Sevgili okuyucular, Anayasa'nın 5. maddesinde, '... kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak', Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Türkiye'deki 'başörtüsü/türban' tartışmalarının, kişilerin ve toplumun huzurunu nasıl bozduğunu bilmeyen yoktur. Lâkin, bu sorunun çözümü için 1988'den itibaren son yirmi yıllık dönemde, Devleti yönetenler hangi yolu denemişlerse, karşılarına jakoben oligarşik güçler dikilmiş ve toplumda huzursuzluğun devam etmesine sebep olmuştur.
Demokrasinin laikçi düşmanları
Efendim, Türkiye'de 'laikliği' ve 'laik devlet anlayışı' nı -marjinal bir azınlık dışında- herkes benimsemiştir. Hiç kimse, dine dayalı bir devlet arayışı içerisinde değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğuna kimsenin itirazı yoktur.
Ancak, demokratik şekilde iktidara gelemeyen odaklar, laikliği bir din ve ideoloji gibi dayatarak millî egemenlik yerine azınlık tahakkümünü sürdürmeye çalışmaktadır. Millî irade ve demokrasi aleyhtarı bu oligarşik azınlık, 'laikçi/laisist' bir dayatma yaparak Devleti meydana getiren yasama, yürütme ve yargı erkleri üzerinde baskı kurmaktadır.
Laikçi jakoben güçlerin başını CHP çekmektedir. 1950'de DP'nin, tek parti diktasına son vermesiyle demokratik rejime geçilmesinden bu yana, tam 58 yıldır CHP hiçbir seçimi kazanamamış ve normal demokratik yolla iktidara gelememiştir. Ya tahrik ve teşvik ettiği, bazen bizzat düzenlediği askerî darbelerden sonra, ya da koalisyon ortağı olarak iktidarda bulunabilmiştir. Böyle olunca da, demokratik sisteme ve halka hınçlanmış; seçilmiş iktidarlara karşı oligarşik güçleri kullanarak egemenliğini sürdürmeye çalışmıştır.
CHP'nin jakoben yandaşları
Efendim, millet olarak ordumuzu sever, üniversite ve yargı mensuplarını sayarız. Zaten sözümüz görevini hakkıyla ifa eden askerimize, bilim ve hukuk adamlarımıza değil... Lâkin, CHP, yarım asırdan fazla süren bu iktidarsızlığı neticesinde devletteki oligarşik egemenliğini elden kaçırmamak için, ne yazık ki bir kısım çevreleri istismar edip kullanmaya çalışmıştır. Bunun en tipik örneği, 2007 İlkbaharı 'ndaki Cumhurbaşkanlığı seçimidir. CHP lideri Baykal'ın kışkırtmaları ve tehdidi sonucunda, 27 Nisan'daki talihsiz Genelkurmay muhtırası yayınlanmış; Anayasa Mahkemesi hukuka aykırı kararlar almış ve YÖK de bu dayatmalara katılmıştır.
İşte, Başbakan'ın başörtüsü hakkındaki sözlerinden sonra 'laikçi oligarşi'nin, medyada, yüksek yargı organlarında, üniversitelerde 'yasakçı' bir taarruza geçmesinin sebebi budur. Bu istismarın, henüz TSK'ya ulaşmamış olmasını memnuniyetle karşılıyor ve bununla müteselli oluyoruz. Ancak, bu bakımdan içimizin rahat olduğunu da söyleyemeyiz.
Dikastokrasi/Jüristokrasi
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın ve Danıştay'ın peşi peşine yayınladıkları bildirilerden sonra, son dönemin en önemli mütefekkiri ve hukukçusu olarak gördüğüm eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk'u aradım. Literatürde, hâkim/yargıç/hukukçu egemenliği karşılığında hangi terimi kullanabileceğimi sordum. Bana aynı anlamda iki terim söyledi: 'Dikastokrasi' ve 'Jüristokrasi'.
Ben de ilân ediyorum: Türkiye'de demokrasi değil, dikastokrasi/jüristokrasi vardır. 'Hukuk devleti' ile de yetinmeyip daima 'hukukun üstünlüğü'nü savunuyoruz. Lâkin bu, aslâ yargıcın ve hukukçunun üstünlüğü demek değildir. Yargıya ve yargıca saygılı olmak başkadır; yargıcı millet iradesinin ve demokrasinin üstünde tutarak 'yargıç egemenliği'ni 'ulusal egemenlik' yerine geçirmek başkadır.
Yargıç, yasamanın koyduğu Anayasa ve kanunlara göre, kendi değer yargılarından sıyrılarak hüküm verir ve siyasete müdahale etmez.
İşte Dikastokrasi'nin örnekleri
Efendim, Başbakan'ın başörtüsü yasağı hakkındaki açıklamasından ve MHP'nin bu konudaki teklifinden sonra, CHP lideri ve yetkililerinin tahrik ve tehdit dolu beyanlarını biliyorsunuz. Hemen arkasından Yargıtay Başsavcısı'nın yazılı açıklaması, daha doğrusu 'dikastokratik muhtırası' yayınlandı. Hiç şüphesiz, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, temsil ettiği makamın dışında vatandaş olarak şahsî görüşlerini açıklayabilir. Ancak, siyasî partiler hakkında kapatılma dâvâsı açma mevkiindeki bir hukukçu sıfatıyla bu açıklamayı yaparsa, siyasete müdahale etmiş olur.
Yargıtay Başsavcısı'nın açıklaması incelendiğinde, konuyla ilgisi olmayan bilinen ilkelerin yanında, tümüyle siyasî mahiyette ve tartışmaya açık iddiaların bulunduğu görülmektedir. Bir defa, sıfatında 'Cumhuriyet' bulunmasına karşılık -ki bu sıfat bütün savcılar için kullanılır- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, 'Türkiye Başsavcısı' değildir; yani sadece kanunla verilmiş görevlerle sınırlıdır. İkinci olarak, savcılık, bir konuya olaydan önce el koyar; daha önce müdahale edemez. Üçüncü olarak, bu açıklama, siyasî partiler üzerinde kapatılma tehdidi oluşturmaktadır.
Danıştay'ın açıklaması da bundan farklı değildir. Ayrıca, sanki ortada başörtüsü yasağı getiren bir yargı kararı varmış gibi yanlış bir ifadede bulunulmuştur. Açıklama incelendiğinde, yargıcın üstünlüğünün savunulduğu ve dikastokratik bir görüşle hazırlandığı anlaşılmaktadır.
'Egemenlik yargıçlarındır!'
Sevgili okuyucular, Pazar yazılarımda bir nebze de olsa sizi tebessüm ettirmeye çalıştığımı biliyorsunuz. Geliniz 'Türkiye Dikastokratik Cumhuriyeti'nde bir Anayasa değişikliği yapalım:
'Madde 6: Egemenlik, kayıtsız şartsız yargıçlarındır.
Yargıçlar, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, millete, Meclise, Hükûmete ve özellikle AK Parti İktidarı'na bırakılamaz'.
Yaşasın dikastokrasi, yaşasın jüristokrasi!
Kahrolsun demokrasi!...