Kapitalizm ve onun savunucuları özellikle de devlet aygıtı, üreticiler, mâli ve ticari teşebbüsler gibi “maddi kaynaklar” üzerindeki kontrolleri; günün meselelerini çerçeveleyecek argüman ve dili imal eden ideologlar, gazeteciler, akademisyenler ve politika yazarları eliyle halkın şuurunu manipüle etmeleri sayesinde hâkimiyetlerini muhafaza etmektedirler.
Kapitalist sınıf, krizin ve kârlılığı toparlamanın tüm yükünü maaşlı ve ücretli sınıfa kaydırdığından dolayı çalışan sınıfın büyük çoğunluğu için maddi şartlar son derece kötüleşmiştir. Hayat standartlarının sürekli geriye doğru sarmasının en çarpıcı yönü, bir sosyal ayaklanmanın bugüne değin ortaya çıkmayışıdır. Genel işsizlik oranının yüzde 25 olduğu, 16-24 yaş aralığındaki işsizlik oranının ise yüzde 50’yi bulduğu Yunanistan ve İspanya’da bir düzine grev yapıldı ve milyonlarca kişinin katıldığı gösteriler düzenlendi. Fakat gerçek bir rejim veya politika değişikliğine yol açmadı bunlar. Kitlesel işten çıkarmalar, maaş, ücret, emelilik aylılığı ve sosyal hizmetlerde acı verici kesintiler devam ediyor. İtalya, Fransa ve İngiltere gibi diğer ülkelerde yapılan gösteriler ve huzursuzluklar ifadelerini seçim sahasında gösteriyorlar ve mevcut hükümetler yerlerini geleneksel muhalefete bırakıyorlar. Çalışma ve hayat standartlarının sosyo-ekonomik erozyona uğraması ve sosyal çalkantı sırasında [siyasi-sosyal] hareketleri, sendikaları ve siyasi muhalefeti bilgilendiren hâkim ideoloji, reformculuktur: Mevcut sosyal hakları savunma şekli, kamu harcamalarını ve yatırımları artırma, özel sektörün yatırım ve istihdam yapmadığı yerde devlet rolünü genişletme çağrılarıdır. Başka bir ifadeyle, Sol, refah devletinin kapitalizmi dizginlendiği ve istifade ettiği bir zamanı, bir geçmişi muhafaza etmeyi teklif ediyor.
Sorun şu ki “geçmişin kapitalizmi” bitti gitti ve reform-oryantasyon çağrılarına bağışık, dünya çapında bir sistem ve güçlü, yerleşik bir devlet aygıtı şekillendiren daha şerli, uzlaşmaz yeni bir kapitalizm ortaya çıktı. Halk muhalefetinin şaşkınlık ve hüsran yaşaması ve de yanlış yolda ilerlemesi kısmen solcu yazarların, gazetecilerin ve akademisyenlerin kapitalist hasımlarının kavram ve dilini benimsemelerinden dolayıdır. Vahşi sömürünün gerçek sosyal ilişkilerini, sosyal kazanımların kaybedilmesinde yönetici sınıfın oynadığı merkezi rolün ve kapitalist sınıf ile devlet arasındaki bağlantıları karartmaya ayarlı bir dildir bu. Kapitalist yazarlar, akademisyen ve gazeteciler, kapitalist hâkimiyeti idame ettiren bir dizi kavram ve terimi işliyor, kapitalizmi eleştirenlerin ve onun kurbanlarının dikkatini sıvışıp kaçan mücrimlerden kitlesel fakirleşmeye doğru çekiyorlar.
