Demokrasi hakkında yazmak için herhalde seçim arefesinden daha uygun bir vesile olmazdı.
Seçimler ve onlara dayalı temsili kurumlar çağdaş demokrasilerin yapı taşları durumunda. Günümüz demokrasilerinin sahici "halk yönetimleri" oldukları konusunda şüpheci olsak da, seçimlerin ve temsili kurumların büsbütün değersiz olduklarını söylemek yanlış olur. Açıktır ki, seçimler bir yandan yönetimin yönetilenlerin rızasına dayandırılmasına, öbür yandan da yönetenlerin halka karşı sorumlu tutulmalarına önemli ölçüde imkán vermektedir.
Yine de, demokrasi teorisinde gerçek anlamda "halk yönetimi" idealine nasıl ulaşılabileceğine ilişkin arayışlar elbette varlığını sürdürüyor. Yakın zamanlara kadar bu bağlamda gündeme getirilen başlıca tezlerden herkes az-çok haberdar: doğrudan demokrasi, katılmacı demokrasi, "güçlü demokrasi", radikal demokrasi vb.
Ben bu yazıda onlardan değil de, onların da bir bakıma zirve noktasını temsil eden ve 1990'lardan itibaren ilgili akademik literatüre hakim olmuş görünen "müzakereci demokrasi"den (deliberative democracy) söz edeceğim. Müzakereci demokratlar genel yararın tanımlanmasında karşılıklı konuşma ve tartışma ihtiyacının öneminden hareket ediyor ve demokrasinin -temsili demokrasiden farklı olarak- ancak bütün yurttaşların katılımına dayanan bir kamusal müzakere zeminine oturması gerektiğini ileri sürüyorlar. Müzakereci demokrasi toplumun temel kurumlarının özgür bir kamusal müzakere çerçevesinde ve böyle bir kamusal tartışma ortamının devamını mümkün kılacak yapıda oluşturulmasını öngörmektedir.
Müzakereci tez, temelde, demokratik meşruluğun özünün kamusal bir karara tabi olanların sahici bir müzakereye katılma hakkı olduğunu ileri sürer. Bu anlayışta, kamusal kararın müzakereye katılan kişilere onların muhakeme yoluyla kabul edebilecekleri şekilde haklı gösterilmesi gerekir. Müzakereci demokrasi en çok da Habermas ve takipçilerinin adıyla anılmaktadır.
Habermas'a göre, kamusal normların geçerli olmaları onların kamusal olarak haklı gösterilmelerine bağlıdır. Başka bir anlatımla, bir normun geçerli olduğunu göstermek onu ondan etkilenen herkese uygun bir söylem yoluyla haklı göstermektir. Böyle rasyonel bir söylem için zorunlu olan kuralları izleyen bir söylem bir konsensüs ürettiği ölçüde o rasyonel bir konsensüstür ve normu geçerli kılmaya yarar. Özünde genelleştirilebilirlik fikri yattığı için, rasyonel konsensüse konu olmaya en uygun aday adaletin kurallarıdır.
Habermas'ın sözünü ettiği, katılanlar arasında fiilen gerçekleşen bir söylemdir. Kamusal normların geçerliliği fiili müzakerenin ürünü olmalarına bağlıdır; dolayısıyla ancak vatandaşlar arasındaki fiili kamusal müzakereye dayanan bir siyasi düzen normlara geçerlilik verebilir. Bunun için de eşit katılıma ve özgür iletişime imkán verecek bir kamusal alanın oluşması şarttır. Bu şekilde geçerlilik kazanmış olmayan normlar herkesin onları benimseyip onlara göre hareket etmesinin gerekçesi olamazlar; onları dayatmak başkalarını kendi irademize tabi kılmaktan başka bir anlama gelmez.
Habermas'ın müzakereci demokrasi anlayışının altında şu üç temel fikir yatmaktadır: 1. Kolektif kararlar akıl yoluyla gerekçelendirilmiş bir müzakerenin ürünü olmalıdır. 2. Müzakere, herkesin kabul edebileceği gerekçeler/nedenler üretmesi anlamında, kamusal olmalıdır. Bir siyaset veya ilke ancak kamunun bütün üyeleri tarafından benimsenirse meşrulaştırılmış olur. 3. Kamusal meşrulaştırma gerçek, fiili bir müzakereye dayanmalıdır. Temel ideal, siyasi kurumların ve süreçlerin fiilen ortak bir kanaate/uzlaşmaya dayanmasıdır.
Müzakereci demokrasi anlayışının zayıf yanlarını da başka bir yazıda gözden geçirmeyi düşünüyorum.
Kaynak: Star