Ergenekon operasyonuyla basına yansıyan dinleme raporlarından, Ergenekon çetesinin üzerindeki baskıyı azaltmak için AK Parti'nin kapatılması yönünde lobi faaliyetleri yürüttüğü anlaşılıyor.
- Bugün AK Parti'ye yönelik kapatma davasıyla Ergenekon operasyonu ve soruşturması arasında kurulan ilişki, Fazilet Partisi kapatma davasıyla Hizbullah operasyonu ve soruşturması arasında kurulan ilişkiyi hatırlatıyor. Bu bakımdan bu dönemde olup bitenleri yeniden düşünmek bugünü anlamak için elzemdir.
- Bakalım aradan geçen yıllar ve bu yıllarda yaşananlar, Türkiye'deki siyasî sistemi değiştirdi mi? Bu sorunun cevabını kapatma davasının ve Ergenekon soruşturmasının sonucu tayin edecek. Ancak dava sürecinde yaşanacak muhtemel gelişmelerin, bu soruların cevabının tahakkukunda hayatî derecede ehemmiyeti vardır.
Bursa Uludağ Üniversitesi'nde, Ankara DTCF'de ve en son Antalya Üniversitesi'nde tertip edilen "öğrenci olayları" ile 12 Nisan'da Tandoğan'da gerçekleşen "Ulusal Egemenlik Buluşması" mitingleri, bu tür lobi çalışmalarının diğer ayaklarının da devam ettiğini gösteriyor. Bu bilgilerden ortaya çıkan bir başka gerçek ise Ergenekon çetesinin sadece emekli ve muvazzaf askerler arasında değil, basın ve yargı dünyasında da ciddi bir örgütlenme içerisinde olduğu. Bu çerçevede her iki davanın devam ettiği önümüzdeki günlerde AK Parti'nin, toplumsal ve siyasî diğer aktörlerin oynayacağı rol, hem davaların seyri hem de demokrasinin geleceği açısından kritik bir rol olacaktır.
Esasen bunda şaşırtıcı bir şey de yok, her cunta halk nezdinde darbeyi meşru göstermek için çete faaliyetleri yürüterek kaos ortamı yaratmaya çalışır. Bu çalışmalarda yakalanan çete mensuplarının kurtarılması ve soruşturmanın karartılması için yargı manipüle edilmeye çalışılır. Bu manipülasyonda ya dürüst hukuk adamları yıldırılmaya ve Ferhat Sarıkaya örneğinde meslekten men edilmeye çalışılır ya da zaten ideolojik yakınlık kurulan hukukçularla işbirliği yapılır. 27 Mayıs öncesi cuntanın ihbar edilmesiyle başlayan süreçte cuntacıların beraat edip, muhbirin mahkum olmasından bugün Ergenekon soruşturmasının arkasındaki siyasi iradenin ortadan kaldırılması teşebbüsüne kadar her darbe ve darbe teşebbüsünde "bu film" tekrar tedavüle sokulur. 12 Eylül döneminin kudretli orgenerallerinden Bedrettin Demirel'in, darbenin gecikmesini eleştirenlere verdiği "İhtilalin olgunlaşmasını bekledik" cevabı ve 2003-2004 darbe teşebbüslerinde orgeneraller arasında yapılan bir toplantı sırasında şimdi kudretli bir orgeneral olan paşanın "Henüz halk hazır değil" deyişi bu bakımdan manidardır. Bugün AK Parti'ye yönelik kapatma davasıyla Ergenekon operasyonu ve soruşturması arasında kurulan ilişki, Fazilet Partisi kapatma davasıyla Hizbullah operasyonu ve soruşturması arasında kurulan ilişkiyi hatırlatıyor. Bu bakımdan bu dönemde olup bitenleri yeniden düşünmek elzemdir.
Hizbullah operasyonu ve FP'ye kapatma davası
Refah Partisi kapatıldıktan sonra, Fazilet Partisi'nin de kapatılması için Anayasa Mahkemesi'nde zamanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş bir iddianame daha hazırlamıştır. Refah Partisi'nin kapatılma kararının AİHM'de, Fazilet Partisi'nin kapatılma davasının Anayasa Mahkemesi'nde Cemil Çiçek tarafından sözlü savunmasının yapılacağı günün öncesinde, Türkiye ve dünya kamuoyu Hizbullah operasyonlarıyla sarsılacaktır. Hizbullah operasyonları, Zehra Eğitim Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım ile dindar Güneydoğulu işadamları Mehmet Kanlıbıçak, M.Şehit Avcı, Mehmet Salih Dündar, İsmail Aksoy, Ramazan Yaşar ve Cihangir Gorandi'nin Hizbullah tarafından kaçırılmasından sonra başlar. 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul'daki operasyonla Hizbullah'ın lideri Hüseyin Velioğlu öldürülürken, örgütün arşivi ele geçirilir. Bu operasyonu takiben yurt genelinde yapılan operasyonlarla, örgüt evlerinin bodrum ve bahçelerinde hunharca katledilen 57 cesede ulaşılır. Böylece Avrupa'da Refah Partisi, Türkiye'de Fazilet Partisi davaları bu görüntüler eşliğinde ele alınacak, yorumlanacak ve karara bağlanacaktır.
Hizbullah, önceleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bilhassa PKK'ya karşı silahlı mücadele veren ve bu haliyle de devlet tarafından görmezden gelinen, hatta korunup kollandığı söylenen bir örgüt olarak ortaya çıkmıştır. Örgüte yönelik bu büyük operasyonun kapatma davalarına denk gelmesi, Öcalan yakalandıktan sonra örgütün tasfiyesinin Refah ve Fazilet partileri aleyhine Avrupa ve Türkiye'de kamuoyu oluşturmak amacıyla bir psikolojik harp yürütüldüğü endişesini, haklı olarak gündeme getirmiştir. Nitekim operasyon görüntüleri eşliğinde, bu psikolojik harbin basındaki unsurları Hizbullah örgütü ile Refah ve Fazilet partileri arasında ilişki kuran kampanya yazılarına başlamışlardır.
Operasyonun zamanı ve Hizbullah'ın vahşetinin Refah ve Fazilet partileriyle ilişkilendirilmesi üzerine, Fazilet Partisi yetkilileri, şüphelerini dile getiren ve haksız ithamlara cevap veren açıklamalara başlamışlardır. Nitekim FP Genel Başkanı Recai Kutan, 25.1.2000 tarihli grup konuşmasında meseleyi ele almış ve 28 Şubat sürecinde patır patır adam öldürürken tehdit olarak zikredilmeyen Hizbullah'la ilgili kamuoyundaki kaygıları dile getirmiştir: "Bu ülkede 28 Şubat süreci dediğimiz bir siyasete müdahale dönemi yaşandı. Bu dönemde onlarca 'irtica brifingi' verildi. Bu brifingleri verenler, bu brifingleri alanlar çıksınlar ve şu soruya cevap versinler: Bu brifinglerde böyle bir irticaî örgütten bahsedildi mi? Şimdi özenle dinle, İslam'la, İslamcılıkla anılan bu eli kanlı cinayet örgütü niçin irtica ile mücadele kampanyalarının ilgi alanına girmedi?"
Fazilet Partisi yetkililerinin ve en son Kutan'ın Hizbullah'la ilgili şüphe ve eleştirileri Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği tarafından çok sert bir bildiriyle eleştirilmiştir. Genelkurmay'ın hakkında kapatılma davası yürütülen bir parti hakkında yaptığı bu açıklamanın, Anayasa Mahkemesi'ni yönlendirme anlamına geleceği çok açıktır. Nitekim Fazilet Partisi, bildiride, hakkında mahkeme kararı yokken kapatılmış partilerin devamı ve bu itibarla da kapatılması gereken bir parti olarak nitelendirilmektedir. Genelkurmay'ın bildirisindeki "suçluluk telaşı" ifadesi Fazilet Partisi'nden ziyade Hizbullah'ı koruyup kollayanlara yakışan ifadeydi. Bugüne kadar Fazilet Partisi veya Refah Partisi ile Türkiye'deki Hizbullah örgütü arasında bir ilişki bulunamadı, buna karşılık devletin bazı kurumlarıyla Hizbullah arasındaki ilişkiler ise sorgulanamadı bile. Enteresandır, zaman zaman Hizbullah vahşetinden bahseden CHP, TBMM'de Hizbullah'la ilgili bir araştırma önergesi dahi vermedi... Fazilet Partisi, Genelkurmay'ın bu sert bildirisi karşısında geri adım attı ve Hizbullah'a ilişkin soru ve imalara sahip çıkmayarak bunun muhatabının basında bu konuyu gündeme getirenler olduğunu iddia ederek itibar kaybına uğradı. Üstelik bu geri adım, Fazilet Partisi'nin kapatılmasını da engelleyemedi. FP, kapatılmaktan kurtulabilmek için siyasî partilerin kapatılmasının zorlaştırılacağı mevzuat değişikliklerine karşılık, Süleyman Demirel'in ikinci defa cumhurbaşkanı seçilebilmesi amacıyla hazırlanacak anayasa değişikliğini destekleme pazarlıklarına da girmesine rağmen bu proje suya düşünce kapatıldı. Böylece Hizbullah operasyonuyla bir taşla iki, hatta üç kuş vuruldu. Hizbullah'ın tasfiyesi dışında, Refah Partisi AİHM'de davayı kaybetti. Fazilet Partisi de Türkiye'deki davayı kaybetti ve kapatıldı. Fazilet Partisi'nin savunmasını üstlenenler, Hizbullah meselesinin gündeme taşınmasıyla davanın seyrinin değiştiğini ve Genelkurmay bildirisiyle davanın kaybedildiğini iddia ettiler. Bu mantığa göre FP, Hizbullah operasyonları sırasında kendi aleyhine yürütülen kampanya karşısında susarak, TBMM'de Hizbullah'la ilgili araştırma önergesi vermeseydi belki de kapatılmayacaktı. Peki ama Hizbullah neden tam da RP davası AİHM'de, FP davası Anayasa Mahkemesi'nde görüşülürken yarım düzine insanı kaçırdı ve sonra bu operasyonlar başladı? Operasyonlar başlayınca bir kısım medyada bu konu neden bu davalarla ve laiklikle ilgili bir kampanyaya dönüştü? Bu gelişmeler, FP Hizbullah'tan hiç bahsetmese de partinin kapatılacağını göstermiyor muydu?
