Devrimin 5. yılında Tunus'un göreceli başarısı

Tunus'un Sidi Bu Zeyd kasabasında tutuşturulup bir Arap ülkesinden diğerine yayılırken, Araplar on yıllardır yaşamaya mahkum edildiği karanlık tünelden nihayet gün ışığına çıkıyor gibiydi.  

Ama hevesle hasretini çektikleri özgürlüğün, ilerlemenin ve self determinasyonun aydınlığından ziyade kendilerini bekleyen bir kaos cehennemi, iç savaş ve çok daha zalim askeri diktatörlüklerdi. Aniden patlak vermesinden beş yıl sonra "Arap Baharı"ndan geriye bugün ne kaldı?

Mısır'da ordu ülkenin demokrasiyle seçilen ilk cumhurbaşkanını devirdikten sonra otoritesini daha da sertleştirdi. Komşu Libya'da 17 Şubat Devrimi, sayısız fraksiyonun dahil olduğu silahlı çatışmaya ve biri Trablus, diğeri de Tobruk'ta olmak üzere birbirine rakip iki hükümetin zuhur ettiği bir duruma geldi.  

Suriye tehlikeli yabancı müdahaleler ile etnik ve mezhebçi hizipleşmelerin körüklediği yıkıcı bir iç savaşla sersemlemişken, Yemen ise kendini Ali Abdullah Salih'in müttefiki Husiler ile Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap İttifakı'nın desteklediği Hadi hükümeti arasındaki kanlı bir mücadele içinde buldu.      

İç ihtilaflarla, kargaşalarla ve yeniden hortlayan tiranlıklarla köpürmekte olan bu denizindeki tek ışık parıltısı görünüşe göre Arap isyanlarının beşiği Tunus'tan geliyor. Tunuslular bölgedeki en ilerlemeci anayasa sayılan bir metni yürürlüğe sokabildiler. 2014'te açık ve özgür meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini başarıyla gerçekleştirip seçimlerden zaferle çıkan Nida Tunus ve Nahda Hareketi'nin başını çektiği ve dört partiden müteşekkil bir koalisyon hükümetini kurdular.    

Yine de bu göreceli kazanımlar Tunus'u bölgesinin olumsuzluklarından azat edemiyor, bilhassa Libya sınırında meydana gelen siyasi krizlerden. Üstelik bu başarıların bir de bedeli var: çeşitli siyasi grupların oluşturduğu Nida Tunus'un sancağı altında eski tüfeklerin yeni sistemde kendilerine tekrar yer bulması ki bunlara Zeynel Abidin Bin Ali yanlıları ile Bin Ali'nin sabık partisi Anayasal Demokratik İttifak'ının yetkilileri dahil.      

Bu siyasi tavizler devrimci çevrelerde pek rağbet görmese de Tunus'un politik coğrafyasındaki problemlere karşı koymasını mümkün kıldı. Ancak ülke hassa bir konumda duruyor, kırılgan bir ekonomiyle boğuşuyor ve devrimle birlikte gelen yüksek beklentilerle zıtlaşıyor. Dahili sorunlarından ve jeopolitik çevresinin istikrarsızlığından cesaretle artan terör tehditleriyle de karşı karşıya.      

Dayanışmacı toplumu sayesinde Tunus Arap Baharı'nın getirdiği karışıklığı atlatabildi. Mezhepçi, etnik, dini veya kabileye dayalı bölünmelerin olmaması sayesinde, siyasi ve ideolojik farklılıklar Irak, Suriye veya Lübnan'da olduğu gibi toplumsal ayrılıklara dönüşmüyor. Tunus'ta askerin siyasete müdahil olması gibi bir gelenek de yok. Tunus'un bağımsızlığını kazandıktan sonraki ilk cumhurbaşkanı Habib Burgiba orduya karşı hep kuşkuluydu ve Cemal Abdünnasır'ın ve Baas Partisi'nin Suriye ve Irak'ta tertip ettiği darbelerin Tunus'ta da gerçekleşmemesi için çaba sarfetmişti.

Dolayısıyla kışladan pek ayrılmayan Tunus ordusunun görevi ülkenin sakin sınırlarını korumakla sınırlandırılmış, siyasetten olabildiğince dışında tutulmuştu. Burgiba'nın otoriter yönetimi ise milli bağımsızlıkla gelen meşruluk, şahsi karizması ve polisin baskınlığının bir karışımına dayanıyordu. Özellikle sonuncu Bin Ali idaresinde daha da derinleşecek ve Tunus fiili bir polis devletine dönüşecekti.  

Yani Tunus'ta hükümet, ordunun buyurganlığından uzak bir şekilde siyasetçilerin eline bırakıldı. Kendini her an hissettiren gölgesi olmadan da siyaset spontane olarak devrim sonrası belirsizlik ortamında gelişebildi. Ve modern tarihi ve ulusal bağımsızlık hareketi içine işlemiş güçlü sivil toplumuyla Tunus'un rakip siyasi kitleleri farklılıklarının üstesinden gelip emekleyen demokrasilerini koruyabildiler.

