'Cumhuriyet'in sopası', muhafazakâr kitleler....

"Cumhuriyet'in sopası", muhafazakâr kitleler ve CHP'nin yeni açılımı

9 aralık salı günkü yazımda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal'ın "tek parti zihniyeti"ne karşı son haftalarda geliştirdiği eleştirilerin liberal-sol çevrelerde hak ettiği ilgiyi görmediğinden bahisle, iki yazıyı bu konuya ayıracağımı belirtmiştim.

Salı günkü ilk yazımda, –devlet içindeki bazı kesimlerin açık ya da zımnî desteğini alma ihtimaliyle birlikte düşündüğümüzde- Baykal'ın eleştirilerinin, örneklerine başka ülkelerde de tanık olduğumuz tipik bir "tıkanmış rejimi asıl sahiplerince açma" operasyonunun ilk adımları olabileceğini belirtmiştim. Gene o yazıda, işte bu nedenle, Baykal'ın tek parti eleştirilerinin son yılların en önemli siyasi gelişmesi olduğu kanaatimi de açıkça dile getirmiştim.

CHP Genel Başkanı'nın çıkışının basit bir siyasi oportünizmin ötesinde, tarihsel önemde bir siyasi hamle olabileceğine dair basında birkaç yazı okudum. Bunlardan en açığını Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç kaleme almıştı. Birinci yazıyı tam bu noktada kesmiştim, şimdi bıraktığım yerden devam ediyorum.

Baykal'dan Gorbaçov çıkar mı? Çıkabilir, evet!

Ali Bulaç'ın, "Baykal, Türkiye'nin Gorbaçov'u olabilir mi?" başlıklı yazından söz ediyordum... Bulaç, açtığı bu ilginç tartışmaya, Baykal'ın "Yeni sol", "Anadolu solu" gibi kadük olmuş çıkışlarının ve son yıllardaki otoriter-devletçi eğilimlerinin akla getirdiği "sicili bozuk" siyasetçi handikabının hiçbir öneminin olmadığını söyleyerek başlıyor. (Haklı; devlet aygıtını dönüştürmeye başladıklarında Gorbaçov da Deng Siao Ping de temiz sicilleri ve reformculuklarıyla öne çıkan siyasetçiler değildi.)

Bulaç, Gorbaçov-Baykal benzetmesini, tıkanmış rejimlerin bizzat o rejimlerin asıl temsilcileri tarafından reforme edilme ihtimali üzerinden kuruyor ve şöyle diyor:

"Reagan 'Yıldızlar savaşı projesi'ni ortaya attığında Mihail Gorbaçov açık bir dille Sovyet sisteminin 'Stop' ettiğini ilan etti. Sovyetler'in bir adım daha atacak mecali kalmamıştı. Bugün içeride ve dışarıda birçok gözlemci Türkiye'deki tek parti zihniyetine göre şekillenmiş bulunan mevcut sistemin de daha fazla ayakta kalmasını mümkün görmüyor. Sovyetler'de, Gorbaçov 'Eğer glasnost ve perestroika (açılma ve yeniden yapılanma) yoluna gidilmeyecek olursa, sadece Sovyet rejimi değil, Rusya'nın kendisi dahi ayakta kalamayacak' dediği zaman onu Kızılordu ve KGB desteklemişti, en büyük direnç idari ve yargı bürokrasisinden geldi."

Değerlendirmenin bu bölümü tartışmaya açık: Acaba Gorbaçov, Bulaç'ın imâ ettiği gibi sadece kendi fikirlerine dayanarak mı yapmıştı o çıkışı, yoksa zaten "Kızılordu ve KGB" ile birlikte mi hareket ediyordu? Bugün de aynı soruyu sorabiliriz: Acaba Baykal konuşurken sadece kendi fikirlerini mi dile getiriyor, yoksa devlet aygıtının bir bölümünün fikirlerini de mi yansıtıyor? (Bu soru, merak eden bir gazetecilik açısından zengin çağrışımlar içeriyor. Basınımızdaki söyleşi ustalarının "devlet"i temsil ettiği düşünülen önde gelen kişilerle söyleşiler yapmasının tam zamanı değil mi?)

Bulaç, yazısının devamında dindar kitlelere "Cumhuriyet'in sopası"nı göstererek devamlı iktidarda kalan "sağcı-milliyetçi partiler zihniyeti"nin oyununun ancak Baykal'ın çıkışını sonuna kadar götürmesiyle bozulabileceğini belirterek şöyle diyor:

"Bu oyun bozulmalıdır. Baykal bu analizi rahatlıkla yapabilecek güçlü bir entelektüel birikime sahiptir. Nasıl Rusya'yı yeniden Komünist Partisi ve Gorbaçov var ettiyse, Türkiye'de de büyük reformları CHP ve Baykal yapabilir. 'Yapar mı, yapmaz mı' bilmiyorum. Sadece 'yapabilir' diyorum."

