Dava komik, 'Ergenekon' gerçek

 

Cinayet ve hükümeti devirme iddialarını içeren Ergenekon davası kötü başladı ve bunu hicvetmek cazibeli. Ama dökülen kan ve demokrasiye karşı tehdit gerçek. Derin devlet halkın gözünde kabul edilemez kılınırsa, Türkiye 'Birinci Dünya' üyesi olmaya doğru muazzam bir adım atmış olacak

Geçen hafta İstanbul'un hemen dışında Ergenekon davası başladı. Ad, orduyla bağları olan, mevcut hükümeti ve onaylamadığı bütün hükümetleri devirmeye kararlı olduğu söylenen gizli bir gruba atıfta bulunuyor. Garip bir şekilde mahkeme salonu 83 zanlıyla avukatlarının tamamının sığamayacağı kadar küçüktü. Buna aile üyeleriyle gazetecileri de ekleyin ve sonuç kaos oldu. Merkezinde cinayet ve hükümeti devirme iddialarının yer aldığı 2 bin 455 sayfalık hacimli bir iddianameye dayanan dava için kötü bir başlangıçtı. Manzarada uçakta geçen bir gerilim filminin unsurları var ve insan bunu bir hiciv
olarak yazmanın cazibesine kapılıyor.
Ancak dökülen kan gerçek. Keza demokrasiye yönelik tehdit de.

Şemdinli için acele eden yok
Mayıs 2006'da Alparslan Arslan adlı bir avukat kıdemli bir Türk yargıcını
öldürdü, bazı meslektaşlarını da yaraladı. Arslan'ın ateş açarken, "Ben Allah'ın
askeriyim" diye bağırdığı söylendi. Arslan eylemi mahkemenin okula girerken yasa gereği başörtüsünü çıkaran, ancak sonrasında çalışırken tekrar giyen bir ilkokul öğretmeninin görevden alınmasını onaylamasını protesto etmek için düzenlediğini anlattı. Eylem Türkiye'nin AKP öncülüğündeki hükümetine (ki hükümet kararı eleştirmişti) yönelen anti-İslamcı protestolara yol açtı. Laik protestocular AKP'yi 'İslamcı' şiddeti kışkırtmakla
suçladı. Arslan ayrıca katı laik bir gazete olan Cumhuriyet'in binasına el bombası attığını da kabul etti. Hakkında cinayet suçlamasıyla dava açıldı.
Ancak Türk polisi Temmuz 2007'de İstanbul'un yoksul bir gecekondu mahallesinde el bombaları buldu. Seri numaraları Cumhuriyet'e atılan bombayla tutuyordu. 'Sahipleri'yse İslamcı değil, Ergenekon buzdağının ucu oldukları anlaşılan emekli ordu mensuplarıydı - Türklerin 'derin devlet' dediği ve ordu merkezli, fakat siyaset, polis, yargı ve
bürokrasiye de uzanan şaibeli yapının ifşa olduğu örneklerden biriydi bu. Savcılar şimdi Arslan'ın İslamcı olmadığını, Ergenekon maşası olarak hareket
ettiğini ve AKP hükümetini istikrarsızlaştırıp orduyu darbe yapmaya ikna etmek için kaos yaratma planının parçası olduğunu iddia ediyor.
Bazı generallerin ikna edilmeye o kadar da fazla ihtiyacı yoktu. Mart 2007'de Nokta dergisi Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Özden Örnek'in günlüklerinden parçalar yayımladı. Günlüklerde üst düzey komutanlar arasında 2003 ve 2004 yıllarında dolaşıma sokulan ayrıntılı darbe planları anlatılıyordu. Anlaşıldığı kadarıyla yeterli destek toplayamamış ve harekete geçememişlerdi. Türkiye'de adet olduğu üzere Nokta hakkında derhal iftira davası açıldı ve dergi öldü. Sonradan dergiye elektronik yoldan sızdırılan bilginin aslında bir donanma mensubundan geldiği ortaya çıktı ve iftira davası düştü, ancak günlüğün gerçek olduğuna dair sarih bir hüküm verilmedi. Ne var ki yorumcuların çoğu gerçek olduğunu artık kabul ediyor. Günlüğün anlattıkları arasında dönemin Jandarma Komutanı General Şener Eruygur'un darbe planı öne çıkıyordu. Emekli olan Eruygur Ergenekon davası çerçevesinde, bir başka dört yıldızlı general olan Hurşit Tolon'la birlikte bu temmuz ayında tutuklandı.
Bu, Ergenekon'u çevreleyen iyi hazırlanmış iddiaların sadece bir
örneği. Mahkemede varılan nihai karar ne olursa olsun, Türklerin büyük kısmı ateş olmayan yerden duman çıkmayacağını düşünecektir. Derin devletle ilgili olarak teyit edilen vakalar nadir, fakat var. Böyle bir olay Kasım 2005'te Şemdinli'de gerçekleşti. Bir PKK sempatizanının dükkânında bir bomba patladı ve bir kişi öldü. Bölgede başka bombalar da patlamıştı, fakat bu farklıydı: Bombacılar karanlığa karışıp kaybolmadı. Çevredeki kalabalık saldırganları takip edip yakaladı. Onları gözaltına alan polis, Jandarma mensupları
olduklarını tespit etti. Serbest bırakıldılar, tekrar tutuklandılar, suçlandılar, yargılandılar ve uzun hapis cezalarına çarptırıldılar. İlk savcı onların arkasında kimlerin olduğunu sorguladı, fakat apar topar görevden alındı ve yerine gelen savcı bu soruların peşinden gitmedi. Geçenlerde de bir üst mahkeme davanın askeri mahkemelerin görev alanına alınmasına karşı yapılan itirazları geri çevirdi. Yeniden yargılama süreci devam ediyor ve
kimsenin bir acelesi veya kararlılığı yok.
Bugün Ergenekon davası bir siyasi futbol maçına benziyor. Muhalefetteki CHP davanın, hükümetin kamuoyunun dikkatini dağıtma çabası olduğunu savunuyor. Hükümetin savcıları kontrol etmediği göz önüne alındığında bu saçma bir itham. Kontrol etseydi, üst düzey bir
savcının bu yaz iktidar partisini kapatma girişiminde bulunması (ve kıl payı
başaramaması) pek mümkün olmazdı. Gazeteler de siyasi tercihlerine bağlı
olarak taraf tutuyor. Bu arada ayaklanmalar Türkiye'nin Kürt bölgelerini sarsıyor, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın hapishanede dövüldüğüne dair söylentiler gösterileri daha da ateşliyor. Bazıları bunun dikkatleri Ergenekon'dan başka yöne
çevirmek için yapılan bir komplo olduğunu söylüyor. Bazıları buna itiraz ediyor. Ne düşünülmesi gerektiğini kestirmek zor, zira Ergenekon'un etkisi sert zemini tümüyle bataklığa çeviriyor -elbette bu da örgütün hedeflerinden biriydi.

