Kuzey Afrika’dan İran’a kadar İslam dünyası son birkaç haftadır istikrarsızlık dalgası tecrübe ediyor. Bu yazı kaleme alındığı zaman itibariyle Libya eşikte yalpalıyorsa da henüz hiçbir rejim devrilmedi.
Devrimlerin bir bölgede veya dünyada sanki bir yangın gibi hızla yayıldığı anlar vardır tarihte. Bu tür anlar çok sık avdet etmez. Akla gelen bu tür devrimler arasında Fransa’daki bir ayaklanmanın Avrupa’yı yuttuğu 1848 devrimleri vardır. Yeni Sol’un dünyayı süpürdüğü 1968 de öyle. Mexico City, Paris, New York ve yüzlerce şehir, Marksistlerin ve diğer radikallerin öncülüğündeki savaş karşıtı devrimlere tanıklık etmişti. Prag, Sovyetlerin Yeni Sol hükümeti ezdiğine şahit oldu. Çin’in Büyük Proleterya Kültür Devrimi bile biraz zorlamayla bunlara dâhil edilebilir. Batıya ulaşmak isteyen Doğu Almanların 1989’da tetiklediği bir kargaşa dalgası Doğu Avrupa’da ayaklanmaya yol açtı ve Sovyet hâkimiyetini sona erdirdi.
Her bir devrimin ana teması vardı. 1848 ayaklanmaları Napolyon’a tepki olarak sindirilen liberal demokrasileri yerleştirmeye teşebbüs etti. 1968, kapitalist toplumda radikal reformlarla; 1989 ise komünizmin devrilmesiyle ilgiliydi. Durum bundan çok daha karmaşıktı ve ülkeden ülkeye değişiyordu. Ama sonuçta altta yatan nedenler bir veya iki cümleyle makul surette özetlenebiliyordu.
Bu devrimlerden bazılarının muazzam etkileri oldu. 1989, küresel güç dengesini değiştirdi. 1848 başarısızlıkla sonuçlandı – Fransa dört yıl içerisinde monarşiye geri döndü – ama sahneyi daha sonraki siyasi değişimlere hazırladı. 1968, kalıcı çok az şey üretti. Kilit nokta şu ki devrimlerin gerçekleştiği her bir ülkede, ayrıntılarda mühim farklılıklar vardı – fakat diğer ülkeler bir yere kadar da olsa ilkelere karşı açıklık sergilediklerinde, ana ilkeleri paylaşmışlardır.
Mevcut ayaklanmanın coğrafi alanı ortada: Kuzey Afrika’nın ve Arap Yarımadası’nın müslüman ülkeleri bu ayaklanmaların merkezindedir; bilhassa da Mısır, Tunus ve şimdi de Libya’nın derin bir krizde olduğu Kuzey Afrika. Diğer birçok müslüman ülke de devrimci olaylara ev sahipliği yapıyor ama bu olaylar en azından şimdilik rejimleri veya hatta yönetici kişileri tehdit edecek düzeye tırmanmış değil. Bu tür olaylar başka yerlerde de kıpırdanma gösterdi. Çin’de küçük çaplı gösteriler oldu; Wisconsin ise bütçe kesintileri yüzünden çalkantı içinde. Fakat bunlarla Ortadoğu’da yaşananlar arasında bir bağlantı yok. İlki küçüktü; ikincisi ise ilhamını Kahire’den almıyordu. O halde şu an şahit olduğumuz, şimdilik Arap dünyasıyla sınırlı bir ayaklanmadır.