Kapitalizmin eleştirmenleri dahi eleştirilerini ve kınamalarını formülleştirirken kapitalizmin özürcülerinin dil ve kavramlarını kullanıyorlar. Kapitalizmin dili, Solun diline girdiğinden dolayı kapitalist sınıf, sâbık hasımları üzerinde hegemonya veya hâkimiyet tesis etti. Daha kötüsü, Solun, kapitalizmin temel kavramlarını keskin eleştiriyle birleştirmesi, “pazarın” halkın amaçları doğrultusunda reformdan geçebileceği yanılsamasına yol açıyor. Bu ise ekonominin yönetim katındaki başlıca sosyal güçlerin devrilmesi ve sınıf egemenliği altındaki devleti söküp parçalama zorunluluğunu teşhis etme noktasında başarısız olmaktadır. Sol, kapitalist krizleri ve devlet eliyle gerçekleştirilen kurtarmaları kınarken, kendi düşünce fakirliği, kitlesel siyasi hareketin gelişimini engellemektedir. Bu bağlamda “karartma dili”, başlıca kullanım amacı, anti-kapitalistleri ve çalışan sınıfları yanlış yönlendirmek ve silahsızlandırmak olan “maddi bir güç” (kapitalist gücün bir aracı) halini almaktadır. Eleştirmenlerine, kapitalist kriz tartışmalarına hâkim olan terimleri, kavramsal çerçeveyi ve dili kullandırarak yapıyor bunu.
Kapitalist saldırının hizmetindeki kilit örtmece tabirler
Örtmece tabirlerin çifte anlamı vardır: Terimin ifade ettiği anlam ve bir de gerçekteki anlamı. Kapitalizmin örtemece kavramları, lehinde olunabilecek gerçeklikleri veya kabuledilebilir davranışları ve faaliyetleri ifade eder ve seçkinlerin zenginliği, güç ve imtiyazın yoğunlaştığı gerçeğinden tamamen koparılmış kavramlardır. Örtmece tabirler güç seçkinlerinin sınıf eksenli tedbirleri dayatma ve teşhis edilmeksizin, sorumlu tutulmaksızın, kitle eylemleriyle muhatap olmaksızın baskı uygulama güdüsünü gizler.
En yaygın terim, kendisine beşeri güç ve karakter bahşedilen “pazardır.” Böyle olunca da bize “pazarın maaş kesintisi talep ettiği” söyleniyor ki bu ifadede kapitalist sınıfın pazarla ilişkisi tamamen kopuktur. Pazarlar, mal mübadelesi veya mal alım-satımı binlerce yıldır farklı sosyal sistemlerde ve son derece farklı bağlamlarda (küresel, ulusali bölgesel ve mahalli) var olmuştur hâlbuki. Farklı sosyo-ekonomik aktörler rol almış ve çok farklı ekonomik birimlerden (devlet destekli dev ticaret haneleri, yarı -geçimlik köy birimleri ve kasaba meydanları) oluşmuştur. Pazarlar, karmaşık tüm toplumlarda vardı: Köleci, feodal, merkantalist/ticari; ve sonra erken ve son dönem rekabetçi, tekelci sanayi ve finans kapitalist toplumları.
Pazarları analiz edip tartışırken ve işlemleri (kaybedenleri ve kazananları) anlam çatısına oturturken, ekonomik işlemlere hâkim olan sosyal sınıf ilkesini apaçık tespit ve teşhis etmelidir. Genel bir ifadeyle “pazarlar” demek yanıltıcıdır zira pazarlar, neyin üretilip satıldığını, nasıl üretildiğini ve üreticilerin, satıcıların ve işçilerin davranışını hangi sınıf konfigürasyonlarının şekillendirdiğini tanımlayan sosyal ilişkilerden bağımsız var olamaz. Bugünün Pazar gerçekliğini tanımlayan, emek ve emtia piyasalarına hâkim durumdaki dev çok-uluslu bankalar ve şirketlerdir. Pazarlardan sanki vahşi sınıfsal eşitsizliklerin üstünde ve ötesinde işliyormuş gibi bahsetmek, çağdaş sınıfsal ilişkilerin özünü gizlemektir.