"İnsanımızı devletle kaynaştırmak arayışındayız"

Bulaç'ın yazısından bir gün sonra Akşam gazetesinin yeni genel yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya'nın Deniz Baykal'la yaptığı bir söyleşisi yer aldı gazetede. Baykal'ın bu söyleşideki vurgulu sözleri, onun bu "macera"ya öylesine girmediğini, Bulaç'ın sözünü ettiği oyunu bozmak üzere harekete geçtiğini gösterir nitelikteydi:

"Kutuplaşmayı, çatışmayı, kamplaşmayı ortadan kaldırması doğrultusunda katkı getirecek, oy vermeyebilirler ama insanlarımızı rahatlatacak. Cumhuriyete yönelik husumeti ortadan kaldıracak. Bunların oy kazandırmasına yönelik hiçbir beklentim yok. Siyasette bu tür adımlar hemen oya da dönmez ama ben o insanlara karşı onlarla cumhuriyet arasındaki ilişkiye yönelik uzunca bir zamandır üzüntü duyuyorum. Bunlar toplumumuzun iyi insanları. Kılık kıyafetleri nedeniyle suçlamaya hakkımız yok. (...)

"Muhafazakâr kesimleri cumhuriyet ile buluşturmak, insanımızı devletle kaynaştırmak arayışındayız. Örtülü insanlarımız da yaşayarak öğreniyorlar ki kendileri din istismarının konusu yapılıyor. Onlara kılık kıyafetleriyle ilgili hiçbir fatura çıkarmadan cumhuriyeti kuran partiyle kucaklaşabileceklerini gösteriyoruz. Bu Türkiye'nin entegrasyonuna katkıdır. Tarihsel olarak cumhuriyete karşı konumlandırılmış kesimleri devletimizle kaynaştırmak peşindeyiz. Muhafazakâr kesimlere cumhuriyet sizin hasmınız değil, siz de cumhuriyetin hasmı değilsiniz diyorum."

Hatırlayın, neler oldu CHP'de?

Demir Küçükaydın, Demokratik Bir Cumhuriyet İçin Köxüz (www.koxuz.org) sitesinde kaleme aldığı "Açılımlar" başlıklı yazıda, benim Taraf'ta çıkan ilk yazımdaki bakış açısını genel olarak benimsediğini belirttikten sonra, bunun neden mümkün olabileceğini şu satırlarla anlatıyordu:

"Baykal'ın bu 'açılım'ları, sadece Baykal'ın açılımları olarak görülmemelidir. O belli bir zümrenin, yani bizlerin 'askerî bürokratik oligarşi' dediğimiz, birçoklarının 'askerî vesayet rejimi', 'Kemalizm', 'Devlet Sınıfı' vs. dediği zümrenin eğilimlerini ve çıkarlarını savunan ve yansıtan denenmiş bir politikacıdır. Bu zümrenin özelliği, politikadaki ağırlığı bir sınıf gibi olmasına rağmen, bir sınıf olmaması, var olan sınıfların veya başka toplumsal bölünmelerin arasındaki dengelere dayanarak iktidarını sürdürmesidir. Dolayısıyla güçlerdeki değişmelere ayak uydurmak zorundadır.

"Ve Tarih göstermiştir ki, bunların, değişen dengelere göre konum değiştirme özelliği hiç de küçümsenecek gibi değildir. Kırk yıllık 'Milli Şef' İsmet İnönü örneğin faşizm yükselince onunla flört etmiş, sonra Müttefikler savaştan sahip çıkınca 'Çok Partili Hayat'a geçmiş, 1960'larda da yükselen işçi hareketi ve bağlantısızlar hareketi baskısıyla da 'Ortanın solu'na geçmiştir. Benzer özellikler Ecevit ve Baykal gibilerinde de görülür."

Son söz: Birinci olarak, tarihsel önemde yeni bir siyasi hamlenin peşrevlerini yaşadığımıza dair çok güçlü bir sezgiye sahibim. İkinci olarak, gazeteciliğimizin bu gelişmeyi henüz algılayamadığı ve bu nedenle hakkını veremediği kanaatindeyim.

Belki ben ve benim gibiler yanılıyor olabilir. Fakat öyle olduğunun da ortaya çıkması için yine "merak eden" bir gazeteciliğe ihtiyacımız var.

Kaynak: Taraf