Ayaklanmaların itici gücü, rejimlerin veya rejim içerisindeki bir grup bireyin halkı siyasi ve daha önemlisi, ekonomik haklardan mahrum ettiği hissiyatıdır – kısacası, sağduyunun izin verdiğinin de ötesinde zenginleşmeleridir. Bu hissiyat farklı şekilde tezahür etmiştir. Örneğin Bahreyn’deki ayaklanma evvelemirde Şii nüfusun hâkim Sünni kraliyet ailesine karşı çıkışıdır. Mısır’da kişiye, Hüsnü Mübarek’e karşıydı. Libya’da rejime, bir kişiye – Kaddafi – ve onun ailesine karşıdır ve aşiret husûmetiyle yürümektedir. (…)
Küçük bir grubun hâkim olduğu herhangi bir rejim, bu grubun sahip olduğu yeri kendilerini zenginleştirmek için kullandıklarına zamanla şahit olacaktır. 40 yıl direnebilen birkaç rejim vardır. Kaddafi bir zamanlar hakiki, Sovyet yanlısı bir devrimciydi. Fakat zamanla devrimci hararet düşer ve gücün verdiği küstahlığın yanı sıra tamahkârlık nükseder. Bölgenin I. Dünya Savaşı’ndan beri rejim değişikliği yaşanmamış kesimleri için de doğrudur bu her ne kadar bu rejimler, ilginçtir, zenginliği bir parça dağıtmayı zamanla öğrenmiş görünseler de.
Bu sebepten dolayı, bölgede ortaya çıkan, klasik kleptokrat rejimler ve kişilerdir. Her şeyden çok, özellikle de Kuzey Afrika’daki bu huzursuzluk dalgasını târif etmek istersek, rejimlere ve çok uzun süredir yerini koruyan kişilere karşı bir ayaklanmadır. Bunların, oğullarını siyasi vârisler olarak atayıp ailelerinin parasını ve gücünü koruma planı yapan kişiler olduklarını da buna ekleyebiliriz. Aynı süreç, farklı şekillerde Arap Yarımadası’nda da seyir halindedir. Önceki nesil devrimcilere karşı bir ayaklanmadır bu.
Devrimler uzun zamandır yolda. Tunus’taki ayaklanma, bilhassa da başarı kaydettikten sonra, yayılmaya yüz tuttu. 1848, 1968 ve 1989’da olduğu gibi, benzer sosyal ve kültürel şartlar benzer olaylara yol verir ve bir ülkenin örnek teşkil etmesiyle tetiklenir; sonra da yayılır. 2011’de yaşanan budur ve devam etmektedir.
Benzersiz şekilde hassas bir bölge
Devrimler, şu an benzersiz şekilde hassas bir bölgede yaşanıyor. ABD-Cihatçı savaşı, önceki devrimci dalgalarda olduğu gibi, potansiyel jeopolitik sonuçların/çıkarımların varlığı anlamına gelir. Örneğin 1989, Sovyet İmparatorluğunun sonu demekti. Bu vakada, en önemli soru bu devrimlerin niçin gerçekleştiği değil bu devrimlerden kimlerin avantaj elde edeceğidir. Bu devrimleri, radikal İslamcıların bölge denetimini ele geçirmek için yaptıkları büyük bir tezgâh olarak görmüyoruz. O çapta bir tezgâh hemen hissedilir ve her bir ülkedeki güvenlik güçleri tezgâhları çabucak yok ederdi. Önceki devrim dalgalarını hiç kimse örgütlememişti her ne kadar onlar hakkında komplo teorileri üretilmişse de. Bir olayı müteakip, belirli şartlardan dolayı ortaya çıkmışlardır. Fakat belirli gruplar devrimlerden avantaj elde etmeyi muhakkak denemişler, az ya da çok başarılı olmuşlardır.
