. Bu gibi partilerin daha 'láik' partilere oranla dine daha fazla referans yapmalarında da herhangi bir yanlışlık yoktur. Onun içindir ki din esaslı, hatta genel olarak muhafazakár partilerin dini değerlere atıf yapmalarını, böyle olduğuna hükmetmek için çok güçlü nedenler olmadıkça, kategorik olarak 'din istismarı' saymak doğru değildir.

Bu bakımdan din istismarı sayılmaya daha uygun olan tutumlar, kendilerini seküler veya láik olarak tanımlayan partilerin dini söylemleridir. Tabii bunu sırf ahláki bakış açısından söylüyorum, yoksa bu gibi tutumların hukuken suç sayılması gerektiğini düşünmüyorum. Kaldı ki, yukarıda belirttiğim gibi, demokratik bir sistemde toplumu temsil etmek durumundaki partilerin, láik bile olsalar, toplumsal ihtiyaç ve talepleri görmezlikten gelmeleri beklenemez.

Peki dinin siyasi alanda istismarını hukuken özel olarak düzenleyip yaptırıma bağlamaya gerek var mıdır derseniz, buna da hayır diyorum. Çünkü siyasetten bahsettiğimize göre, dinin siyasi istismarından eğer 'kamu'nun zarar görmesi söz konusu olursa, bu gibi durumlar için 'hakların kötüye kullanılması'yla ilgili genel hükümlere başvurulması yeterlidir. Esasen bu yola çok sık başvurulması da demokrasiyle bağdaşmaz. Çünkü, dini söylemlerin kamuya otomatik olarak zararlı olduğuna ancak láikliği devleti tanımlayan bir ilke olarak değil de genel bir felsefe olarak benimseyen rejimler cevaz verir ki bu tür rejimlerin de medeni ve demokratik dünyada yeri yoktur.

Star Gazete