1979'dan beri otuz bir kez büyük seçimlere sahne olan İran'da her seferinde usulsüzlük iddiaları seslendirilmişse de ülke ilk kez 12 Haziran'daki seçimler kadar iktidar ve muhalefet, dahası temel kurumlar arasında bu denli ciddi anlaşmazlıkların yaşandığına şahit olmuştur.
Kanaatimizce seçim krizi, ülkede dinsel otorite ile siyasî liderlik arasında dengeli bir yapı kurulmasını isteyenlerle karşı devrim fikirlerinin kısa sürede sönerek Ayetullah müessesesinin tek hakim konumunu korumasını talep edenlerin büyük bir çatışma halinde olduğunu göstermiştir.
Ancak her şeye rağmen, giderek alevlenen krizin çözüm anahtarının Hamaney ile birlikte başta Ahmedinejad ve Anayasa Koruyucular Konseyi'nin oluşturduğu ittifakta mı yoksa krizi yakından takip eden ve Rafsancani'nin ikna çabaları sonrasında sesini yükseltmeye başlayan kutsal Kum şehrinin "Devrim Rehberi"ni seçim yetkisini elinde tutan Uzmanlar Konseyi'nde mi olduğu sorusunun cevabını vermek için henüz erken.
Dahası söz konusu sorunun cevabı, cumhurbaşkanını azletme, savaş ilanı, ordunun başkomutanlığı ve ulusal politikalar belirleme gibi son derece önemli siyasî yetkiler elde eden Hamaney'in temsil ettiği Veli Fakih kurumunun daha dengeli, kontrollü ve siyasî denetime açık bir yapıya kavuşturulması ve uzun vadede bu makamı temsil edecek kişinin halk tarafından seçilmesi yönündeki taleplerin alacağı karşılıkta saklıdır. Aslında bu taleplerin satır aralarında siyasetin din adamları tarafından değil bizzat siyasetçilerce yönlendirilmesi ve dahası halk tarafından seçildiği halde yönetimde ancak üçüncü sırada kendisine yer bulabilen cumhurbaşkanının ruhanî liderle eş güce kavuşturulması isteğinin yattığı gözden uzak tutulmamalıdır.
Muhalefetin öfkesinin yoğunlaştığı kişi olan Hamaney ekseninde yaşanan tartışmaların merkezinde, seçim öncesinde tavrını açık bir şekilde Ahmedinejad'dan yana koyması ve bununla yetinmeyip seçim sonuçları kesinleşmeden Ahmedinejad'ın zaferini ilan etmesi yatmaktadır. Bu tercihlerinin yanı sıra Hamaney'in Tahran Üniversitesi'ndeki cuma hutbesinde de bu tavrını devam ettirerek halkı ülkenin düşmanlığıyla itham edecek bir tavırla sokaktan çekilmeye çağırması, yaşanan krizi rejim sorunu olmaktan çok bir Hamaney sorunu haline dönüştürmüş ve dinî lideri hedef yapmıştır. Bu anlamda, sürecin derinleşmesiyle birlikte durumun ciddiyetinin farkına varan Hamaney'in üç hayır, "seçimin tekrarlanmasına hayır, gösterilere hayır, tavizlere hayır" olarak özetlenebilecek söyleminden dört temel konuda geri adım atması, son derece dikkate değerdir. Bu açıdan:
Seçimin objektif olduğunu ilan etmesini takiben hile yapıldığını kabul etmesi, sonuçlara yönelik itirazları kısmen de olsa kabul ederek oyların yüzde onluk bir kısmının tekrar sayılmasına karar vermesi, daha önce gayri resmî olarak cumhurbaşkanı ilan ettiği Ahmedinejad'ın seçimi kazandığı konusundaki resmî açıklamayı ertelemeye karar vermesi ve son olarak İran'da seçimlere hile karıştırılmadığını ilan etmesi, ardından seçimlere ilişkin bir rapor hazırlanması amacıyla hem iktidar hem de muhalefete yakın özel bir komisyonun kurulmasına onay vermesi dinî liderin yalnızca itibar ve güç kaybetmesini beraberinde getirmiştir.
Bütün bu gelişmeler sonrasında gelinen nokta hem muhalefet hem de iktidarın 1979 devriminin ilke ve prensiplerini bir tabu olarak görmeye devam ettiğini ve rejim değişikliğinden ziyade din ile siyaset arasındaki çekişmenin krizin odak noktası olduğunu göstermiştir.
Bu noktada asıl dikkat çekici gelişme, devrimin ruhanî lideri İmam Humeyni'nin vekili konumuna kadar yükselen ve bizzat Humeyni tarafından "hayatının meyvesi" olarak nitelendirilen, ancak 1988'de insan hakları ve idamlar konusunda eleştirileri sonrasında istenmeyen adam ilan edilen reformistlerin önde gelen isimlerinden olan Ayetullah Hüseyin Ali Muntazari'nin "İran halkının, barışçı gösterilerde yasal haklarını kullanamaması ve engellenmesi halinde, öfkenin artmasıyla, ne kadar güçlü olursa olsun, herhangi bir hükümetin düşebileceğini, hükümetin şimdi eylemciler, düşünürler ve aydınlarla siyasî hesaplaşma peşine düştüğünü" ileri sürerek ani bir kararla siyasete dönmesi olmuştur. Mahmud Ahmedinejad'ın büyük farkla cumhurbaşkanı seçilmesini "hiçbir aklıselimin kabul edemeyeceğini" ifade eden Muntazari, giderek uyarılarının dozunu artırmış ve seçime yönelik iddiaların soruşturulması için bağımsız bir komisyon kurulmasını istemekten de geri durmamıştır.
