Değerin araçsallaşması!

22 Temmuz 2007 seçim sürecinde akılda kalan şey nedir sorusuna verilebilecek tek cevap var! Mevcut bütün değerlerin içinin boşaltılarak seçim malzemesi haline getirilmesi ve oy avcılığında kullanılmasıdır.

Bu değerler; din, vatana ihanet, geçim kaygısı ve benzerleri…

İkinci akılda kalan şey ise; liderlerin birbirlerine yönelttikleri ithamlar ve çok ciddi bir seviye düşüklüğü olmalıdır. Tabiri caizse, ‘rakibi küçük düşürmenin bütün yolları mubah’ algısı korkunç derecede iş görmektedir. Yaşım gereği birçok seçimi yaşama ve izleme olanağı buldum. Ancak bu seçim kadar belden aşağı vurmayı görmemiştim… Özellikle Erbakan’ın ‘Bizans’ın çocukları’ benzetmesi ibretamizdi.

Bu seçimde dikkatlerden kaçmaması gereken temel şey ise; siyasetsiz siyasettir!

Rejim krizi temellendirmesi altında seçim sathi mailine girilirken bu krizin analizi yerine; belden aşağı vurmalar, tehditler, şantajlar ve yargılamalar vardı. Ve işin garibi bütün bu yargılamalar hukuki prosedür istediği halde, seçim atmosferinin meşruiyetinden istifade pek üzerinde durulmadı. Her zaman olduğu gibi Başbakanın bir iki olayı mahkemeye vermesi hariç!

İstismarın bu seçim üzerindeki hâkimiyeti ise bir başka konu! Cumhuriyet istismarı ana muhalefetin ekmeği iken, din, dindarlık ve Müslümanlık bütün partilerin bigâne kalmadığı bir alandır. Bunu bütün haşinliği ile kullanan ise Saadet Partisi oldu.

İşin garibi Müslümanların (veya İslamcıların mı demeliydim) ne düşündüğünü veya hangi duyguları taşıdığını siyasiler hesaba katmazken birileri onlar adına konuşma adına pek hevesliydi. Ancak Müslümanların kendi söylemleri ile sahneye çıkmalarının zorunluluğunu işaret etmesi açısından bu önemliydi…

Siyasetsiz siyasetin meşruluğunu sağlayan temel güvencenin bir değerin gerçek müntesipleri tarafından temsiliyetini engellemektir. Eğer siyasetsizliğin ortadan kaldırılması gerekiyorsa bu durumun tersine dönmesi ve ifade özgürlüğünün bütün boyutluluğu içinde yaşama kavuşturulması elzemdir.

Şu ana kadar buna yeltenen bir siyasi yelpaze ve parti bulunmamaktadır.

Türkiye de bütün felsefi düşünceler ve siyasi düşünceler bir şekilde meşruiyetlerini kendi özlerinden alma yerine sistemin kendilerine açtığı alanda kalarak sağlamaya çalışmaktadırlar… Bu durum felsefi ve siyasi düşüncelerin temel açmazı olduğu kadar Türkiye deki siyasi ve felsefi bakışın sığlığının da nedeni olmalıdır.

Bu seçim atmosferi de bize göstermektedir ki Türkiye’nin felsefi, düşünsel, sosyolojik ve siyasi kavramlarla arası bozuktur. Bir ülkede kavramlarla o ülkenin aydınları, gazetecileri, akademisyenleri kavgalıysa o ülkenin beka sorunu doğal karşılanmalıdır. O yüzden namuslu aydınların, gazetecilerin ve akademisyenlerin ilk sorumluluğu kavramları gerçek bağlamlarına irca etmeleridir.

Maalesef Türkiye siyasi manipülasyon aracı olarak kullanılan bütün kavramların içerikleri boşaltıldıkları gibi bağlamları da değişime uğramaktadır. Bunların yeniden yerlerine iade edilmeleri önem kazanmakta! Başka türlü siyasetsizliği engellemek zor olsa gerek!

Aslında bu durum bize Türkiye’deki siyasi çatışmanın bir iktidar çatışması olduğunu ilzam ederken kullanılan dilin – ki bu dil hangi dili içerirse içersin- iktidar kavgası dili olduğunu belirtir…

Bu bakışla meselelere baktığımız zaman, millet, halk veya nasıl isimlendirirseniz isimlendirin, vatandaşlar arasında bir çatışmanın, kavganın olmadığını; sadece iktidar nimetinden istifade etmek isteyen askeri, sivil bürokrasi ile siyasi ortakları ve siyasal karşıtları arasında gerçekleşmektedir.

Fakat her iki tarafta meşruiyetlerini izah babında bizi rejim ve millet tercihine zorlamaktadır. Militarizm ve demokrasi; yani esaret ve özgürlükler arasında bir tercihe zorlanmaktayız.

Ben bu kavganın dışında durmanın aklın, sağduyunun ve ahlakın safında durma olduğunu düşünüyorum. Üstümüze boca edilen enformasyonun aklımızı ve gönlümüzü karartmaktan başka bir işleve sahip olmadığını gözlemliyorum. Aldatılmayı gönüllü arzulamanın bir aşağılık kompleksi olduğunu düşünüyorum. Ve beni temsil edecek bir siyasi bakışın bulunmadığını üzülerek ifade etmek zorundayım.

Meydana gelen tartışmaları ve siyasi gelişmeleri doğru yorumlayabilmenin anahtarı örülmüş bu siyasi ağın dışına çıkmakla mümkün olduğunu söylemeliyim. Temel felsefi ve düşünsel sorular yönelterek tartışmanın taraflarını deşifre edebiliriz.

Lütfen düşünelim!

Bu seçim propagandası döneminde uçuk taahhütler dışında ciddiye alınacak bir teklif var mı? Özgürlükler ve sosyal paylaşım konusunda aklınızda ne kalmış? Çok çirkin bir siyasi yarış ve boy gösterisi dışında ne hatırlıyorsunuz? Bu seçim atmosferini olumluyor musunuz?

Gelin o zaman zoru başaralım…

Türkiye de tartışma konusu olan kavramların bir kez daha gözden geçirilmesini sağlayalım. Bir kavramın tarihsel, siyasi, sosyolojik ve psikolojik bağlamını hesaba katarak o kavramın hinterlandı üzerine tartışmalar gerçekleştirelim. Din, demokrasi, laiklik, siyaset, hukuk vb kavramlar olduğu gibi Müslüman, İslamcı, sağ ve sol kavramlarını da yeniden düşünelim…

Üstat Cemil Meriç’in ‘kamus namustur’ özdeyişi gibi kavramlarımızı namus belleyerek ciddiye alalım ve gerçek yerlerine taşıyalım.

Bir milleti piç (piç kavramı; kavramın yanlış kullanımının meşrulaşmasına işarettir) etmenin yolu kavramlarını piç etmekten geçmektedir. Kavramları piç edilmiş bir toplum kültürünü de piçleştirmiş olur.

Kültürü piçleşmiş bir toplumun siyaseti de piçleşmekten kurtulamaz…