Yaz rehaveti iyiden iyiye çöktü, haziran ve temmuz boyunca gerilen sinirler ağustosta boşaldı, herkes tatile çıktı, siyaset gündemden düştü, yerini Ergenekon'a bıraktı...
Gerilmiş sinirlerin biraz tatil yapması fena bir şey değil elbette ama şunu unutmayın, Türkiye'de yaşıyoruz ve bizler için bu sükunet dönemleri birer kural değil istisna. Yani başka bir deyişle, gelecekteki 'kriz'e kadar sessiz bir dönemi yaşayacağız.
Kısa dönemde, en azından Mart 2009'da yapılacak yerel seçim için gerçekten seçim sathı mailine girilmeden büyük hareketler beklememek lazım.
Benim tahminim, hükümetin kapatma davası ve onun açtığı hasarı unutturmak, Türkiye'yi 'pozitif gündeme' yani iş odaklı bir gündeme sokmak için 1 Ekim'den itibaren açılacak Meclis'e yükleneceği.
Bu dönem, gündelik siyasi çekişmeleri çok saymazsak sakin geçecektir.
Hükümetin hedefi, sakin ortamı seçime kadar korumak, seçime 'kavgacı parti' veya 'sistemle kavgalı parti' görüntüsünden uzaklaşmış olarak girmek olacaktır.
Adalet ve Kalkınma Partisi, yerel seçimde yüzde 50 ve civarında oy bekliyor. Yani, oylarını genel seçime göre arttırmayı umuyorlar. Bu olursa, kapatma davasının bütün yaralarının kapanacağına, hatta halk eliyle seçim sandığında aklanacaklarına inanıyorlar. Çok yanlış bir düşünme biçimi değil.
Ancak şunu da unutmayın: Türkiye'yi Mart 2008'de bir siyasi-anayasal krize getiren temel yapı değişmedi. Yani yarın yeniden bu çeşit krizle karşılaşacağız.
Şimdi uzun uzun krizin temel nedenlerine girmeye gerek yok belki ama bir temel nedeni not etmemiz gerek: Modern demokrasinin temel unsuru olan Anayasal denge ve fren mekanizması bizde artık yok.
Bu denge ve fren mekanizması Anayasa tarafından tam öngörülemediği için de, bizde bazıları askerin denge ve fren görevi görmesini, bazıları siyasi meşruiyeti tartışmalı cumhurbaşkanlarının bu göreve soyunmasını, giderek yargı kurumlarının kendilerine hukuk ötesinde böylesi siyasi roller biçmeye başlamasını normal karşılama eğiliminde.
Oysa böyle şeyler hiç de normal değil. Normali, fren ve denge mekanizmasının demokratik olması, demokratik meşruiyete sahip olması.
Oysa bizde fren ve denge denince 'vesayet' sistemi öngörülmüş, askerin siyasete vasilik yapması düşünülmüş, bu amaçla çok yetkili bir Milli Güvenlik Kurulu ve onun sekreteryası oluşturulmuştu. Şimdi AB reformlarıyla o MGK ve sekreteryası güçsüzleşince vesayet sistemi aksama başladı. Silahlı kuvvetlerin doğrudan siyasete müdahalesi artık ciddi tepki görüyor, bu vesayet de işlemez oldu. Son çare yargı kurumlarının durumdan vazife çıkarması, hukukun ötesine geçip siyasi işlevler üstlenmeye başlamasıydı, ondan da hoşlanmadık.
Tamam da, fren ve denge mekanizması da hâlâ yok. Kimileri, AB'nin önerdiği kamu denetçiliği, yani ombudsmanlık kurumunu bu göreve uygun görüyor olabilir ama bir demokraside fren ve dengeyi demokratik kurumlar sağlar. Muhalefetin Meclis'te denetim yapamaması, muhalefetin güçsüzlüğü veya beceriksizliğinden çok iktidarın kontrol edilemezliği ile ilgili.
Bu denge ve fren mekanizması sistemimize girmedikçe, yani bir anlamda Türkiye gerçek bir demokrasiye doğru evrilmedikçe, biz şu geride bıraktığımız türden krizleri daha çok yaşarız.
Boşuna başımızı kuma gömmeyelim: Demokrasimizin onarılmaya ihtiyacı var, her türlü vesayetten kurtulmaya ihtiyacı var. Bunun yolu da, keşke AB'den geçseydi ama oradan geçmiyor. Bizim oturup kendi demokrasimizi kendimiz için onarmamızdan, hatta yeniden kurmamızdan başka çaremiz yok.
Kaynak: Radikal