Türkiye, bürokratik vesayet altındaki Cumhuriyet yönetimini demokratikleştirme yönünde önemli adımlar atıyor. Bu dönemeç, bürokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete doğru bir yöneliştir.
Türkiye son elli yılını darbe anayasaları ile geçirmiştir. Evrensel demokrasi ve hukuk normlarına tamamen aykırı olan bu anayasaları değiştirmek için sık sık teşebbüslerde bulunulmuş, birçok değişiklikler de yapılmıştır. Fakat hiçbir değişiklik Türkiye'yi gerçekten demokrasi ile yönetilen bir ülke konumuna getirememiştir. Çünkü darbe anayasalarının ruhunda halka güvensizlik esas olup, halkın gerçekten egemen olmaması için her türlü tedbir alınmıştır.
Ağır bir askerî vesayetin yanında çok güçlü bir yargı oligarşisinin pek kimse farkında olmamıştır. Türk milleti adına karar veren yargının aslında maaşlarını milletten almanın dışında milletle hiçbir organik bağı yoktur. Yargı kendi bünyesi içinde çok kuvvetli bir kast oluşturmuştur. Esas yargılamanın yapıldığı bağımsız ve tarafsız olması gereken mahkemelere sık sık müdahaleler yapılmaktadır. Son derece sinsice bir propaganda ile bu müdahalelerin siyasetçilerden geldiği vurgulanmıştır. Halbuki bağımsız mahkemelere müdahaleler daha çok yüksek yargıdan ve HSYK'dan kaynaklanmıştır. Balyoz, Kafes, Ergenekon, vs. gibi davalarda bu müdahaleler açıkça görülmüştür.
Şu an TBMM'de görüşülen 30 maddelik anayasa değişikliği demokrasimizin önündeki engelleri önemli ölçüde kaldırmakta, bireysel hak ve özgürlüklerin alanı genişletilmekte, kamu denetçisi kurumu ile halkın denetimi daha da etkinleştirilmektedir. HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin oluşumunda TBMM ve sivil toplum daha fazla üye seçebilse bu, demokrasimiz ve hukuk sistemimiz için daha faydalı olurdu.
Her şeye rağmen bu anayasa değişikliği demokrasimiz için çok önemli bir dönemeç olacak ve Türkiye'nin normalleşmesinin önünü açacaktır. Normalleşme ancak yepyeni bir anayasa ile mümkün olacak ve bu anayasa değişiklikleri ile yeni anayasanın önü de açılacaktır.
Yüksek yargıdaki ve HSYK'daki değişiklikler rejimin üzerindeki yargı vesayetini önemli ölçüde kaldırmakta, fakat rejimin üzerindeki asker vesayetine fazla dokunmamaktadır. Yeni anayasa ile Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmalı, Genelkurmay başkanı Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanmalıdır. Ayrıca, Jandarma kaldırılarak kır polisine dönüştürülmeli, şehir içindeki kışla ve garnizonlar şehir dışına taşınmalı ve askerin devlet protokolündeki yeri yeniden gözden geçirilmelidir.
Sivil bürokrasinin durumu da asker ve yargı bürokrasisinden farklı değildir. Ankara'da oluşturulmuş devlet mahallelerinde lojmanlarda oturan ve birtakım ayrıcalıklarla donatılmış olan bürokratlar halktan tamamen kopuk bir vaziyette kendilerini halkın amiri gibi görmektedirler. Bu durum demokrasiyle yönetilen modern bir devlete yakışmamaktadır. Demokratik ülkelerde kamu yöneticileri halkın amirleri değil hizmetkârlarıdır. Bu konuda da zihniyet değişimi gerekmektedir.
Siyaset kurumunun ve seçim sisteminin demokratikleştirilmesi ve iyileştirilmesi yönünde de yeni düzenlemelerin yapılması zaruridir. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesi ve teşvik edilmesiyle halkımızın demokrasi bilinci yükseltilmelidir.
Netice olarak; TBMM'deki anayasa değişikliği çalışmalarını yeterli görmemekte fakat olumlu bulmaktayız. İlk seçimlerden sonra da yepyeni bir anayasa yapılması için toplumda geniş bir konsensüs sağlanarak yeni anayasa hazırlanmalıdır.
Demokraside Birlik Vakfı olarak, yukarıda belirttiğimiz süreç ve çözümlerle evrensel normlarda bir demokrasiye kavuşmak için; başta siyasi partiler ve TBMM olmak üzere, askerî ve sivil bürokrasiyi, yargıyı, medyamızı, STK'ları, akademisyenlerimizi, yazarlarımızı ve toplumun bütün kesimlerini sorumluluk bilinci içerisinde üzerlerine düşenleri yapmak üzere göreve davet ediyoruz.
Kaynak: Zaman