Herhangi bir anlama çabası için elzem olmasına rağmen çağdaş tartışmaların dışında tutulan şey, üretim ve dağıtım araçlarının mülkiyetini elinde tutan kapitalistlerin tartışmasız güçleri, reklamın kapitalist mülkiyetinde olması, kredi veren yahut vermeyi reddeden kapitalist bankacılar ve mübadele ilişkilerini “denetleyen/düzenleyen” veya “denetimi kaldıran” devlet yetkililerinin kapitalistlerce atanıyor olmasıdır. Onların politikalarının neticesi, vahşi gerçeklikle ilişkisi kopartılmış örtmece bir kelam olan “pazarlara” atfedilmektedir. Dolayısıyla, propagandacıların ima ettiği üzere, “pazarlara” karşı çıkmak, mal mübadelesine karşı çıkmaktır: Apaçık saçmalıktır bu. Tam aksine, kapitalistlerin – maaş, refah seviyesi ve sosyal güvenlik konularında - emekten istediği taleplerin teşhisi, kapitalistlerin maaşlı ve ücretli işçilerin menfaat ve refahı aleyhine yüksek kazanç peşinde koştukları pazarın muayyen bir sömürücü davranış formuyla yüz yüze gelmektedir.
İdeologlar, kapitalizmin sömürücü pazar ilişkilerini genel olarak pazarla ilişkilendirmek suretiyle çeşitli neticeler elde etmektedirler: Kapitalistlerin oynadıkları rolü gizlemekte, bu esnada, insanların tüketim mamülleri satın aldığı, arkadaşlarla ve tanıdıklarla sosyalleştiği, olumlu çağrışımları olan bir kurum (yani pazar) olduğu hissini uyandırmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, toplumun arkadaşı ve velinimeti olarak tasvir edilen pazar acılı reçeteler dayatıyorsa bu, toplumun refahınadır. En azından, iş dünyasının propagandacıları, halkın onların sunduğu bu erdemli pazar görüntüsüne inanmalarını istiyor; daha büyük kârlar peşinde koşuşturan özel sermayenin yırtıcı davranışını maskeliyorlar.
Ekonomik krizlerin ortasında en yaygın kullanılan örtmece tabirlerden biri de ücretlerin, maaşların, emeklilik aylıklarının ve kamu refahın gaddar bir şekilde kesildiği, mütedenni vergilerin (katma değer vergisi) arttığı haşin gerçekliği örtmek için kullanılan “kemer sıkmadır.” “Kemer sıkma politikaları” demek, devletin işletmelere verdiği sübvansiyonların sürdürülmesi ve hatta artırılması ve sermaye için daha fazla kâr yaratmak ve yüzde 10’luk varlıklı üst kesim ile yüzde 90’lık alt kesim arasındaki eşitsizlikleri daha da artırmaktır. “Kemer sıkma” aslında kendini disipline etmek, sadelik, azla yetinmek, tasarruf, sorumluluk, lükste ve harcamada sınır bilmek, hemen doyum peşinde olmamak demektir yani bir tür toplu Kalvinizmdir. Herkesin gelecekteki refahı adına bugün ortak fedakârlıklar yapmaktır.
Ancak “kemer sıkmak” uygulamada, finans seçkinlerinin tasarladığı, işçilerin ve maaşlı çalışanların eriştiği sağlık ve eğitim gibi sosyal hizmetlerde ve onların yaşam standartlarında düşüş yaratacak politikaları ifade etmektedir. Kamu politikalarını finans kapitalin efendilerinin talimatlarına boyun eğdirip zengin hazine bonosu sahiplerine daha yüksek faizlerle para ödemek üzere kamu kaynaklarının yönünü değiştirmek anlamını taşır.
Sol eleştirmenler, kendini disipline etme anlamını da çağrıştıran “kemer sıkmadan” bahsetmek yerine, yönetici sınıfın eşitsizliği tırmandıran ve daha fazla servet ve gücü zirve zenginlerin ellerinde yoğunlaştıran, emekçi ve ücretli sınıfların aleyhindeki politikaları açıkça tanımlamalıdırlar. O halde kemer sıkma politikaları, yönetici sınıfların kendi ekonomik krizlerinin yükünü devleti kullanarak nasıl da işçilerin üzerine yıktığını ifade etmektedir.
