Seçim sonuçları her şeyden evvel bunun ifadesidir.
Demek ki, kerameti kendinden menkul köşe yazarı oryantalizmine uygun diller dökersek: Türkiye'de her iki kişiden biri göbeğini kaşıyor.
Bunlar halk ithal etseler bile sanmayın ki felaha ulaşırlar. Hangi halk olursa olsun bu zihniyete yapacağı muamele değişmez.
Binaenaleyh, dünyada hiçbir halkın bağrında yatacak yerleri yoktur. Çünkü, 'Başıboş bırakılırsa ya davulcuya varır, ya zurnacıya' düşüncesiyle kendisine vesayet düzeni dayatanlara her halk ifrit olur.
Bir de, halkın eli felaket ağırdır.
Kendisini lûtuf makamında görenlerin, “AK Parti'nin merkeze gelme çabalarına el atmalıyız” sinsiliğindeki merkez telâkkisine de, merkezde gördükleri partilere de öyle bir tokat attı ki, yedi düvelde adı anılsa yeridir.
'Mahalle baskısı'ndan dem vurup, AK Parti'yi çevrenin ifadesi olmaktan çıkartıp (köksüz bırakarak) avucunun içinde oynatmayı planlayanların hesabını da acayip bozmuştur.
Seçim sonucu, millî iradenin incitilen gururunun sandığa yansımasından ibarettir.
Gül'e yapılanlar hangi mantığa, hangi ahlâka sığar?! Hukuk ahlâkı ıskalarsa, adâlet nerde kalır?
Ak Parti, yaptıklarının karşılığından ziyade, kendisine yaptırılmayanların karşılığında büyük bir zafer kazanmıştır.
Yani, Ecevit'e yazar kasa fırlatılan, anlı şanlı ekonomi profesörlerinin televizyon ekranlarında, bir çözüm önerisi olarak, halkın domatesi kiloyla değil taneyle satın almasını önerdiği kriz döneminde, Sayın Tayyip Erdoğan, meydanlara ceketini assa kazanırdı.
Halbuki, bu seçim, iktidar olmanın doğal yıpranmışlığına rağmen oylarını önemli ölçüde arttıran, önüne dikilen bütün bariyerlere takılmak yerine bilakis, onlardan ivme kazanan bir parti ve lideri var karşımızda.
Otoriter devletçiliğin devamı için, o vakitler, dominant bariyer, irtica ve laiklikti; bu sefer, 'ulusalcılık'.
Serada üretilen sentetik ulusalcılıktı bu!
Yani, Türkiye'nin kuzeyinden güneyine doğusundan batısına her bölgesinde var olan bir partiye ve bu partinin dayandığı sosyolojiye husumetle yaklaşan, bölücülüğün 'de facto' ifadesi olan sera işi bir ulusalcılık.
Daha İstiklal Marşımızı fehmetmekten âciz bu ulusalcılık bariyeri elbette tutmayacaktı.
Tutmadı…
CHP de, nevzuhur ulusalcılık söylemine 23 Nisan çocuğu hevesiyle katılmayı hüner bildi, ve kaybetti.
İmdi, CHP Genel Başkan yardımcısı Onur Öymen, ziraatçılığın yoğun olduğu –Osmaniye gibi– yerlerde AK Parti'nin bu kadar çok oy almasını ve fındık politikasına rağmen Giresun'da açık farkla kazanmasını düşündürücü buluyor. Dahası akılla, mantıkla izah etmenin mümkün olmadığını ifade ediyor.
Başbakan'a karşı avantaj sağlayabilmek düşüncesiyle, kadınları dansa kaldırma marifetini bir çağdaşlık özelliği babından dillendiren centilmen erkek Sayın Öymen'in, seçmenin tavrını sorgulaması, anlamaya çalışması hiç kuşkusuz sağlıklı bir zihnin emaresidir.
Lakin, aynı açıklamasında: “Biz umuyoruz ki iktidar partisi geçen dönemdeki yanlışlarından gerekli dersi almış olsun, uzlaşmacı bir siyaset benimsesin…” demesini ne yapacağız?
“Uzlaşmak” lakırdısı, millî iradenin tecellisine karşı yeni bir bariyer olmasın!
27 Nisan bildirisinin hemen ardından tarifsiz heyecanlar içinde: “Gideceksiniz, bir daha dönmemek üzere gideceksiniz!..” şeklinde haykıran Sayın Öymen, 'uzlaşmacı' olmaktan neyi anlıyor acaba?
Halk yüzde 47 ile uzlaştığı yeri göstermedi mi?
Ayrıca, geçen dönemde, hangi yanlıştan ötürü kimin ders alması gerektiğini halkın verdiği karnelerden kolaylıkla çıkarması gerekmez mi?
Sayın Öymen, sözünü ettiği seçmenin tutumunu mantıkla açıklayamadığı kadar, biz de, onun, bu “ders alma” muhabbetini akla ziyan buluyoruz. (Hatta, CHP'nin seçmeni anlamaması, bu akla ziyan tutumla mümteziçtir.)
Seçim sonuçlarına göre ders alması gereken sen değil misin yahu?
Kaynak: Yeni Şafak