50 yıl önce, 27 Mayıs günü radyoda konuşan davudi sesle uyandık. Albay Alpaslan Türkeş, ordunun yönetime el koyduğunu ilan ediyordu. Bu bir ihtilal miydi? Devrim miydi?
Yoksa o dönemde örneklerine özellikle üçüncü dünya ülkelerinde bol rastlanan bir askeri darbe miydi?
27 Mayıs’ın bir darbe olduğuna kuşku yok. Seçimle gelmiş, meşru bir hükümeti deviren bu askeri cunta, DP hükümetinden memnun olmayan bir çevrenin desteğiyle, kendine demokratik meşruiyet kılıfı oluşturdu. Demokrasi tarihimizin utanç belgeleri olan metinleri, önerileri o dönemin ünlü hukukçuları imzaladılar. Darbeye meşruiyet kazandırdılar.
Yassıada duruşmaları tam bir hukuk katliamı idi. Bugün hâlâ Türkiye’de sosyal demokrat veya solcu geçinen geniş bir kesim, “27 Mayıs darbesi pek doğru değildi ama bunda DP’nin sorumluluğu çok büyüktü” demeye davam ediyor. Hemen ardından 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik kazanımları sayarak, 27 Mayıs askeri darbesini sonuçları itibarıyla meşrulaştırmaya özen gösteriyor.
27 Mayıs darbesi, büyük ölçüde CHP’nin 1950’lerin ikinci yarısında önerdiği kurumsal değişiklikleri hayata geçirdi. Bir yandan demokratikleşme açısından önemli kapıların açılmasını sağladı. Diğer yandan bürokratik-askeri vesayet rejimini kurumlaştırdı. TSK’yı merkezi siyasal güç ve özerk bir sosyal zümreye dönüştürdü.
Bir askeri darbe ile başlayan demokratik açılım, darbeci iradenin bahşettiği bir imkândı. Demokratik kazanımlar bahşedildikleri gibi, kısa zamanda parça parça geri alındı. ‘Bu toplum için lüks’ oldukları ilan edildi. Çocuğa oyuncak hediye edip, sonra yaramazlık yaptığı için oyuncağı elinden alan bu kişiler kimlerdi? 1960 darbesinin beyin takımını oluşturan siviller ve darbe sonrası orduda yapılan büyük temizlik
sayesinde önü açılan generaller.
‘İlerici, vatansever, bağımsızlıkçı, planlı kalkınmacı, sosyal adaletçi’ darbe, yeni darbelerin kendinden menkul meşruiyetinin kapısını açtı. Ama aynı zamanda Pandora’nın kutusunu da açmak zorunda kaldı ve toplumda güçlü bir demokrasi rüzgârı esti. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri esas olarak bu rüzgârı boğmak için, kutunun kapağını kapatmak için yapıldılar.
***
Bugün CHP’de yaşanan önemli yönetim değişimi, bir komplo sonrası değişikliğinin tüm özelliklerini içinde barındırıyor. Deniz Baykal’ın düşüşü bir tür diktatör düşüşü. Bir gün önce Baykal diye kendini yere atarak parçalayanların, ‘Kemal başkan’ diye bir gün sonra sevinç gözyaşları döktükleri bir değişim bu. Kısmen bastırılmış arzuların, beklentilerin açığa çıktığı, kısmen yeni lidere biat etmek için kuyruğa girildiği bir geçiş dönemi.
Demokrasinin işlemediği yerde, değişim ani ölüm vb... doğal yollardan gerçekleşmezse, tam böyle gerçekleşir. Herkes düşene ihanet eder. Düşmenin yarattığı boşluğu bir anda her cenahtan insan doldurur. Baykal mağdurları da, Baykal destekçileri de. Faşizan bir ulusalcılığın sınırlarında dolaşanlar da, düne kadar darbe olsun AKP gitsin diye dört gözle bekleyenler de. Arkaik bir sosyal demokratlığın parlak temsilcileri de bu boşluğun cazibesine kapılır, düne kadar sağ partilerde ikbal arayanlar da. İktidar olmayı sosyalist olmaya üstün görenler de. Büyük bir tıkaça dönüşmüş önderin bu kadar kolay devrilmesinin şaşkınlığının CHP içinde ve cazibe alanında yaşandığı bir ara dönem başladı. Genel seçim artık kapıda olduğu için, bu ara dönemin seçimlere kadar sürme ihtimali güçlüdür.
Bugün CHP’nin yeni genel başkanının yarattığı cazibe etkisi, patlama sonrası ortaya çıkan boşluğun çekim gücünü andırıyor. Bu çekim gücünün kısa vadede siyasal yaşamı normalleştirme işlevi olacaktır. Bunun ilk işareti gelmekte gecikmedi. AKP’yi darbe ile devirmekten başka çare düşünemeyen, rejimin tehlikede, şeriatın kapıda olduğuna inanan ve inanmamızı isteyen geniş bir çevre, darbe CHP’de başarıyla uygulanınca, düne kadar yitirdiği umudunu gelecek seçimlere bağladı. Bu da demokrasi
açısından önemli bir gelişmedir.
Demokrasi açısından ikinci önemli gelişme, seçimlere kadar Kemal Kılıçdaroğlu tökezlemezse, AKP’nin de kendini daha güçlü bir demokratik rekabet baskısı altında hissetmesine yol açması olacaktır.
Bu gelişmelerden CHP’de parti içi demokrasi çıkar mı? 27 Mayıs’ın sonrasında yaşananlardan biliyoruz ki, değişimin gerçekleşme biçimi, dile getirilen niyet ne olursa olsun, onun geleceğini büyük ölçüde belirler. Bu nedenle CHP’de şimdilik genel başkan ve kısmen parti yönetiminin değiştiğini söylemekle yetinmeliyiz.
Kaynak: Radikal