Ancak Muntazari'nin açıklamaları ve siyaset sahnesine dönmesi, kendisinden çok muhalefetin ağır topu konumuna yükselen Haşimi Rafsancani'ye hizmet edecek gibi görünmektedir. Nitekim, Rafsancani, kıvrak bir siyasî manevrayla bu beyanlardan destek almayı ve böylece muhalefeti etrafına toplamayı başarmıştır. Bu gelişmeye ek olarak:
Uzun bir süre için tarafsız kalmayı tercih ederek siyasetten uzak kalması, Musavi'ye destek vermeyi tercih etmesi, bizzat kızının gözaltına alınması ancak yoğun baskılar sonucu serbest kalması, Anayasa Koruyucular Konseyi'nin on iki üyesinden bizzat yedisinin seçimde Ahmedinejad'dan yana tavır alması nedeniyle tarafsızlığını yitirdiğini ilan etmesi, seçimin sona ermesiyle birlikte devlet televizyonunun açık bir şekilde Ahmedinejad'ı destekleyen yayınlara başlamaları Rafsancani'yi fiilen ülkenin bir numaralı ismi haline getiren esas maddeler olarak karşımıza çıkmıştır. Bu açıdan Musavi'ye devlet başkanlığı fırsatı verilmeyeceğini ve kendisinin önünün kesileceğini bilen "Düzenin Yararını Teşhis Konseyi" ve "Devlet Uzlaşma Konseyi" başkanı olan Rafsancani'nin Veli Fakih'ten başta din-devlet ilişkileri olmak üzere genel nitelikli ciddi bir reform yapılması yönünde taviz koparmadığı takdirde, anayasanın 110. maddesi çerçevesinde Uzmanlar Konseyi'nin desteğini alarak Devrim Rehberi Hamaney'in azlini ve Muntazari'nin ruhanî lider konumuna yükseltilmesine kadar gidecek bir sürece öncülük etmeyi ihtimaller arasında değerlendireceği bilinmelidir.
Aslında Rafsancani'nin yapmak istediği, devrimin manevî ve dinî varlığını korumak gayesine sığınarak ülkeyi kontrolünde tutan mutlak gücün bir anayasal reform çerçevesinde sınırlandırılmasından başka bir şey değildir. Bu çerçevede Rafsancani'nin düne kadar sessiz kalarak krizin daha da büyümesini izlemesi ve ani bir kararla ortaya çıkmasındaki ana neden, gerek halk gerekse din adamlarından destek alarak çözümün tek ismi olmak ve Ahmedinejad yönetimini daha da izole etmekten başka bir şey değildir. Muhalefetin hedefine ulaşmak için, kendilerine uygulanan hukuka aykırı ve şiddet içeren baskıları gündemde tutarak iktidarın ülkeyi yönetmekte ne denli aciz olduğunu ortaya koymaya ve bu şekilde seçimlerin yenilenmesine kadar varacak tavizler elde etmeye çalışacağı son derece açıktır.
İran, uzun tarihsel geçmişiyle, siyasî gelenekleriyle bölgenin önemli aktörleri arasında yer almaktadır. Önümüzdeki günlerde muhalif kesimin istekleri doğrultusunda bir gelişme yaşansa dahi bu durum "Yeni İran"ın, İngiltere başta olmak üzere Avrupa Birliği'nin esnek, uzlaşıya açık ve kendisine yakın bir ülke olacağı anlamında gelmemektedir. Anlaşılan odur ki; Rafsancani yıllar önce İran'da birçok kişiyle yaşadığı ayrılıkları bir kenara bırakmış ve başta Muntazari olmak üzere ülkedeki reform taraftarlarıyla işbirliği içerisine girmeyi uygun görmüştür. Fakat bu hamlelerin onu ne denli başarıya götüreceği ancak önümüzdeki günlerde görülecektir. Böylesi bir durumda en karanlık senaryo, ordunun yaşanan krizi bastırmak için devreye girmesi olacaktır ki; bu gelişmenin ülkeyi nereye sürükleyebileceği ayrı bir tartışma konusudur. Bu ihtimalin önüne geçmek için iktidarın önündeki tek seçenek, muhalefetin ortaya koymuş olduğu talepleri ciddi bir şekilde değerlendirmek ve anayasal reform çabasına girişmektir. Aksi takdirde devam etmekte olan olayları üç milyon kişilik Besic güçlerinin dahi durdurmakta aciz kalacağı bilinmelidir. Fakat böylesi bir işbirliğinin gerçekleşmesinin ne denli güç olduğu dikkate alındığında iktidar ve muhalefet arasındaki kum fırtınasını ancak Kum'dan gelebilecek bir müdahalenin dindirebileceği ihtimali ağır basmaktadır.
Kaynak: Zaman