Türkiye’de olup biten dünyaya nasıl yansıyor sorusuna cevap vermek kolay değil. Ancak ülkemizdeki çatışmanın dünyadaki önemli merkezlerde bir karşılığı olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.
Bizde yaşananları dünyaya aktaran farklı kanallar var. Kimi olabildiğince tarafsız davranmaya çalışırken, kimi de doğrudan ‘taraf’ olmayı tercih ediyor.
Soner Çağaptay’ın bu tür isimler arasında herhalde ‘özel’ bir yeri var. Türkiye’deki son gelişmeleri değerlendirdiği yazısı ‘Türkiye’deki Darbe Tutuklamalarının Arkasında Yatan Gerçekte Nedir?’ sorusuyla başlıyor ve cevabını şöyle veriyor:
‘Tüm belirtiler Fethullah Gülen’e işaret ediyor ki, onun kurup yönettiği karanlık İslamcı hareket kollarına hızla Türkiye siyasi hayatının tüm boyutlarına uzatmaktadır.’ (Foreign Policy, 25 Şubat 2010)
***
Çağaptay’ın bugüne kadar yaptığı değerlendirmelerin seviyesi, bu yazıdaki tezlerini muhatap almayı hayli güçleştiriyor. Biraz da anlaşlması güç, adeta çift kişilikli bir tarzı var. Bir yanda etnik ve ideolojik temelli eleştirileriyle Kemalizme ve rejime getirdiği sert eleştiriler. Diğer
yandan yerden yere vurduğu rejimin bayraktarlığına soyunan tezler.
Başbakan’ın Aralık ayında gerçekleştirdiği ABD ziyareti öncesinde Çağaptay yine devreye girmiş ve Türkiye’nin bölgesindeki yükselişini bir çöküş olarak göstermeye çabalamıştı.
Washington Enstitüsü (WINEP) adına çalışmalar yapan Çağaptay ya da onun arkasındaki güç, şimdi de Türkiye’de olup biteni belli bir grubun üzerinden okuyarak uluslararası zeminde farklı algılar oluşturmaya çalışıyor.
***
Türkiye’nin geçirdiği değişim sürecinde Gülen Hareketi’nin önemli rol oynadığı açık. Ancak bu süreci güncel olaylara bakıp anlamaya çalışmak bizi ciddi yanılgılara sü
rükleyebilir.
Öncelikle bu hareketin tarihini, ayrıca tarihteki hangi akımlardan etkilendiğini ya da devamı olduğunu tartışmak gerekiyor. İşe Bediüzzaman Said Nursi’nin 1922 yılının sonlarında Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrılmasıyla başlayabiliriz.
Bu çağrı ve Üstad’ın Ankara’da gördüğü iltifat, kuşkusuz Mustafa Kemal’in kurmaya çalıştığı dengelerin bir parçasıydı. Öte yandan Said Nursi’nin Meclis’te milletvekillerine hitaben yaptığı konuşma da, bu süreci kendi bulunduğu yerden desteklediğinin ifadesiydi.
Daha sonra yolların nasıl ayrıldığı ve Üstad’ın çizgisi ayrı bir bahis.. Ancak kendisinin Meşrutiyet taraftarlığını, ‘istibdat
aleyhtarı’ tutumunu, 31 Mart’la ilgili yargılanmasını, İttihat Terakki ile yolunun kesişmesini, Teşkilatı Mahsusa’da bulunmasını, sonrasında Milli Mücadele’ye verdiği desteği bir bütün olarak görmek gerekiyor.
Tekrar Gülen hareketine dönersek. Malum, Hocaefendi uzun yıllardır Amerika’da. Her geçen gün biraz daha fazla hareketinden söz ediliyor. Hareketin Türkiye siyasetinde özellikle AK Parti iktidarları döneminde hatırı sayılır bir etkinliğe kavuştuğu da ortada.
Ancak tüm bunları doğru anlamak ve nereye gittiğini konuşabilmek için Çağaptay gibi kılavuzlara ihtiyaç yok. Son yüzyılın tarihini biraz daha yakından okumak, kimin nereye gittiğini ve kimin de nereye gidemeyeceğini bize gösterebilir.
Şimdi söyleyeceğime pekçok itiraz gelecektir. Peşinen hepsini dinlemeye ve tartışmaya hazırım. Üstad’la Fethullah Gülen’in hayatlarını karşılaştırmalı olarak okumak kesinlikle çok aydınlatıcı olacaktır. İkisini bambaşka görenler kadar, şaşırtıcı benzerlikler bulanlar da olacaktır.
Hem Üstad’ın, hem de Gülen’in çok renkli, bir o kadar da siyasetle dolu hayatlarını okumadan olup biteni anlamak kolay değil.
Kaynak: Star