Devlet, eğitim, hukuk ve kültür

 

Müslümanların tarihteki hızlı yayılmalarına baktığımızda şaşırtıcı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Arap yarımadasından bir ok gibi fırlayan Müslümanlar dünyaya üç koldan yayılmışlardır: Çin sınırına kadar Asya'ya gidenler; Anadolu, İran, Azerbaycan ve Ermenistan üzerinden kuzeye ve batıya seferler düzenleyenler ve Afrika'ya, oradan da İber yarımadasına, Güney Fransa ve Sicilya'ya kadar uzananlar.

      Müslümanların yayılmasını sağlayan şey tabii ki kendi başına askeri güç ve maharet –yani oryantalist tanımıyla kılıç- değildi. İlk önemli sebep din ve vicdan özgürlüğünü savunmaları  ve fethettikleri her yerde bu özgürlüğü her din mensupları  için tesis etmeleriydi. İkinci sebep uzun yüzyıllardan beri toprakta derebeylerin kölesi ve mülkü olarak yaşayan köylü sınıflarını  özgürleştirmeleri ve bunu getirdikleri yeni arazi hukuku-toprak sistemiyle korumalarıydı. Üçüncü önemli sebep de farklı  gelenek ve yaşama biçimlerine yaşama imkanı tanımalarıydı.

     Bugünkü Batılıların yayılmasından farklı olarak Müslümanlar fethettikleri yerlerin ne Müslüman ne de gayrimüslim ahalisinin yerleşik hukuki ve örfi teamüllerine -üç şey hariç- müdahale etme lüzumunu hissetmediler: İstisnai olarak müdahale ettikleri üç olaydan biri, Hindistan'da, kocası ölen kadının, kocasıyla birlikte canlı canlı yakılması; ikincisi, Mısır'da, Nil'in bereketli olması için her sene bir genç kızın canlı olarak kurban edilmesi –ki bunu Hz. Ömer yasaklamıştır-; üçüncüsü de İran'da yer yer görülen ensest (aile içi zina/fücur) evlilik ve ilişkilere son verilmesi.

       Her sene daha çok bereketli olması amacıyla Nil nehrine bir genç kızın kurban verilmesini Hz. Ömer yasaklamak isteyince,  Medine'de konuyla ilgili uzun toplantılar yapıldı. Sahabelerden bazıları, yerli halkın  örflerine ve teamüllerine  müdahale edebilir miyiz, buna hakkımız var mı, diye sordu. Sonuçta, bütün şeriatların ve elbette Son Münzel Şeriat olan İslami hüküm ve kuralların nihai gayelerinin canı, malı, nesli, dini ve aklı korumak olduğuna, Nil'e bir genç kızın atılması yaşama hakkını ortadan kaldırdığına hükmedip yasak yönünde oy kullandılar.

       Yakın tarihte Batı'nın doğrudan veya dolaylı olarak müdahil olduğu modernizasyon politikalarına bakıldığında, devletlerin toplumsal hayatı A'dan Z'ye değiştirmek istediklerini, bunu ya ikna veya emrederek yapmaya çalıştıklarını görüyoruz. Bunun belli başlı sebeplerinden biri "ulus inşa etme" gayesidir.

      Ulus inşa etme süreçlerinde kurucu kadroların toplumsal geleneklere, yerleşik örf ve adetlere müdahale etmek istemeleri boşuna değildir. Bu alanda ellerindeki en etkili silahlardan, dönüştürücü  araçlardan biri "hukuk"tur.

      Modern zamanlarda ve ortaya çıkan ulus devletlerin neredeyse tamamında, hukukun birincil amacı adaleti tesis etmek, hak sahibine hakkını  vermek değil, modernleşme politikalarını uygulamak ve modern bir toplum yaratmaktır. Hukuk yaşama biçimlerini düzenliyor ve bunu kanunlar formu içerisinde yapıyor; böylece insanların hayatı  kendiliğinden ama zorlanarak, kendi kendileriyle çatışarak değişiyor. Dolayısıyla hukuk, aynı zamanda toplumu modernleştirmenin de bir enstrümanı olarak iş görüyor. Türkiye'de iktidar seçkinlerinini kısm-ı azamisi hukuku, hala bu çerçevede algılıyorlar. 