Bu vakada, ayaklanmaların nedenleri her ne olursa olsun, radikal İslamcıların avantaj elde etmeye veya onu kontrol altında tutmaya teşebbüs edeceklerine şüphe yok. Niçin olmasın? Rasyonel ve mantıklı bir seyirdir onlar için. Bunu yapıp yapamayacakları karmaşık ve önemli bir sorudur ama isteyecekleri ve yapmayı denedikleri açıktır. Komplocu yöntemlerde yetişmiş geniş, ulus-aşırı ve benzeşmeyen gruplardır bunlar. Büyük bir uluslararası koalisyon kurmaları için bir fırsattır bu. Dolayısıyla, geleneksel komünistlerin ve Yeni Sol’un 1960’larda yaptığı gibi, ayaklanmayı onlar yapmamışlardır ama avantaj elde etmeye kalkmazlarsa aptaldırlar. ABD ve diğer Batılı ülkelerin bu ayaklanmaların seyrini etkilemeye çalıştıklarına şüphe yok. Her iki taraf için oynaması zor bir oyun fakat ülkelerini bilen-tanıyan yerli İslamcılara kıyasla dış taraf olarak bu oyunu oynamak hassaten de ABD için zor.
Fakat İslamcıların devrimin kontrolünü ele almak isteyeceklerine şüphe yoksa da kontrolü ele alacakları veya bu devrimlerin başarılı olacağı anlamına da gelmez bu. 1848’in ve 1968’in başarısızlık olduğunu ve bu devrimlerden avantaj elde etmek isteyenlerin hiçbir araçları olmadığını hatırlayın. Fakat 1917’de Rusya’da gördüğümüz üzere, ille de en popüler grup kazanacak diye bir şey yok; en örgütlü olan kazanabilir. Kimin en iyi örgütlenmiş olduğunu ise genelde sonradan bilirsiniz.
Demokratik devrimlerin iki safhası vardır. Birincisi, demokrasinin tesisidir. İkincisi, hükümet seçimidir. Hitler örneği, genç bir demokrasinin ne tür hükümetler ortaya çıkaracağına dair bir ikaz olarak faydalıdır zira demokratik ve anayasal araçlarla iktidara gelmiş, sonra da tezahürat yapan kalabalıklar önünde demokrasiyi lağvetmişti. O halde üç ters akıntı var. İlki, yoz rejimlere karşı tepkilerdir. İkincisi, seçimdir. Peki üçüncüsü? ABD demokrasinin yükselişini alkışlarken, seçilmiş hükümetlerin umulduğu gibi çıkmayacağını hatırlamalıdır [Hamas örneği].
Her hâlükarda, gerçek mesele bu devrimlerin mevcut rejimlerin yerini almayı başarıp başaramayacağıdır. Ayaklanmayı bir gösteriden tefrik ederek işe başlamak sûretiyle şu anki devrim süreci üzerinde düşünelim. Bir gösteri, insanların bir araya toplanmasıdır; konuşmalar yaparlar. Gösteri, rejimi rahatsız edebilir ve daha ciddi olaylara zemin hazırlayabilir fakat bizzat gösteri önemli değildir. Gösteriler bir şehri felç edecek denli büyük olmadıkları takdirde sembolik olaylardır. İslam dünyasında hiçbir yere varmamış pek çok gösteriler vardır; mesela İran.
Kaydedelim, 1848’de, 1968’de ve 1989’da devrimleri genelde evvela gençler yürütmüşlerdir. Normaldir bu. Ailesi olan reşit ve olgun kişiler silahları ve tankları karşılamak üzere sokaklara düşmezler. Belki de ümitsiz bir dava uğruna hayatı tehlikeye atmak için genç insanların cesaretine veya muhakeme yokluğuna ihtiyaç vardır. Ancak başarı için toplumun diğer sınıflarından da onlara katılım olması hayatidir. İran’da 1979 devriminin en kilit anlarından biri, esnafın sokaktaki gençlere katıldığı andır. Sırf gençlerden oluşma bir devrim mesela 1968, başarılı olmaz. Devrim, daha geniş bir taban gerektirir ve de gösterilerin ötesine geçmelidir. Gösterinin ötesine geçildiği an, asker ve polislerle karşılaşılan andır. Göstericiler dağılırsa, devrim yoktur. Eğer asker ve polislere göğüs gererlerse ve eğer kendilerine ateş açıldıktan sonra bile işin peşini bırakmazlarsa, bu takdirde devrim safhasındasınız demektir. O halde barışçıl göstericilerin resimleri, medyanın inanmanızı istediği kadar denli önemli değildir; ateş açıldıktan sonra mevziyi terk etmeyen göstericilerin resmi çok önemlidir.
