Davutoğlu'nun toplantısı

Geçen cuma sabahı Dışişleri Bakanlığı'nın bilgilendirme toplantısında, başdanışman Ahmet Davutoğlu bize son gelişmeleri anlattı, soruları cevapladı, eleştirileri büyük bir samimiyetle dinledi. Doğruya doğru.

Benim anlattıklarına tek itirazım, 'Türkiye'nin dış politikasında hiç mi sorulu alan yoktur, her şey bu kadar mükemmel olabilir mi?' olacaktı. Ama, oraya gelemedik. Diğer taraftan, doğrusu hiçbir ülkenin dışişleri sözcüsü, bakanı, yetkilisi kendi politikasına toz kondurmuyor, böyle olması biraz da doğal diye düşünmekten kendimi alamadım. Özellikle, İngiliz Dışişleri Bakanı Miliband'ın İngiltere'nin son derece çelişik ve özellikle Irak konusunda sorunlu dış politikasını ballandıra ballandıra savunduğu röportajlarını okuya okuya bu noktaya geldiğimi söyleyebilirim.

Bu arada, Türkiye'nin dış politikası konusunda eleştiri ve kuşkular aslında iç politika sıkıntıları olduğunu hatırlamakta fayda var. Şöyle ki, hükümetin Ortadoğu ile sıkı fıkılığı, Hamas gibi İslamcı örgütlerle arabulucluk girişimleriyle, AKP'nin İslamcı geçmişi arasında doğrudan bağ kurulup, kuşku duyuluyor. 'Batı'dan uzaklaşıyor muyuz?', 'Hamas'ın sözcülüğü mü yapılıyor? gibi sorular zihinleri meşgul ediyor. Davutoğlu, bu kuşkuyu gidermek üzere, bu konuya özellikle değindi, dış politika tercihlerinin daha geniş bir çerçevede görülmesi gerektiğine işaret etti.

Ben bu kuşkuların büyük ölçüde yersiz olduğunu düşünenlerdenim. Bu kuşkudan yola çıkanlar, Batı dünyasının, Türkiye'nin dış politika çizgisinden son derece memnun olduğu gerçeğini gözden kaçırıyorlar. Avrupa Birliği zaten başından beri, 'yumuşak güç' (soft power) politikalarını tercih ediyordu. Irak başarısızlığı ortaya çıktıktan sonra, daha Bush iktidarı sona ermeden ABD dış politikası da bu çizgiye yaklaştı. Obama iktidarı bu gelişmenin bir sonucu.

Zamanında, Suriye ile yakın ilişkileri eleştirenler, Batı dünyasının ve hatta ABD'nin, Suriye konusunda U dönüşünden sonra seslerini kıstılar. Obama, kampanyası boyunca, İran ile diplomatik ilişkiden bahsetti. Hamas ile doğrudan görüşmeyi söz konusu etmeyenler bile, dolaylı görüşmek zaruretini teslim ediyor, bu yönde çözümler peşinde konuşuyorlar.

Bu tablo içinde, Türkiye'nin soyunduğu aracılık rolü biraz fazla iddialı olsa da, Batı dünyasının genel çizgisinden kopuk veya uzak değil. Tüm bunlar, Türkiye'nin dış politika çizgisinin önü alabildiğine açık ve sorunsuz demek değil, ama bu durum tüm bölge ve dünya aktörleri için böyle.

Bu noktada tek sorunlu konu, Batı dünyasının, dış politika alanında işbirliğinden son derece memnun olduğu AKP iktidarının iç politikada sorunlu olduğu konuları görmezden gelme eğiliminde olması.

Türkiye'de muhafazakârlığı ve İslamcı geçmişiyle kuşku uyandıran bir iktidar, bölge açısından fazladan kredisi olan bir aktör oluyor. Hatta, bu sayede, Arap kamuoyu üzerindeki İran etkisinin önü kesilmiş oluyor. Dahası, bölge ülkelerindeki İslamcılık karşıtları bile, İran ve radikal İslamcılıktansa Türkiye'nin ön almasını olumlu karşılıyorlar. Bu durumda, bu iktidarın Türkiye'yi daha muhafazakâr bir ülke yapıp yapmayacağı bizim dışımızda kimsenin sorunu değil.

Türkiye'nin Batıcı laikleri, Batı'nın pragmatik yüzünü görmek, kabullenmek istemiyor, ama bu böyle. Kendi çıkarları uğruna Suudi Arabistan ile başından beri sıkı ittifak içinde olanlar, Türkiye'nin muhafazakâr iktidarından neden rahatsız olsunlar? Batı'yı medeniyet Kâbe'si gibi görür, tüm sorunlarınızı Batılılaşma ile çözmeye çalışırsanız, sonunda şaşırıp kalırsınız. Bu iktidarla sorunu olanlar, hâlâ bu sorunu, 'Batı'dan uzaklaşıyor muyuz?' formatında dile getirmeye devam ettikleri sürece, son durumu kavramakta daha çok zorlanırlar.

Bu sorunun dışında, AKP iktidarının dış politikasını İslamcılık'la açıklamak, dünya dengelerini de, bölge dengelerini de bilip anlamamaktan kaynaklanıyor. Bölgede, İslamcı ülke ve örgütler ve bunun karşısında bir cephe yok.

İslamcılık'la en uzak noktada olan Suriye ile Hamas aynı cephede, buna karşın Suudi Arabistan gibi bir din devleti ile Batı yanlısı rejimler 'ılımlı cephe' adı altında aynı hizada. Tüm bunları dikkate almayan bir dış politika analizi, iç politika sorunlarının dışa vurmasından öte anlam taşımıyor.

Kaynak: Radikal