Tunus'un demokrasi denemesinin hayatta kalmasının belirleyici sebebi belki de siyasi aktörlerin siyasi kutuplaşmanın sınırlarını zorlamak yerine, pragmatik akılcılığı öne alması ile taviz vermek ve uzlaşmakta istekli olmalarıydı. Önde gelen iki siyasetçinin suikastını müteakip ülke tehlikeli bir krize sürüklenince, iktidardaki Nahda partisi Arap siyaset tarihinde görülmemiş bir karar aldı: tartışılmayacak bir seçim zaferine rağmen iktidardan feragat etti.

Partinin bu anlaşmanın gerçekleşmesi için öne sürdüğü şartlar ise 26 Temmuz 2013'te muhalefetin kurucu meclisi kuşatma altına almasıyla yarıda kesilen anayasa yapımının tamamlanması ve milletvekili ile cumhurbaşkanlığı seçimlerini denetleyip çalkantılı dönüşüm aşamasını sona erdirecek bağımsız bir seçim komitesinin tayin edilmesiydi. Bu aşamayı hızlandıran ise iktidar partisi Nahda liderinin, muhalefeti 15 Ağustos 2013'te Kurtuluş Cephesi şemsiyesi altında toplayan baş düşmanı Muhammet El Bacı Kaid el Sebsi ile Paris'te bir araya geldiği toplantıydı. Görüşmenin sonucunda, ülkeyi aylardır köstekleyen politik çıkmazdan kurtaracak bir yol haritasında anlaşıldı.  

Nahda'nın öncüsü olduğu Tunus'un İslamcı demokratları kompleks bir geçiş safhasında demokrasinin temellerini atmak için çoğunluk vs azınlık mantığını bir kenara bırakmanın ve siyasi tavizler vererek seçmen kitlesini genişletmenin gerekli olduğunun farkına vardılar. Böylece Tunuslular komşu Libya'nın trajik iç savaş kaderini ve Mısır'daki otoriterliği paylaşmadı. Bu mutabakat stratejisi sayesinde ülke çevresindeki düşmanca atmosferden kaçabildi.

Bu gidişatın bir sonucu ise Nahda'nın Anayasal Demokratik İttifak'ının yetkililerini siyasetten men eden "Devrim Koruma" kanunundan vazgeçmeyi kabul etmesiyle sabık rejim üyelerine alan açılıp siyasi arenaya tekrar dönmeleri oldu. Libya'daki "siyaset yasağı" ve Irak'taki baas tasfiyesiyle iki ülkenin de iç savaşa sürüklenmesiyle Nahda'nın aldığı bu kararın ne kadar isabetli olduğu ortada.  

İnkar edilemeyecek bir şey varsa o da ortaya çıkan bu siyasi eşitlenmenin bugün Tunus'ta eski muktedirler ile devrimin parlattığı kimselerin arasındaki mevcut güç dengesinin bir yansıması olduğudur. Her iki taraf da birbirini etkisizleştiremedi. Bir tarafın kilit kurumlarda, yönetimde, maliyede ve medyada hakimiyeti devam ederken, diğer tarafın da gücünü devrimden ve diktatörlük karşısında on yıllardır sürdürdüğü direnişten alan bir ahlaki bir yetkisi var.      

Arap Baharı'nın ilk dalgası birçok sebepten ötürü etkili olamadı. Bir sebep, Mısır'daki Müslüman Kardeşler örneğinde olduğu gibi, geniş ittifaklar ve koalisyonlar oluşturup gençleri, yani yeni kitleleri askeri otoriteye gem vuracak şekilde örgütleyememekle alakalıydı. Ancak daha da önemlisi demokrasinin yayılmasından korkan Körfez ülkelerinin Arapların diktatörlere karşı ayaklandığı her yerde demokratikleşme faaliyetlerini baltalamada oynadığı roldü. Amaç: demokrasinin Araplar için uygunsuzluğu hikayesinin ölümsüzlüğünü doğrulamak ve dini-kültürel Arap-İslam efsanesinin kendine haslığını canlandırmak.   

Peki Arap Baharı'ndan bugün geriye ne kaldı? Fiziki olarak Tunus. Ama elde kalan sadece Tunus değil. Özgürlük ve haysiyete olan esaslı bağlılık ile Arap dünyasında büyük protestoları ve ayaklanmaları tetikleyen müşterek adaletsizlik idraki hala oldukça canlı. "Arap Baharı" çöküşünden ziyade bugün baharın ilk dalgasının geri çekildiğine şahitlik ediyoruz. Ve yıkıcı bir realite ve derinleşen bir aşağılanma ve umutsuzluk hissiyle birlikte, ihtimal o ki daha yüksek, daha güçlü ve daha kapsamlı dalgalar gelecek.

Kaynak: middleeasteye.net
Dünya Bülteni için tercüme eden: Mustafa Doğan