Bir devrimin kilit olayı
Bu bizi devrimdeki kilit olaya götürür. Devrimciler silahlı adamları mağlup edemezler. Fakat silahlı adamlar, kısmen ya da tamamen, devrimci tarafa katılırlarsa, zafer mümkündür. Kilit olay budur. Bahreyn’de askerler göstericilere ateş açtılar ve bazılarını öldürdüler. Göstericiler dağıldı ve sonra gösteri yapmalarına izin verildi – hafızalarında silahların ateşlendiği taze anılarla. Kuşatılmış bir devrimdir bu. Mısır’da, ordu ve polis birbirine muhalefet etti ve asker karmaşık nedenlerden dolayı göstericilerin tarafını tuttu. Rejim değişikliği değilse de personel değişikliği kaçınılmazdı. Libya’da ordudaki çatlak ise çok büyük.
Bu olduğunda, yol ayrımına geldiniz demektir. Eğer ordudaki çatlak kabaca aynı eşitlikte veya derinlikteyse, bu sivil savaşa yol açar. Doğrusu, devrimin başarılı olmasının bir yolu da sivil savaşa geçmek, tabiri caizse, göstericileri orduya çevirmektir. Mao’nun Çin’de yaptığı buydu. Eğer çatlak ezici bir rejim karşıtı güç yaratabilirse, devrimi başarıya götürür bu. Bu noktada polisin göstericilere katılıp katılmadığına bakılır. 1968’de değil ama 1989’da oldu bu. 1848’de bazen; fakat denge her daim devlet lehineydi. Haliyle devrim başarısız oldu.
Bir devrimin gerçekleşmesini ya da akîm kalmasını sağlayan, asker ve polisin göstericiler tarafına geçmesidir. Önceki konumuza dönecek olursak, bu durumda radikal İslamcıların rolü hakkındaki en önemli soru, onların kalabalık arasındaki varlıkları değil, ordu ve emniyetteki nüfuzlarıdır. Eğer bir tezgâh olsaydı, orduya odaklanır, göstericileri bekler ve sonra da darbeyi indirirdi.
Bu ayaklanmaların radikal İslam’la bir ilgisi olmadığını söyleyenler haklı olabilirler, sokaktaki göstericilerin demokrasiyle büyülenmiş öğrenciler olması bakımından.
Fakat öğrencilerin kendi başlarına kazanamayacakları gerçeğini ıskalıyorlar. Mısır’da olduğu gibi, ancak ve ancak rejim kazanmalarını isterse yahut da diğer toplumsal sınıflar ve hiç değilse polis ve ordunun bir kesimi yani silahlı ve o silahları nasıl kullanacaklarını bilen insanlar da katıldığı takdirde kazanabilirler. Televizyonlardaki öğrencilere bakmaktan pek bir şey anlaşılmaz. Askerleri izlemek ise çok şey anlatır.
Devrimlerle ilgili problem şu ki onu nihayete erdirenler nâdiren başlatanlardır. Rusya’da Alexander Kerensky çevresindeki idealist demokratlar devrimi bitirenler arasında değildi. Haydutsu Bolşevikler bitirdi. Bu İslam ülkelerinde genç göstericilere odaklanılması, tıpkı Tiananmen Meydanı’nda olduğu gibi, gerçeği ortaya koymuyor. Mesele göstericiler değil askerlerdir. Eğer emirleri yerine getirirlerse, devrim olmaz.
İslamcıların Libya ordusundaki nüfuzlarının derecesini bilmiyorum ki huzursuzlukla ilgili bir örnek kotarayım. Ancak aşiretçiliğin teolojiden daha önemli olduğunu sanıyorum. Mısır’da, rejimin zaman kazanarak kendini koruduğundan şüpheleniyorum. Bahreyn ise Sünni cihatçılardan ziyâde Şii nüfus üzerinde İran nüfuzu meselesidir. Ancak İranlıların süreci rehin almaya bakması gibi Sünni cihatçılar da süreci rehin almaya bakacaklardır.