Yönetici sınıfların ideologları, hayat standartlarında iyileşme kaydetmek için Solun da kullandığı kavram ve terimlere el koymuş, onları baş aşağı çevirmişlerdir. Bunlardan biri “reform” diğeri ise “yapısal ayarlamadır.” Reform eşitsizliği azaltan, halk temsilini artıran değişimler için yüz yıllardan beri kullanılagelmiştir. Reformlar kamu refahını artıran, oligarşik ve plütokratik rejimlerce gücün suistimal edilmesini sınırlandıran olumlu değişimlerdir. Son otuz yıl zarfında ise önde gelen akademisyen ekonomistler, gazeteciler ve uluslararası bankacılık yetkilileri “reformun” anlamını tam tersine çevirip çarpıttılar. Artık işçi haklarının yok edilmesi, sermayenin kamu tarafından denetlenmesine son verilmesi, yoksulların gıda ve yakıt satın alabilmesi için devletin verdiği sübvansiyonların azaltılması için kullanılıyor. Reform, bugünün kapitalist lügatında ilerlemeci değişimleri tersine çevirmek, tekellerin imtiyazlarını iade etmek anlamındadır. Reform, iş güvenliğine son vermek, işten çıkarma tazminatını azaltarak veya kaldırarak kitlesel işçi çıkartılmasını kolaylaştırmaktır. Reform, olumlu sosyal değişimler anlamına gelmiyor artık. Mücadeleyle kazanılan değişimlerin kaybedilmesi, sermayenin dizginlenmemiş gücünün ihya edilmesidir. Şu halde reform, zenginin imtiyazlarını, gücünü ve kârlılığını onlara iade etmektir. Ekonomi mesleğinin dilci metresleri “yapısal” terimini “yapısal ayarlama” şeklinde kullanıp sermayenin azgın gücünün hizmetine koştular. “Yapısal” değişim 1970’lere kadar toprağı toprak ağalarından alınarak topraksızlara dağıtılmasını, gücün plütokrasiden halk sınıflarına geçtiğini ifade için kullanıldı. “Yapılar” denildiğinde, devlet ve ekonomiye yerleşmiş özel gücün örgütlenmesi kastediliyordu; bugün ise sosyal güvenliği sağlamak, işçilerin refahını, sağlığını ve emekliliğini korumak adına verilmiş işçi ve vatandaş mücadelelerinden doğan kamu kurumları ve politikaları kastediliyor. Yapısal değişimler artık bu kurumları bitirmenin, sermayenin yırtıcı davranışları üzerindeki sınırları ortadan kaldırmanın; emeğin müzakere, mücadele veya sosyal kazanımlarını koruma kapasitesini imha etmenin kılıfı olarak kullanılıyor.
“Ayarlama” terimi, “yapısal ayarlamada” olduğu şekliyle, kamu kurumlarını ve politikalarını sağlık ve dengeye kavuşturmak üzere ince ayardan geçirme, dikkatlice tâdil etme anlamını ima ediyor. Fakat gerçekte kamu sektörüne ön cepheden saldırıyı; emeği, çevreyi ve tüketicileri korumak için örgütlenmiş kamu kurumlarını ve koruyucu yasaları topyekûn söküp parçalamayı temsil etmektedir. Yapısal ayarlama, kapitalist sınıfın çıkarları adına halkın hayat standartlarına yapılan sistematik saldırıyı maskelemektedir.
Kapitalist sınıf, halk muhalefetini etkisizleştirmek için kaçamaklı, aldatıcı ve yavan bir dille vahşi politikaların işportacılığını yapan bir dizi ekonomist ve gazeteci yetiştirdi. Bunların “solcu” eleştirmenlerinin pek çoğu maalesef aynı terminolojiyi/ıstılahı kullanmaktadırlar.