Ordunun bölündüğü açık
Savcıların temel dayanağı, eğer kanıtlayabilirlerse, daha önce tanık olunan
bütün iddialardan farklılık arz ediyor:
Derin devletin sadece 'kötü' insanları öldürmediğini, 'iyi', saygın laiklerin de 'tehlikeli İslamcılara' siyasi olarak zarar vermek için öldürüldüğünü öne sürüyorlar. Adaleti kendi başlarına sağlamaya girişenleri bugüne kadar hoş görüp koruyanlar için bu pekâlâ çok ileriye giden bir adım olabilir. Ordunun profesyonel, Batılı standartları isteyen modernleşmecilerle siyasete müdahale etmeyi sürdürmek isteyenler arasında bölündüğü açık; görünen o ki bunlardan bazıları ellerindeki büyük kiri temizlemeye hiç niyetli değil. Polis ve yargı içinde de, aslında bütün Türk toplumunda da benzer bir bölünme olduğu kesin gibi.
İstanbul'daki savcılarla bu devasa iddianameleri konusunda -ki tümü doğru olamayacak kadar kapsamlı bir iddianame bu- alay etmek kolay olacaktır. Daha dar bir odaklanma ve daha yönetilebilir bir dava, amaçlarına daha iyi hizmet ederdi. Bununla birlikte savcılar, Türklerin çoğunluğunun derin devlete olanak tanımanın kabul edilemez olduğunu düşünmesini sağlayabilirlerse, Türkiye 'Birinci Dünya'nın mensubu olmak yönünde muazzam bir adım atmış olacak. Ve bu savcıların söz konusu adımın atılması için itibarlarını ve belki de hayatlarını riske ettiğini hatırlamakta fayda var.

 

Kaynak: Radikal