Kaos tehlikesi
Bazı rejimlerin ülkeyi kaosa terk ederek düşeceğini sanıyorum. Tunus’ta gördüğümüz üzere problem, devrimcilerin tarafında iktidarı devr almak üzere teçhiz olmuş hiç kimsenin olmayışıdır. Bolşeviklerin örgütlü bir partisi vardı. Bu devrimlerde ise partiler devrim sırasında örgütlenmeye çalışıyorlar ki devrimcileri yönetecek konumda olunmadığını söylemenin bir başka yoludur bu. Tehlike, radikal İslam değil kaos ve kaosun ardından ya bir sivil savaş çıkması, ordunun sırf durumu istikrara kavuşturmak için kontrolü ele alması ya da radikal İslamcı bir partinin ortaya çıkmasıdır – zira kalabalık arasında bir planı ve örgütü olanlar yalnızca onlardır. Azınlıklar devrimlerin kontrolünü böyle ele geçirirler.
Bunların hepsi de spekülasyondur. Bildiğimiz, bunun dünyada ilk dalga devrim olmadığıdır ve çoğu dalgalar başarısız olur ve etkileri onlarca yıl sonra yeni rejimlerde ve siyasi kültürlerde görülür. Yalnızca Doğu Avrupa vakasında devrimci başarıyı görüyoruz fakat o da çöken bir imparatorluk karşısında yaşanmıştı; bu yüzden de ondan İslam dünyası için çok az ders çıkarılabilir.
Bu arada, bölgeyi izlerken, göstericileri değil de silahlı adamları izlemek gerektiğini hatırınızdan çıkarmayın. Eğer onlar devlet adına direnirlerse, göstericiler başarısız olur. İçlerinden bazıları taraf değiştirirse, zafer için bir şans vardır. Eğer zafer gelir ve demokrasi ilan edilirse, gelenin Batıyı her hâlükarda memnun edeceğini farz etmeyin – demokrasi ve Batı yanlısı siyasi kültür aynı şey değildir.
Durum akışkanlığını muhafaza ediyor ve kesinlik yok. Şu an ülke-ülke bakılması gereken bir meseledir ve çoğu rejim şu noktaya kadar iktidarda kalmayı sürdürdü. Üç ihtimal var. Birincisi, bu 1848’de olduğu gibi örgütlenme ve insicam yokluğundan dolayı başarısız olacak ama yankısı onlarca yıl sürecek geniş bir ayaklanmadır. İkincisi, geçici bile olsa hiçbir rejimi devirememiş ve tarihi bakımdan asgari önem-i haiz bazı kültürel bakiyeleri olan bir 1968’dir. Üçüncüsü, tüm bir bölgede siyasi düzeni alaşağı etmiş ve yerine yeni bir düzen kurmuş bir 1989’dur.
Eğer bir tahminde bulunacaksam, 1848 benzeri bir devrimle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. İslam dünyası 1989’da olduğu gibi büyük rejim değişiklikleri tecrübe etmeyecek fakat etkileri 1968 gibi kısa ömürlü de olmayacaktır. 1848’de olduğu gibi bu devrimde İslam dünyasını hatta sırf Arap dünyasını dönüştüremeyecektir. Ancak gelecek on yıllarda filizlenecek tohumları da ekecektir. O tohumların demokratik olacağını düşünüyorum ama liberal olacaklar diye bir şey de yok. Başka bir ifadeyle, en nihayet ortaya çıkan demokrasiler kendi kültürlerinden yani İslam’dan unsurlar taşıyacaktır.
Batı, demokrasiyi kutluyor. Neyi umduğuna dikkat etse yeridir: Umduğunu bulabilir.
Kaynak: Stratfor
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın