Cumhuriyet'in resmî ideolojisi nedir?

"Hoşgörü belki de sivil din (resmî ideoloji-EG) gerçek bir dinle benzeşir olduğunda daha iyi işleyecektir. Örneğin Robespierre cumhuriyetçi politikaları inceden inceye işlenmiş bir tanrısallıkla/yaradancılıkla bağlantılandırmayı başarabilseydi, cumhuriyetçilerle Katolikler (Yahudiler ve Müslümanlar) arasında kalıcı bir duvar örebilecekti. Ama Robespierre'in başarısızlığı tipiktir; siyasal inançlar gerçek dinsel inançların yükü altında kalmıştır. Aynı şey, hakiki din karşıtı inanç yükü hakkında da söylenebilir: Militan ateizm Doğu Avrupalı komünist rejimleri herhangi bir ortodoksi kadar hoşgörüsüz -ve sonuçta politik bakımdan zayıf- kalmıştır: Bu rejimler kendi yurttaşlarının büyük çoğunluğuyla bütünleşememiştir.

[...]

Sivil din (resmi ideoloji-EG) büyük ihtimalle ilgilenmeyi amaçladığı insan çoklu kimlikleriyle karşıtlıktan çok uyum içinde olacaktır. Nihayetinde onun amacı tam bir dönüştürme değil, yalnızca politik toplumlaşmadır."

Bu satırlar, Amerikan liberal düşünürü Michael Walzer'ın "Hoşgörü Üzerine" adlı kitabından alınmıştır. Onun Amerikan siyasal-toplumsal deneyiminden çıkardığı sonuçlara göre şekillendirdiği düşüncelerden önemli bir sonuç çıkmaktadır. Bu sonuç, diğer devrim-sonrası devletlerle karşılaştırıldığında, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin daha gerçekçi bir zeminde kurulduğunun açıkça görülmesidir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu aklı, yaşanan acı günlerin getirdiği müthiş siyasal tecrübeyle, Fransız ve Sovyet devrimcilerinin yaptıkları hatalara fazla düşmemiştir. Cumhuriyet'in kurucu aklı, sınırları içinde yaşayan insanları ırk değil, yaşayan kültür temelinde değerlendiren bir resmi ideoloji (Hegelci terimlerle "sivil din") oluşturmaya girişmiş, devletin ve toplumsal hayatın geleneksel değil, modern bir yönde gelişmesini hedeflemiştir. Ama bir yandan da dinin toplumsal yaşamdaki değerinden vazgeçmemiş, laiklikle din ve diyanet işlerini bir arada yürütebileceği bir formül aramıştır.

kuruluşunda ırkçılık var demek insafsızılık olur

Ancak kabul etmek gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki toplumsal formasyonda bu hedeflerin gerçekleştirilmesi, hatta karartılıp çarpıtılmaması çok zordur. Toplumun kendi içindeki etnik, dinsel ve toplumsal çelişkiler, Cumhuriyet projesini torpilleyecek mayınlarla doludur; tüm bunlara uluslararası konjonktürün gerekleri, yöneticilerin yaptıkları hatalar da katıldığında bu zorluk kat be kat artmaktadır.

Her ne kadar bazı çevreler, "Kemalizm"i Cumhuriyet'in resmi ideolojisi olarak sunmaya kalkışsalar da, bu doğru değildir. Doğru olan, resmi ideolojinin Cumhuriyet tarihinin her aşamasında, koşullara göre değiştiği; hatta kimi zamanlar kaba, abartılı ve hatta trajikomik yeni biçimler aldığıdır. Resmi ideolojinin içerikleri ve uygulamaları elbette tartışılabilir, tartışılmalıdır. Örneğin resmi tarih yazımında, tarihe geçecek hatalar yapıldığı, sanki çok gerekliymiş gibi saçma bir köken ve kıdem söylemi yaratılmaya girişildiği bugün genellikle kabul gören bir gerçektir. Aynı şekilde sürecin demokrasi yolundan geri çevrilmeye çalışıldığı dönemler ve darbe zamanlarının da savunulmayacak nitelikleri açıktır. Resmi ideolojinin zaman içindeki şekillenişlerine yönelik eleştiri hakkını mahfuz tutmak şartıyla, kabul edilmesi gereken bir gerçek de Türkiye Cumhuriyeti'nin temel yöneliminin bugün de vazgeçilemeyecek kadar tutarlı, yoğun bir siyasi aklın ürünü olduğudur. Bugün gündeme gelen demokratik açılımlar bu aklın neticesidir. Yürüyüş, daha çok demokrasi, daha çok özgürlük ve çağdaş dünyayla daha çok kaynaşma doğrultusundadır.

Bir noktaya açıklık getirmekte fayda var; çünkü bizim doğru diye nitelediğimiz Cumhuriyet'in yönelimi içinde en çok eleştirilen, biyolojik-ırkçı safsatalarla sislendirilen, çarpıtılan nokta burasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, Türk etnisitesine göre temellenen ırkçı bir devlet olmakla suçlanmakta ya da alkışlanmaktadır. Elbette bariz ırkçı tutumlar gösterilen icraatlar olmuştur ama devletin temel çizgisini hükümet politikalarında aramaktan kurtulan bir anlayışla konuya yaklaştığımızda, Türkiye Cumhuriyeti'nin ırkçı bir temelde kurulduğunu söylemenin insafsızlık olduğu görülecektir. Bu temel çizgi, 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde kendini apaçık göstermektedir: "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur. [...] Türklük sıfatı kanunen muayyen olan ahvalde izae edilir." 1924 koşulları göz önüne alındığında, "Türk" sıfatının asla bir etnik gönderme taşımadığı, bu sıfatın seçilmesinde bizim kendimizi değil, onların (Batılıların) bizi üstelik pejoratif bir biçimde nitelemesinin esas alındığı görülecektir. Devlet, vatandaşlarına birleştirici "Türk" sıfatı yükledi diye, (belki bir avuç Türkçü aydın dışında) düğün bayram eden bir etnik grup, hatta Türk olduğundan haberdar bir üst-ırk söz konusu değildir. "Türk", yukarıdan aşağıya inşanın temel direği olarak, üstelik Batı nezdindeki tüm olumsuz çağrışımlarına rağmen seçilmiştir. Cumhuriyet'in kurucu aklı, insanları bir arada tutan şeyin, biyolojik orijinleri değil, birlikte üretebildikleri hayat mücadelesi ve kendilerini mutlu hissettiren kültürel yapımlar olduğu gerçeğini fark etmiştir. Bugün demokrasimizin geldiği noktada, yapılması gereken, etnik kimlikleri bastırmaktan vazgeçmek, anadilleri özgürleştirmek, farklı etnik kimliklere rağmen Cumhuriyet'imizin bizi bir arada tutmaya yeteceğine dair bir inanç geliştirmeye çalışmaktır.

kof resmî ideoloji eleştirileri yerine

Resmi ideoloji konusunda eleştirilerin yoğunlaştığı bir diğer nokta, Cumhuriyet'in diyanet işleri politikasıdır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti'nin diyanet işleri politikasının, ülkenin dinsel coğrafyası göz önünde bulundurularak bakıldığında, genel olarak uygun olduğu görülecektir. Hanefi fıkıh ekolü, kendi militanlığının yapılmasını gerektirmeyecek kadar yumuşak ve hoşgörülü olabilecek, yeniliklere açık bir ekoldür; kaldı ki, cenaze törenleri, bayram ve cuma namazı, Ramazan ve kandiller gibi birleştirici işlevler, neredeyse tüm ulusu kapsayacak kadar başarıyla icra edilmektedir. Ancak Sünni-Haneficilik yapma hatasına düşülmemeli, diyanet işleri politikasında Alevi ve Sünni-Şafii inanca sahip yurttaşların taleplerine kulak verildiğini gösteren değişiklikler bir an önce yapılmalıdır.

Bugün ülkemiz aydınlarına düşen görev, insanımızın layık olduğu çağdaş uygarlığın, kültürün ve insan haklarının gerektirdiği bir hayat düzeyiyle Cumhuriyet'in kurucu ideolojisi arasındaki irtibat noktalarını ortaya sermek, kof ve kuru bir "resmi ideoloji" eleştirisine sığınmak yerine, ne yapılması gerektiği üzerinde durmaktır. Türkiye Cumhuriyeti, yaşayan her devlet gibi kendisine inanç ve bir sivil din yaratmak zorundadır. Başka türlü ortak bir kimlik mümkün değildir. Ancak devlet inancı, yurttaşların inançlarıyla rekabet içerisinde olmamalıdır. Sivil din, yurttaşların dinsel ya da değil diğer inanç pratikleriyle birlikte pekala var olabilir; hatta kısmi farklılıklara hoşgörüyü kolaylaştırır ya da farklılığın kısmi olduğuna hepimizi ikna edebilir. Elbette tüm bunları, tüm yurttaşlarını ortak bir kimlikte ve o kimliğin öngördüğü pratiklerde birleştirebilmiş "adil", "hakem", insan haklarına uluslararası standartlarda riayet eden ve yurttaşının hayat kalitesinin her alanda yükseltilmesi için onun hizmetinde olan bir devlet yapabilir.

Kaynak: Zaman