Devletin ideolojik aygıtı mı?

Düşünce derinliği felsefe ile felafel arasındaki farkı bilmekten öteye geçmeyen bir yazarımız, 14 Nisan mitinginin ardındaki Atatürkçü Düşünce Derneği'ni (ADD), "devletin ideolojik aygıtı" olarak tanımladı. Hikâye şöyle: 
  
Bir televizyon programında mitingi değerlendiren Kürşat Bumin, ADD'nin gerçek anlamda bir sivil toplum örgütü değil, olsa olsa devletin ideolojik bir aygıtı olabileceği fikrini dile getiriyor.

Bumin'in sözlerini duyan yazarımız ise, bu durumu ilk kez kendisinin, hem de on yıl önce, ifade ettiğini belirtiyor ve Bumin'in bir tür intihâl yaptığı imasında bulunuyor. Yazarımız, devamla, sözü "devletin ideolojik aygıtları" kavramını kendisine borçlu olduğumuz Althusser'e getiriyor ve kavramı açıklıyor. Ancak, gözden kaçan küçük bir ayrıntı var:

Bumin, Althusser'den "kavram"ı değil, "ifade"yi alıyor; bir başka deyişle, ödünç aldığı ifadeyi Althusser'in tanımladığı tarzda kullanmıyor. Bu çarpıcı ifadeye başvurmakla, Bumin, doğrusu iyi de ediyor, ağzına sağlık; böylece çok sayıda insanın düşüncesine tercüman oluyor. Buna karşılık, "devletin ideolojik aygıtları"nın Türkiye distribütörü olduğu anlaşılan yazarımız, sadece "ifade" ile yetinmiyor; Althusser'in, 1969 sonlarında, Fransa'nın öğrenci olayları ile çalkalandığı dönemde kaleme aldığı ünlü makalesine göndermede bulunarak, muradının, Althusser'in bizatihi "kavram"ını ADD'ye uygulamak olduğunu ortaya koyuyor.

Bu yazıda, iki şeyi göstermek istiyoruz. İlki şu: Althusser'in kavramını ADD'ye uygulayan yazarımız, bu kavramı neredeyse hiç bilmiyor; hep yaptığı gibi, "serbest çağrışım" üzerinden, "ansiklopedik" bilgilere dayanarak entelektüel göndermelerde bulunuyor. İkincisi, muhtemelen daha önemli bir nokta:

ADD'yi "devletin ideolojik aygıtı" olarak gösteren tutum, dolaylı olarak, devletin "gerçek" ideolojik aygıtlarını bir tür "örtüleme" fonskiyonu veriyor; bu anlamda, devletin ideolojik aygıtlarını deşifre etmek bir yana, aksine, bu aygıtlara sadece hizmet ediyor.

Dersimiz, devletin ideolojik aygıtları

Olay, esasen, Althusser'in "ideoloji" tanımı etrafında düğümleniyor. Althusser'e göre, öncelikle, tek tek ideolojilerin ötesinde "genel" olarak ideolojiyi anlamak gerekmektedir.

Genel olarak ideoloji ise, kabaca, bir tür varoluşsal dinamiktir ve bu dinamikten kaçmanın bir yolu bulunmamaktadır. Althusser'in, bu durumu ifade etmek üzere kullandığı muhtasar ifadeyi aktarırsak, başı ve sonu belli olan, tarih içinde arızî olarak temayüz eden tekil ideolojilerin aksine, bu genel anlamıyla "ideolojinin tarihi yoktur."

Bilim, Althusser'e göre, yer yer bu varoluşsal iklimden "kopma"lar sağlayabilir, ama nihai olarak ideolojiyi safdışı etme kudretine sahip değildir. Althusser'in, bu tarihle özdeş ideoloji fikri etrafında dile getirdiklerini birkaç farklı bağlamda değerlendirmek mümkün olmalı; örneğin, Heidegger'ın tanımladığı kadarıyla bir "Dünyada Olma" durumu bağlamında; ya da Lacan'cı, sembolik bir düzenek olarak "Büyük Öteki" tasavvuru eşliğinde. Bu konuda daha çok başvurulan bağlam ise, bilindiği üzere, Gramsci'nin "hegemonya" kavramıdır. Söz konusu kavram, ideolojiyi sadece bir gölge fenomen olarak algılayan klasik "indirgemeci" ya da "pozitivist" anlayışa karşı, ideolojinin göreli özerkliğine ve kurucu gücüne işaret eder. (Böylece ön kapıdan kovulmuş olan pozitivizm, daha sonra, heyhat, Althusser'e cazip gelen belli belirsiz bir "ideoloji ve bilim" ayrımıyla, bu kez bacadan girecektir.)