Kapitalizmin krizi hakkında yapılan çağdaş tartışamalardaki yoz dilin böylesine yaygın olmasına bakınca, Sol, egemen sınıfların dolaşıma soktuğu aldatıcı örtmece tabirlere bel bağlamaktan kurtulmalıdırlar. Şu terimlerin kolaylıkla söylemlerimize girmiş olduğunu görmek moral bozucudur:
Pazar disiplini: Buradaki örtmece “disiplin” tabiri büyük sorunlar karşısında sorumsuz, gerçeklerden kaçan bir tavır yerine ciddi, vicdanlı karakter gücünü çağrıştırmaktadır. Gerçekte ise “pazarla” birlikte kullanıldığında, istihdam edilmemiş işçilerden avantaj elde eden, siyasi nüfuzunu ve gücünü işçileri kitleler halinde işten çıkarmak için kullanan, geriye kalan işçilere ise gözdağı vermek suretiyle kârlılığını artıran kapitalistlere gönderme yapmaktadır. Kapitalist derebeylerinin işçi, çevrenin korunması, sağlık harcamaları ve emeklilik gibi üretimin sosyal mâliyetlerini budayarak kâr oranlarını artırma kapasitelerini de örtmektedir.
Pazar şoku: Hisse senetleri fiyatlarını iyileştirmek, kârları artırmak ve patronlar için büyük ikramiyeleri garantiye almak uğruna yabanice kitlesel ve ani işten çıkarmalara tevessül eden, maaş kesintisi uygulayan, sağlık ve emeklilik planlarını budayan kapitalistleri ifade eder. Sermaye özürcüleri, yavan, nötral bir terim olan “pazar” ile şok arasında bağ kurarak bu tedbirlerin, bunların vahşi neticelerinin ve seçkinlerin devasa kazançlarının sorumlularının kimliğini gizlemektedirler.
Pazar talepleri: Bu örtmece tabir, bir ekonomik kategoriyi beşerileştirmekte, et ve kandan oluşan güç sahiplerine, onların sınıfsal çıkarlarına ve işçi üzerindeki despotik boğucu ellerine yönelik eleştirileri dağıtmaktadırlar. Bu ifade “pazar talebi” yerine şöyle anlaşılmalıdır: Kapitalist sınıf, çok-uluslu şirketlerin daha fazla kâr elde etmeleri uğruna maaşlarından ve sağlıklarından fedakârlık yapmaları için işçilere emir vermektedir – daha berrak bir kavram, yan etkilere marzu kalanların tepesini attıracaktır hâlbuki.
Serbest teşebbüs: İki gerçek kavramın birleştirilmesiyle elde edilen örtmece bir tabirdir: Özel kazanç için özel teşebbüs ve serbest rekabet. Sermayenin özürcüleri, altta yatan “çokluğun çıkarlarına karşı azınlığın özel kazanımı” imajını yok ederek bir kavram icat ettiler ki açgözlülüğün ve sömürünün gerçek ekonomik şerrinin aksine “teşebbüsün” ve “özgürlüğün/serbestiyetin” erdemlerini vurgulamaktadır.
Serbest Pazar: Devlet düzenlemesine tâbi olmayan pazarlarda serbest, âdil ve eşit rekabeti ima eden ama aslında (kapitalist krizler sırasında kurtarma paketlerine bağımlı) tekellerin ve oligopollerin pazar hâkimiyetini gizleyen örtmece bir tabirdir. “Serbest” burada çalışanların güvenliği, çevrenin ve tüketicinin korunması için lazım olan kamusal düzenleme mekanizmasının ve devlet müdahalesinin yokluğuna gönderme yapar. Başka bir ifadeyle, serbestiyet/özgürlük, özel sermayedarların ellerindeki ekonomik ve siyasi gücü azgın bir şekilde kullanarak sivil düzeni acımasız ve kasıtlı bir şekilde yıktıkları gerçeğini maskelemektedir. Serbest Pazar/piyasa, kapitalistlerin milyonlarca vatandaşın dirliği/geçimliği ve hakları üzerindeki mutlak egemenliğini – işin aslı, özgürlüğün inkâr edilmesidir bu – gizlemektedir.