      Ulus inşa edilirken başvurulan ikinci enstrüman, "eğitim"dir. Modern zamanlarda eğitimin amacı, iyi insan yetiştirmek değil, ulus devlete üye olacak insan yetiştirmektir. Eğitim, değiştirmenin ve dönüştürmenin, insanı ehlileştirilmiş bir yurttaş yapmak amacıyla "okul" adı verilen labratuvarda özel bir işlemden geçirmenin aracıdır. Fransız İhtilali'nden önce Kilise ile burjuva arasında çıkan ilk ihtilaf konusu, eğitimin kilisenin elinden alınması, arkasından zorunlu, laik ve parasız hale getirilmesiydi. Çünkü eğer yeni bir ulus inşa edilecekse, yeni bir toplum ortaya çıkarılacaksa, ülke toprakları üzerinde yaşayan bütün insanların eğitimden geçirilmesi gerekir.

      Ulus devletlerin ve modern toplumların ortaya çıkarılmasında kullanılan üçüncü önemli enstrüman ise tabii ki "ekonomi"dir. Liberaller, tarihte modern kapitalizmi devletlerin milli sınırlar çizerek ulusal piyasaları ortaya çıkardıklarını, tesis edilen güvenlik kuvvetleri sistemi sayesinde zengin sınıfları iç ayaklanma ve müdahalelere karşı polis kuvveti, dış müdahalelere karşı da ordular marifetiyle  korudukları hususunu örtbas etmektedirler. Hala da liberal Batı dünyasının süren zenginliğinin arkasında devletlerin etkin koruması bulunmaktadır. Devletleri ve hükümetleri manipüle etmeselerdi silah ve petrol şirketleri ile diğer lobiler ve şirketler bu kadar başarılı ve zengin olabilirler miydi?

      Ulus ve toplum inşa süreçlerinde "kültür"ün oynadığı  rolü de unutmamak lazım. Türkiye'de muhafazakar-sağcıları yanıltan temel bir nokta var: "Milli veya ulusal kültür" demek, devlete ait kültür demektir. Onlar kültürün halka ait olabileceğini zannediyorlar. Modern doğası ve tarihsel misyonu itibariyle bireylerin veya halkın kendine ait kültürü yoktur; tam aksine, insanların kadim örfleri, teamülleri, tarihte meydana getirdikleri maddi ve manevi kodları, refleksleri vardır.

      Bunlar, modernizasyon politikaları çerçevesinde  hukuk, eğitim, ekonomi ve diğer enstrümanların kullanılmasıyla değiştirilir, dönüştürülür ve devletin öngördüğü "kültür" üretilir. Türkiye'de başında "milli" kelimesi bulunan bakanlık sayısı iki tanedir: Milli Savunma Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı. Amaç, içe karşı "milli olanı" konsept olarak yerleştirip korumak ve bunu eğitim aracılığıyla, okullarla, üniversitelerle ve hatta -son zamanlarda okulların ve üniversitelerin zaafa düşmesiyle- medya üzerinden bu fonksiyonu gerçekleştirmektir. Gerçek olan şu ki, bizim milliyetçilerin "milli kültür" dedikleri şey, boş bir iddiadır; çünkü bütün dünyada -ilk çıktığı günden beri- milli kültür demek, devlete ait kültür demektir.

      Halka ait olan şeyler örfler, adetler, töreler, gelenekler, teamüller vs.dir. Bir toplum kendini korumak istiyorsa bir yandan geleneklerini tarih içinde kendi sahih dini norm ve hükümlerine göre sürekli bir biçimde gözden geçirip yaşatmalı, diğer yandan kültüre ve harici saldırılara karşı koruma iradesini gösterebilmelidir.