Bu anlamda ideoloji, sadece daha derindeki ilişkilerin bir izdüşümü ya da gölgesi olan, böylece kendine ait bir gerçekliğe sahip bulunmayan, pasif bir olgu değil; bunun ötesinde, bireyi toplumsallaştıran, "özne" yapan, belli bir modalite etrafında kurgulayan (bu sürece Althusser "tahkik" ya da enterpelasyon diyor), dolaylı olarak bilim ve sanat gibi alanlarda gerçekleştirilen üretime de çerçeve sağlayan bir kavramdır. İdeoloji, bireyin, cinsiyet algısı dahil toplumsal ve siyasal değer ve tercihlerini belirler, roller dağıtır, böylece bireyi belli bir vasat içinde tutar.

Bir başka söyleyişle, ideoloji, genel olarak toplum için "anlam"ın koşullarını belirleyen, belli bir epistemoloji dayatan, kadim, öncesi olmayan bir bilişsel sürecin adıdır.

Sözünü ettiğimiz ideolojik "tahkik" işlemi bağlamındadır ki, Althusser devletin ideolojik aygıtları kavramını ileri sürer.

Buna göre, uygulamada ideoloji, olumlu ya da olumsuz yükleme sahip toplumsal değer ve algıları, bir dizi aygıt kullanarak sürekli tanımlar, böylece kendisine yönelik muhtemel muhalefeti yok eder ve bir anlamda kendi geleceğini garantiye alır.

Aile, örgütlü din, eğitim kurumları ve medya, bu aygıtların en önemli örneklerini oluşturur. Bu aygıtlar sayesinde, ideoloji, cisme bürünür, Althusser'in deyimiyle "maddi bir varlık" kazanır.

Bu süreç, doğallaştırılmış, dikkat çekmeyen, itiraza ve muhalefete neredeyse alan tanımayan, muhtemel itiraz girişimlerini ise kolayca ve genel bir toplumsal desteği de arkasına alarak, gürültüsüzce tasfiye eden bir süreçtir.

Bu noktada, devletin ideolojik aygıtları ile devletin "aygıtları" arasında temel bir fark bulunmaktadır. Hükümet, silahlı kuvvetler, polis ve adalet sistemi gibi devlet aygıtlarının birincil fonksiyonu "şiddet" uygulamaktır; ideolojik fonksiyon ise ikincildir.

Buna karşılık devletin ideolojik aygıtları, esas olarak ideolojik bir fonksiyon verir, şiddete ise ancak istisnai olarak başvurur: Babanın, uslanmayan çocuğunu ya da çizgiyi aştığını düşündüğü eşini cezalandırması; eğitim sisteminin, sistemle barışık olmayan öğrenciyi safdışı etmesi; bir akademik derginin, disiplinin temel varsayımlarının dışında bir makaleyi basmayı reddetmesi; nihayet, medyanın, Türkiye'de sıklıkla görüldüğü üzere, birilerini hain (Atilla Yayla) ya da heretik (Murat Belge) ilân etmesi gibi.

Bu son konuda bir çekinceyi özellikle ekleyelim; medyanın bu tür davranışları, esasen "tipik" ideolojik fonksiyonun ötesine geçen, abartılı davranışlardır; tipik ideolojik fonksiyonun bu ölçüde abartılı olmaması beklenir.

Abartılı olduğunda, tıpkı ADD örneğinde ortaya çıktığı gibi, aygıt inandırıcılığını yitirir ve kendisinden beklenen ideolojik fonksiyonu yerine getiremez. Bu tür abartıları önlemek ve dolayısıyla medyanın inandırıcılığını artırmak için, Batı demokrasilerinde başka ideolojik gereçler ("yorumsuz" ve "tarafsız" haber gibi) devreye girer.