Ekonomik toparlanma: Bu örtmece tabir, büyük şirketlerin kâr ve kazancı yeniden toparlamalarını ifade eder. İşçi sınıfı ve orta sınıfların hayat standartlarında bir toparlanmanın olmadığını, sosyal yardımların tersine çevrildiğini, ipotekli ev sahiplerinin ve borçluların ekonomik kayıplarını, uzun vadeli işsizliği ve iflas etmiş küçük işletme sahiplerinin varlığını gizlemektedir. Ekonomik toparlanma teriminin hassaten önemini azaltıp sakladığı şey, kitlesel sefâletin büyük şirketlerin karlılığı toparlamaları için ne kadar kilit bir hal aldığıdır.
Özelleştirme: Kamu teşebbüslerinin, özellikle de kârlı olanlarının, gerçek fiyatlarının çok altında güçlü bağları olan, büyük, özel sermayedarlara transfer edilmesini ifade eder; özelleştirme, kamu hizmetlerinde, istikrarlı kamusal istihdamda kayba yol açar, özelleştirilen teşebbüslerin yeni sahiplerinin fiyatları yukarı çekip işçileri çıkarmasından dolayı tüketiciye yüksek bedel ödetir ki bunların hepsi de yine örtmece bir tabir olan etkinlik/verimlilik adınadır.
Etkinlik/verimlilik: Sadece bir teşebbüsün bilançolarına gönderme yapar. Özelleştirmenin ekonominin diğer sektörlerinin taşımak durumunda kaldığı ağır mâliyetlerini yansıtmaz. Örneğin, taşımacılığın özelleştirilmesi, yukarı ve aşağı pazarlardaki işletmelere ilave yük getirir çünkü onların diğer ülkelerdeki rakipleri karşısındaki rekabetçiliğini törpüler; özelleştirme, daha az kâr getiren bölgelerdeki hizmetleri olumsuz etkiler; yerel ekonomik çöküşe ve ulusal pazarlardan tecride yol açar. Özel sermayedarlarla aynı safta yer alan resmi yetkililer hizmetlerin kalitesini düşürmek ve kamusal rahatsızlığa yol açmak amacıyla kamu teşebbüslerindeki stokları kasıtlı olarak azaltır, iltimasçılığın bir parçası olarak liyâkatsiz ahbap çavuşları işe yerleştirirler. Bu ise özelleştirme lehinde kamusal kanaat oluşmasını sağlar. Yani özelleştirme, öyle kapitalistlerin iddia ettiği gibi kamu teşebbüslerinin doğasında bulunan verimsizliğin sonucu değildir; kamu refahı aleyhine özel sermayenin kazancını artırmaya ayarlı, kasıtlı bir siyasi eylemin sonucudur.
Sonuç
Kapitalist gazetecilerin ve ekonomistlerin servet ve sermayenin gücünü azamileştirmek için tasarladıkları dil, kavramlar ve örtmece tabirler yukarıdan yapılan sınıf mücadelesinde önemli silahlardandır. İlerlemeci ve Solcu eleştirmenler bu örtmece tabirleri ve bunların referans çerçevesini benimsedikleri ölçüde, eleştirileri ve önerdikleri alternatifler de sermayenin söylemi tarafından sınırlandırılmaktadır. Örtmece tabirleri tırnak işareti içinde göstermek, onaylanmadıklarını gösterebilir ancak aşağıdan yapılan sınıf mücadelesinin başarısı için gerekli analitik bir çerçeve oluşturma ihtiyacı karşısında hiçbir şey ifade etmez. Aynı derecede önemlidir, yoz dili ve aldatıcı kavramları dâhil, kapitalist sistemden köklü bir kopuş ihtiyacından da kaçınmaktadır. Kapitalistler işçi sınıfının esaslı kazanımlarını alaşağı ettiler ve şu an başa sarıp sermayenin mutlak hâkimiyetine geri dönüyoruz. Devletin, ekonominin ve sınıf yapısının sosyalist dönüşümü meselesini tekrar gündeme getirmelidir bu. Kapitalist ideologların kullandıkları örtmece tabirlerin bütünüyle reddi ve bunların yerine acı gerçekleri yansıtan, mevcut çöküşün sorumlularını açıkça teşhis eden ve siyasi dönüşümün sosyal mümessillerini tanımlayan terim ve kavramların kullanılması bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır.
Kaynak:Petras.lahaine.org
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı