I-İranlılar her yıl Şubat ayının başlarından itibaren 1979`da 14 yıllık sürgünden ülkesine dönen Ayetullah Humeyni’yi karşılıyorlar. Gitmesi kolay olmamıştı; “Ak Devrim”in İran’ı bölgede ABD’nin jandarması konumuna getiren adımlarının kabul edilemezliği, ABD’nin ülke içindeki varlığını güçlendiren Kapitülasyon Kanunu... (Söz konusu kanun, bir Amerikalının herhangi bir İran vatandaşını İran içinde öldürmesi durumunda dahi bu ülkenin mahkemelerinde yargılanmaması gibi hususları içeriyordu. Humeyni söz konusu kanunun onayının İranlılarının ve Müslümanların haysiyetlerinin hiçe sayılması anlamına geldiğini düşünüyordu. )
Gitmesi gibi geri dönmesi de kolay olmadı, bu anlaşılabilir. Sesinin tonu iki kesimi de rahatsız ediyordu: Batı güdümlü Şahçılarla dayandıkları emperyalist odaklar ve İmam Humeyni’yi irfanla felsefeyle ilgilendiği için tekfire çalışan gelenekselciler.
Zor dönüşün hakettiği ölçüde coşkulu bir törenle karşılanması anlaşılabilir. İranlılar merasime, teşrifata önem veren insanlar zaten, zamanlama konusundaki genişliklerine karşılık ilginç bir organizasyon becerisine de sahipler. Humeyni sürgünden dönebildiyse bunda İran halkının organize olma yeteneğinin rolü büyük.
Söz konusu bu yetenek geleneksel –karmaşık Nevruz ritüellerinin yanında Kerbela merasimlerinin akışında da izlenebilir. Tunuslu Taziye araştırmacısı Muhammed Azize, İslam âleminde yalnızca İran’da bir tür tiyatronun taziye adıyla meşru bir konum kazandığını kaydediyor. İran sinemasının başarısındaki kaynaklardan biri, sıradan insanı Hüseyin sevgisiyle doğaçlama olarak sahneye çeken taziye oyunlarıdır. İranlıların hayatının her alanına sinmiş törenselliğinin devrim kutlama törenlerine yansıması çok tabii.
Bu yıl bir önceki yıla nazaran nasıl bir ilave eklenebilir karşılama merasimlerine... Geldi, gelmek üzere... Her saatin ve dakikanın karşılık geldiği bir sahne kurulmalı. Karşılama töreninde devrimin başlangıcında mevcut ilkeler geri çekildikçe, teşrifatın öne çıktığında çokları hemfikir. Karizmatik öncünün şahsen hiç de onaylayamayacağı usül ve üsluplarla karşılanmasındaki ısrar ise, tarihin her zamanki cilvesi. O bu işlerden hoşlanmazdı, evet, ama başına getiriliyor.
II- Richard Sennett “Kamusal insanın çöküşü”nden söz ediyordu ya... Ortak oyunlar etrafında buluşmanın toplumu derin bağları aktif hale getirirken kaynaştıran bir yanı var. Her kesimden insan Hz. Hüseyin’le ilgili törenlere bir söz, bir adımla katılabilir; gayri müslimlerin katılımını da anlatan pek çok anekdot var.
Ortak oyunun mahalle camisi merkezli oluşumu, sıradan insanla aydını aynı tiyatro sahnesinde buluşturuyor. Doğaçlama oyun, hayatı sanatlaştırırken sıradan insanın siyasete ilişkin üç beş cümle edebilmesinin de imkânını sunuyor. Gündelik hayata da hükmeden ritüellik, başta zaman algısı olmak üzere pek çok alanda davranış ve zevkleri etkiliyor, biçimlendiriyor.
Olumlu veya olumsuz anlama çekilebilecek bir kavram üzerinden ne demek istediğimi biraz daha açmaya çalışacağım: “Taruf”, yani reddedilmek üzere yapıldığı bilinmekle birlikte paylaşılması süren nazik teklif.
Tahran’da olduğu gibi Tebriz’de de bakkaldan süt aldığınızda ilk defasında parayı almak istemez kasada duran kişi. Siz bir kere daha uzatırsınız. Mağazada da öyle, aldığınız çorabın parası ilk verişte kabul edilmez genellikle. Kasadarın neticede parayı almayacağından değil. Marx’ın ve Karatani’nin kulakları çınlasın! Ritüel alışverişte para unsurunu ikinci plana düşürerek ilişkideki nezaketi pekiştirmeyi amaçlıyor muhtemelen.
Öta taraftan sizi incelikli muameleyi paylaşmaya çeken taruf yüzünden bir kapı önünde bekleyip kalmanız da mümkün. Önce kim geçecek kapıdan, kim binecek asansöre... Zarif davranışla bezginliğe yol açan beklenti arasında bazen ince bir hat oluyor. Sunduğu inceliklerle hayranlık duymanıza yol açan ritüel an geliyor içi boşalmış bir teklif niteliği ediniyor, bağlamından koparıldığı ya da dikiş izleri görünmeye başladığı için.
III-Bu yıl törenler bir açıdan her zamanki gibiydi: Konferanslar, festivaller, ödüller, marşlar ve nutuklar... Bu sene İmam Humeyni’nin Paris dönüşü uçaktan inişinin karton canlandırması bir tür ilkti ve büyük tepki çekti. Birkaç yıldan beri uçaktan iniş sahneleri, Humeyni’nin uçaktan inmesine yardımcı olan Fransız pilotu da içine alacak şekilde daha yoğun olarak sergileniyordu şehirler sathında. Bu yıl zirveye çıkan abartı, mizansene tepkilerini dile getirenler arasında bulunan Humeyni’nin torunu Murtaza Eşragi’nin dediği gibi, sadece bir yüzeysellik ve zevksizlik olmakla kalmıyor. Devrimin liderinin sözlerindeki anlam paranteze alındıkça ortaya çıkan boşluk teşrifatı artırma yoluyla örtbas edilmeye çalışılıyor.
İkonakırıcı, büyük bir ironiyle ikonlaştırma işlemine maruz bırakıldığı mizansenlerle karşılanırken, düşünceleriyle tartışılmaktan mahrum edilme talihsizliğine maruz bırakılıyor.
Humeyni sade bir insandı, malum, resimlerinin paralarda ve devlet dairelerinde yer alması konusunda da olumsuz bir yaklaşım içindeydi. İran ulus devletlere özgü usulleri içselleştirse bile henüz hatıraları taze devriminin ilk sahnelerinden hareketle Humeyni’nin fikriyatının ve ufkunun ulus devlet algı ve imgeleriyle, şiar ve hedefleriyle sınırlanamayacağını çıkartabiliriz.
Dolayısıyla karton karşılama töreninde kendini gösteren aynı zamanda ümmetçi sloganların ulus devlet sınırlarına daraltılmasıyla ortaya çıkan bir çarpılmadır da...
Söz konusu olan aynı zamanda devrim saflarında yer alan iki islami anlayışın bir kez daha çatışmaya düşmesi... Popülizm ile ilkesellik bir kez daha çatışıyor. Ahmedinejat’ın siyasi konumunda devrimin şiarlarının kredisini tepe tepe kullanma yoluyla uç noktalara fırlayan ve giderek geri çekilmeye zorlanan bir populizmin kültür ve sanat alanlarına yansıması, sözünü ettiğim. Bu nedenledir ki yaşlı başlı romancı Mahmut Devledabadi romanlarını yayımlatamaz olduğu için sitemlerini bildiriyor Şark gazetesinde.
Taruf geleneğini içi boş muameleye dönüştüren, muhatabına dönük sahici bir ilgiden yoksunluktur aslında. Ayetullah Humeyni’nin tantanalı karşılanması bu nedenle de onun fikirlerini önemseyen kesimleri rahatsız ediyor. Değerlere ikonalaştırma yoluyla hakkını vermeyi uman bir kültürel politika ciddiyetini kanıtlamış yazarların eserlerinin okuyucusuna ulaşmasını engellemekle kalmıyor, Eşragi’nin de ifade ettiği gibi devrime emeği geçmiş nice insanın da fikirlerinin ve yorumlarının yüzeysel okumalarla hırpalanmasına sebep oluyor.
Öyle ya, “İmam’ı karşılama” törenleri ilkokul müsameresi seviyesine indirgeyerek sürdürmekle değil, ikonakırıcıyı harekete geçiren saiklerin klişe dışı konuşmalara açılacak şekilde halka mal edilmesiyle mümkün olurdu. Bu yolla devrimin ciddi bir muhasebesine gidilmesi ve şiarlarının da güncellenmesinin sağlanması bir temenni olmaktan öte geçebilirdi.