Önce günlerdir yazdığım temel tespitimi yineleyeyim: Türkiye'de demokrasi, cuma gecesi Genelkurmay'ın web sitesinde yayımladığı bildiriyle kalıcı ve ciddi bir hasar görmüştür.
Burada 'hasar'dan kasıt, darbe ihtimalinin elle tutulur hale gelmesidir.
Bu durumun elbette onaylanır, kabul edilebilir bir yanı yoktur ama 'Kınıyorum, karşıyım' demek bu aşamada gerekli olmakla birlikte çok büyük anlam ifade etmez. Bu aşamada, kendisine 'demokrat' sıfatını layık gören, askeri darbenin her türlüsüne karşı olan insanların öncelikli görevi, bu hasarı onarmak, yani darbe olmasını önlemek için ortak bir akıl bulmaya çalışmak olmalıdır.
Birkaç gündür bunu yapmaya çalışıyorum ve belki dikkatinizi çekmiştir, içinde bulunulan krizli duruma suçlu aramaya, geçmişe dönüp keşke şu şöyle yapılsaydı, böyle yapılsaydı demeye hiç kalkışmıyorum. Çünkü bence cuma gece yarısından itibaren dünün önemi kalmadı, yarına bakmak gerek.
Hemen söyleyeyim, bana göre parlamentodaki siyasi muhalefet ki buna ANAP ve DYP de dahil, darbeye karşı dik bir duruş sergileyemedi, darbe ihtimalini bertaraf etmek için demokrasi yanlısı bir duruş sergileyemedi. CHP'nin durumu ve duruşu vahimin de ötesinde. Darbe ihtimalinden, asker bildirisinden siyasi çıkar sağlamaya çalışıyorlar.
Sanki darbe olursa sadece hükümete karşı olacak, muhalefeti de içeren siyasi sistem bundan yara almayacak. Oysa alacak. Erkan Mumcu 28 Şubat'ı içeriden yaşadı, aynen Mehmet Ağar gibi. Deniz Baykal, partisinin 28 Şubat'tan sonra barajın altında kaldığını unutmuş gözüküyor.
Şu ana kadar darbe ihtimalini görüp buna karşı kuyruğu dik tutma çabasını sadece hükümet cephesinde gördük, o da sadece cumartesi günü. Daha o günün akşamında hükümet ve AKP yelkenleri suya indirme eğilimine girdi. Geçen gün bunu da yazmaya çalıştım.
Ortada darbe gibi bir ihtimal olunca, bütün siyasi parametrelerin bozulduğunu, bütün dengelerin yeniden kurulmak üzere rafa kaldırıldığını unutmamak gerek. Bize ilk gereken, bu gerçekle yüzleşmek, onu kabul etmek. Ancak ondan sonra hal çareleri arayabiliriz. Eğer hükümet de gerçeklerden uzaklaşıyorsa veya ortadaki darbe laflarından siyasi çıkar elde etmek için farklı arayışlara girmeye başlıyorsa, vay halimize.
Ben, samimiyetle darbeden çıkış yollarını aramaya devam ediyorum. Bana göre, ilk ve en kısa yol seçime gitmektir. Abdullah Gül'ü Cumhurbaşkanı seçerek veya seçmeyerek fark etmez. Ama bence gerek Gül ve gerekse Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile partisi, Gül'ün bu yolla Cumhurbaşkanı seçilmemesi ihtimalini ciddiye alıp düşünmeli.
Bunun bir 'yenilgi' duygusu yaratacağının farkındayım ve böylesi bir hamleyi seçmene izah etmenin kolay olmayacağını da düşünüyorum ama Cumhurbaşkanını halkın seçeceği ve Abdullah Gül'ün adaylığının şimdiden belli olduğu bir alternatif bana göre sağlıklı bir alternatiftir. Türkiye hem Cumhurbaşkanı seçimini hem de parlamento seçimini aynı gün yapabilir, buna hiçbir engel yok.
Bu yazı Anayasa Mahkemesi'nin karar için toplantı halinde olduğu saatlerde yazılıyor. Belki de Gül'ün adaylıktan çekilmesi, parlamentonun Cumhurbaşkanı seçim sürecini durdurup acilen Anayasa değişiklikleri ve seçim kanunu değişikliklerini ele alması daha sağlıklı olacak. Evet 16 Mayıs'a, yani parlamentonun fesholup 'derhal' seçime gitmesine çok az zaman kaldı ama bu zaman iyi değerlendirilirse zaten artık yaz aylarında olacağı anlaşılan erken seçime değişiklikler yetişebilir.
Kaynak: Radikal