Dar sokaklara açılan evlerin sürprizleri


            Arkadaşım (daha doğrusu kızımın arkadaşı) Mahnaz Muhammedi telefon etti. Başrolünde oynadığı filmin Tahran sahnelerinin çekimi bitmek üzere; izlemek istiyor muyum? Film, şehrin merkezinde, eski, dar sokakları ve havuzlu geniş avlularıyla ünlü evlerin bulunduğu Pamenar caddesi üzerindeki bir mahallede çekiliyor. Hava birden soğudu. Dağlara kar yağdı.   Pamenar Caddesi de az buz uzak değil. Fakat filmin Tahran'daki son çekim sahneleri yapılıyor, sonra Kaşan'a gidecekler. Kızım Meryem'le yollara düştük

            Filmin platosu olarak kullanılan eve gitmek için uzun bir taksi yolculuğunun ardından sayısız dar sokağı aşmamız gerekti. Diğer evler gibi, dışarıdan kendini belli etmeyen  bir görkemi var, eski Tahran evinin. Önce havuzlu bir bahçe, ardından ayvanlarla çevrili konak ve onu izleyen bir diğer havuzlu bahçe; yine ayvanlarla çevrili ikinci bir konak. Bu konaklar meğerse  Nasreddin Şah'ın bilge veziri  Emir Kebir'i öldüren şahsa aitmiş. Binaları dolaşırken bütün güzellikler derin kan lekelerini gizliyormuş gibi bir duyguya kapılıyorum.

            Çekimler eve yakın bir sokakta sürüyor. Kostüm yöneticisi hanımla oraya gidiyoruz. Bir ara verilmiş, ekip yemek için portatif bir masa başına toplanmış.  "Aşinadan Daha Yakın" isimli filmin senaryosu, aynı zamanda yönetmeni ve yapımcısı da olan, Fransa'da yaşayan İranlı bir yönetmen, Mehdi Caferi. Batı ülkelerinde yaşayan pek çok yönetmen gibi Caferi de bu filmle, modern bir bilince sahip, bir ayağı Batı ülkelerinden birinde olan kahramanın geleneksel bir dünyaya ait sayılan çevresiyle düştüğü çatışmaları nostaljik, şiirsel bir dille anlatıyor. Filmi klişelere düşmekten kurtaracak ve benzeri sayısız filmin arasından çekerek sıra dışına çıkartacak özellikleri var olmalı, Caferi bunun ayırtında. Epeyce yorgun görünüyor. Elindeki bütün parayı harcamış film için ve daha Kaşan sahnelerini çekmeden borçlanmaya başlamış.

            Sonuçta mevsim kışa döndü, günler kısa, ışıktan kazanmak için harekete geçmek gerek. Caferi'yle yardımcıları İranlılarda alıştığım rahatlıkla çaylarını yudumluyorlar. Film oyuncularının girip çıktığı taç kapının sızan avlunun ışığı hiç azalmazmış gibi...

            Madem ki çay molası uzayacak, ben de oyunculukla başı hoş olmasa da, "İrani" tipi nedeniyle filme uygunluğu konusunda ısrar eden Caferi'yi kırmayarak başrolde oynamayı kabul eden  Mahnaz'a birkaç soru soruyorum. Basında yer alan haberlere bakılırsa, sinemacılar geçen seçimlerden bu yana çalışmalarını azaltmış görünüyorlar. Bu konuda o ne düşünüyor? Biraz öyle oldu, diyor. Son örnek, sansür ve müdahaleler nedeniyle Rahşan Beni İtimat'ın birkaç yıl film yapmama kararı alması. 

            Sansürün yol açtığı baskılara karşısında kimi yönetmenler çalışmalarına ara verseler de, sinemada faal bir hava hakim, değil mi… Bu doğru, diyor Mahnaz. Ülkesinin gerek sosyal ve kültürel, gerekse siyasal dinamiklerin karmaşık doğası bunu mümkün kılıyor. Sansürün öte yanında devrimci bir üslubun üretimiyle etkileşim içinde bir teşvik alanı mevcudiyetini koruyor. Mahnaz'ın da içinde bulunduğu genç kuşak kadın belgeselciler buluşçuluklarıyla, üsluplarıyla dikkat çekiyorlar. Farahnaz Şerif, Roksana Kaymakami, Mona Zendi, Ayda Penahende, Atıfe Hadidi Rıza bu yönetmenlere birkaç örnek.

            Mahnaz'ın Tahran-İstanbul arasında sefer yapan trende çekilmiş "Göç Masalı" adını taşıyan bir belgeseli var ki, gerçekten bir masal tadında.

            Sansürle gelen kısıtlamaların sinema alanındaki en olumsuz sonucu, suya sabuna dokunmayan filmlerin çoğalması. Siyasal bağlama çekilecek bir eleştiri bulunmasın filmde, nasıl olursa olsun… Devrimin başlarında yeni sinemayı geliştirmek üzere tesis edilen Farabi kurumunun yöneticilerinin siyasal otoriterden bağımsız olması ve propaganda aracı olarak kullanılmaması yönünde tavsiyelerde bulunduğu sinemada böyle bir mantık gelişiyor. Lümpen, bayağı bir zevki yaygınlaştıran bir mantık bu.

            Mahnaz'ın "İrani" tipinden söz ettim ya... Annesi Azeri, babası Kürt. Kendisi Tahran'da doğmuş ve kendini "İranlı" olarak tanımlıyor. Bu tür tanıtımlar İran içinde sentez olarak adlandırılamayacak ölçüde tabii, oturmuş.

            Sohbetimiz yeni çekimler için kesiliyor. Kapısı Danespor sokağına açılan  bir büyük evin atıl kalan kenarındaki seyirci topluluğuna katılıyorum. Mahnaz, taç kapısından geniş avlusunun zengin bir açı sunacak şekilde göründüğü evden siyah bir araba içinde ayrılıyor. Arabanın biraz önünde ise kayınpederinin tabutunu taşıyan cenaze arabası var. Konvoy mezarlığa gidiyor. Siyah çarşaflı kadınlar cenaze konvoyunu uğurluyorlar. Ailenin birkaç yıl önce yitirdiği sevgili oğlunun eşi olan Mahnaz, hayat tarzları uymadığı için kendisine mesafe konulduğunu hissettiği eve, cenaze nedeniyle gelmiş; yanında küçük kızı Sara. Geniş ailenin kadınları, sanatçı mizaçlı gelinden hoşlanmıyor, bunu sözleri ve davranışlarıyla belli ediyorlar. Oyuncuların önemli bir kısmı amatör. Biri yönetmenin dayısı, diğeri kameramanın eşi…

            Araba defalarca salavat çekilerek uğurlanıyor kapıdan. Elindeki tepsinin üzerinde bir porselen kâseyle Kur'an bulunan siyan çarşaflı kadın, defalarca kâsedeki suyu arabanın arkasından döküyor. Kameralar stop ettiğinde asistan gençlerden biri boşalan kâseyi duvarın kenarındaki plastik bidondaki suyla dolduruyor. Aslında Caferi'nin dayısı olan ev sahibi beyle eşi, kim bilir kaçıncı kez dönüyorlar eve doğru, cenaze alayını yolculadıktan  sonra. Dayı bu dönüş sırasında her seferinde şu cümleyi söylüyor: "Yine iyi kız gelinimiz, bizi ihmal etmiyor." Yanında yürüyen karısı da hep aynı cevabı veriyor: "Sara olmasaydı, semtimize uğramazdı, emin ol!"