Gerçek ideolojik aygıtlar

Bu anlamda, siyasal partiler, sendikalar, meslek kuruluşları ve dernekler gibi "sivil toplum örgütleri" de devletin ideolojik aygıtları olarak elbette fonksiyon verir; fakat, yazarımızın ifade ettiği biçimde kendi mantıklarına bir tür "ihanet" ederek değil; aksine, bu mantığa son derece sadık kalarak.

Kışkırtıcı bir örnek vermek gerekirse, bir devlet partisi gibi davranan ve bu hâliyle bir anomali olan CHP'den çok, daha olağan bir siyasal parti görünümü veren AKP, Althusser'in sözünü ettiği tanıma uymaktadır. Aynı nedenle, ADD gibi bütünüyle nevi şahsına münhasır bir kurumdan çok, diyelim TEMA Vakfı, Althusser'in tanımına uygun bir ideolojik aygıttır. TEMA Vakfı bunu nasıl yapar?

Örneğin, doğa üzerinde yıkıcı tahakkümü mümkün kılan ve belli maddi dinamiklerin yön verdiği cari ideolojik yapılanmayı gizleyip, erozyonu sadece "doğal olan"a indirgeyerek; yani bir tür zararsız, "resmi muhalefet" yapmak suretiyle.

(Özellikle böyle aşırı bir örnek verdiğimiz için TEMA Vakfı bizi bağışlasın; konuyu hakkiyle anlatmanın başka yolu yok.) Kısaca, ADD'nin Althusser'ci anlamda bir ideolojik aygıt olabilmesi için, öncelikle bir sivil toplum kuruluşu olması gerekir.

Bu durum, yazarımızın anladığının tam tersi bir durumdur. Özetle, ADD'nin, bir sivil toplum kuruluşu "olmadığı" için devletin bir ideolojik aygıtı olarak algılanabileceğini ileri süren yazarımız, "devletin ideolojik aygıtları" kavramından hiçbir şey anlamamaktadır.

Daha bitmedi. ADD gibi dar anlamda ve açık bir siyasal duruşa sahip olup bu duruşu gizlemeyen bir kurumun devletin ideolojik aygıtı olarak tanımlanması, "gerçek", daha önemli ve daha itibarlı ideolojik aygıtları sadece perdelemektedir.

Bu anlamda, bizatihi yazarımızın yaklaşımını "ideolojik" bir yönlendirme olarak algılamak gerekmektedir.

Bu yönlendirme, örneğin, Althusser'in en önemli ideolojik aygıt olarak gördüğü ve Batı'da kilisenin misyonunu devraldığını iddia ettiği "eğitim" kurumlarının ideolojik fonksiyonlarını görmeme sonucunu doğurmaktadır.

Konu üzerinde (sadece Türkiye'de değil, bu satırların yazarının bildiği kadarıyla, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da da) yapılmış en yetkin değerlendirmelerden biri, Kürşat Bumin'in "Batı'da Devlet ve Çocuk" adlı eseridir; evet, yukarıda, yazarımızın kendisinden düşünce arakladığını ima ettiği Kürşat Bumin'in. Eğitim kurumları, özellikle zorunlu ilk eğitim, Althusser'in deyimiyle, başka ideolojik aygıtların sahip olmadığı bir avantaja sahiptir; hem zorunlu, hem olağanüstü yoğun (haftada beş gün), hem de ücretsizdir.

Güya ideolojiden temizlenmiş; ideolojiyi değil, ideolojinin karşıtı olan "bilgi"yi esas alan, "eti senin kemiği benim" anlayışıyla kendilerine tevdi edilmiş öğrencilere özgür ve yaratıcı olmaktan başka bir şey öğretmediği varsayılan okul, endoktrinasyonun en iyi yürütüldüğü yerdir.

Kısaca, Althusser'ci anlamda ideoloji asıl "ben ideolojiyim" diye bas bas bağırmadığında ideolojidir; eğitim kurumlarında bilim olarak, ibadet yerlerinde ahlâk ve nasihat olarak, medyada objektif habercilik olarak.
 
Kaynak: ZAMAN