Ergenekon, MHP'yi de tahrik etme peşinde
Bu dönemi, Fazilet Partisi içinde yaşayan Mehmet Bekaroğlu, Siyasetin Sonu isimli anı kitabında Hizbullah tartışmasıyla ortaya çıkan durumu şöyle özetlemektedir: "Bu olay esasında 1999 seçimleri ve Türkiye'nin AB'ye adaylığının ilan edilmesinden sonra doğan normalleşme atmosferinin yanılsama olduğunu ortaya koyuyordu. Türkiye, kadim din-devlet ve asker-siyaset ikilemini aşamıyordu. Öyle anlaşılıyordu ki bu din-siyaset-asker ilişkisinin merkezde olduğu gerilimler, kısa zamanda bitecek gibi değildi."
AK Parti'ye yönelik olarak açılan dava ve Ergenekon soruşturması, Mehmet Bekaroğlu'nun tespitini yeniden test edecek gibi görünüyor. Bakalım aradan geçen yıllar ve bu yıllarda yaşananlar, Türkiye'deki siyasî sistemi değiştirdi mi? Bu sorunun cevabını kapatma davasının ve Ergenekon soruşturmasının sonucu tayin edecek. Ancak dava sürecinde yaşanacak gelişmelerin, bu soruların cevabının tahakkukunda hayatî derecede ehemmiyeti vardır. Bu bakımdan geçmişteki manipülasyonları hatırlayarak tedbirli ve kararlı davranmak gerekiyor. İflas eden tüccar eski defterleri karıştırırmış misali, son süreçte Hizbullah terör örgütünün de kullanılmaya çalışıldığını, MİT'in kamuoyuna mal olan uyarılarından biliyoruz. Hizbullah'ın kuruluşunda ve "kullanılmasında" Veli Küçük ve JİTEM'in rol üstlendiği hatırlanırsa, şimdi terörü bırakan Hizbullah çevrelerinin bilhassa kitlesel eylemlerde dikkatli olmaları iktiza ediyor. Çünkü Ergenekon tıpkı iflas etmiş tüccara benziyor ve bugünlerde bölücülükle irticanın bir arada olduğunu göstermek, ordunun ve yargının tahriki bakımından çok başarılı bir çalışma olacaktır.
Üniversitelerde yaşanan son olaylar ve bilhassa Antalya'da yaşananlar, Ergenekon'un ne yapıp edip işin içine MHP'yi karıştırma gayretinden vazgeçmediğini gösteriyor. Üstelik bu sefer, karşıda sol da olmadığından MHP'nin ve ülkücü gençlerin "Kürtçülerle" çatışması arzu ediliyor. MHP, BBP ve bu ikisi dışında kalan ülkücülerin de bu konudaki takdire şayan sağduyularıyla bu tahrikler hedefine ulaşamıyor. İşin ilginç tarafı hadiselerin yoğunlaştığı üniversitelerin, Üniversitelerarası Kurul'da açıkça AK Parti düşmanlığıyla siyaset yapan rektörlerin üniversiteleri olması. Ancak bu son suçüstü hadisesinden sonra, üniversitelerde bu ölçüde gözü kara bir tahrikin bir daha zor yaşanacağını tahmin edebiliriz. Son olayın her ayrıntısıyla soruşturulması, tertipçilerin ve ihmali bulunanların açığa çıkarılarak yargılanması bu bakımdan bir dönüm noktası teşkil edebilir. Bütün bunlar aslında Ergenekon soruşturmasının ne kadar mühim olduğunu gösteriyor. AK Parti ve kamuoyu kapatma davasına yoğunlaşarak, Ergenekon'u ihmal etme hatasına, hele bir pazarlık unsuru olarak kullanma büyük hatasına asla düşmemelidir.
Bugün Türkiye, 2000 yılına göre demokratikleşme, sivilleşme ve normalleşme bakımından çok ciddi gelişmeler kaydetmiş durumdadır. Nitekim AK Parti'ye yönelik kapatma davasına karşı yurtiçinden ve yurtdışından gösterilen tepki, bu gelişmeyi teyid etmektedir. AK Parti ve demokrat kamuoyu, bir yandan bu değişimi daha da görünür kılmak için reformlara devam ederken diğer yandan da bu reformlara bürokraside ve yargının direncin çelik çekirdeğini teşkil eden Ergenekon'un tasfiyesine de kararlılıkla devam etmelidir. Kapatma davası sürecinde gösterilecek performans, sadece kapatma davasında ve Ergenekon soruşturmasında değil, Türkiye'nin demokratikleşmesinde de tayin edici bir rol oynayacaktır.
Kaynak: Zaman